Orhan Veli’yi severim. O ince nükte dolu mısralarına bayılırım. Kuşadası’nı da severim. Sadece memleketim olduğu için değil, yeşili, denizi, havası, kokusu ile cennetten bir köşe olduğu için. Dahası kendimi bildim bileli insanların tahribine, yıkımına, hoyratlığına rağmen bu kadar güzel, bu kadar kendisi kalabildiği için.
Orhan Veli şiirleriyle beni benden alır. Kuşadası ağacı, kuşu, denizi ile. Kuşadası’nda Orhan Veli daha başka cazip, daha bir heyecanlı:
“Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında.”
Sabah deniz bi başka güzel olur Kuşadası’nda. Sessiz, sakin, serin. Ayakların suya ilk değdiğinde ürperirsin, kendine gelirsin. Var olduğunu, insan olduğunu kavrarsın. Cevap koleksiyonlarını bir kenara atarsın. Bırakırsın kendini ve hayatını o ıssız derinliğe.
“İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin;
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;”
Varlığının bir anlamı, bir sebebi olur daldığın sularda. Hayat varsın istemesin seni. Varsın dünya oyuncaklarını geri alsın. Buz gibi sularda, dünyanın ve insanların bizi eğlendirmek/kandırmak için önümüze attığı oyuncaklara talip olmaktan vazgeçmenin hazzını tadarız. Deniz her bir hücremizde hissettirirken kendini, dünyanın sunduğu uyuşturucu şaraptan bir defa daha geçeriz. İşret meclislerinde, sazlar eşliğinde neşeli kahkahalara gark olmak yerine, buz gibi sularda tek başımıza, yalnızlığın derin anlamını kavrarız. Ya Hayy! diyerek hayatta olmanın, şimdi ve burada olmanın tadını anlarız. Geçmişin, şu anın, geleceğin, emellerin ve hırslarımızın bizi kendimiz olmaktan çıkarmasına meydan okuruz.
“Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden,
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.”
İçimizde kopar o kıyamet denizin dalgaları ruhumuza çarpıp durdukça. Hayret ederiz, şaşırırız, neden kendimiz olamıyoruz günlük koşuşmalarımız arasında? Nereye kayboluyor ruhlarımız birbirimizle cedelleşirken? Dünyanın akışına karşı durmayı öğreniriz dalgalar arasında. Düzene, sisteme, bize öğretilmiş ne varsa isyan etmeyi öğreniriz. Kendimizi, dünyayı ve insanları hep aynı yerden seyretmenin aptallığını kavrarız sonunda. Hareket etmeden, pozisyon değiştirmeden seyretmenin anlamsızlığına varırız.
“Deniz kızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?”
Kulaç atmaktan yorulduğumuzda bırakırız kendimizi denizin kucağına. Öylesine hareketsiz, sükût içinde, sükun içinde. Vay be deriz, işte hayat bu. Gökyüzü, suyun serinliği ve sadece kendimiz. Cihanı baş aşağı seyretmenin tadına varırız. Bayramlar, şenlikler, deniz kızları, martılar doldurur ruhumuzu. Hayattan, dünyadan, insandan, kendimizden geçmenin tadını hissederiz.
“Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.”
Heeeey! diye bağırıyor Orhan Veli bizlere. At kendini denize. Çık bu her yanı kaos dünyadan. Aldırma geride bıraktığın malı, mülkü, parayı, makamı, şunu, bunu. Anla ki sadece vazgeçtikçe özgürüz. Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol. Git gidebildiğin yere. Bak denizde, göklerde, ağaçlarda, ormanda hep hürriyet. Gerçeğe, hür olmaya ihtiyacımız var en çok. Kendimiz olmaya. Tüm çıplaklığıyla hakikate talip ol. İnsanların gerçeği istemediği, yalanların yumağında mutluluk numarası yaptığı bir çağda sen sadece hürriyete ve gerçeğe talip ol. Aldanacaksan gerçeğin güzelliğine aldan.
İnsanoğlu halden hale geçer. İnsanın hali değiştikçe nazar ettiği dünya da değişir. Halin değişmesi bakış açısının değişmesidir. Bırak ağırlıklarını. Ayrılık adam eder insanı. Ayrıl yüklerinden. Neye alıştıysan ondan ayrılacaksın bir gün. Sadece kendin kalacaksın. Sadece ruhun.
Hayat ruhun ve özgürlüğün tek kişilik bir yolculuğu değil midir?