Biz büyük bir medeniyettik. O güzelim ahlak ve İslamiyet sarayı olan medeniyetimizi ortaçağda maalesef kaybettik. Manevi değerlerimizi yozlaştırdık. Ümitsizliğe düştük. Yalana çok itibar ettik ve çok fazla parlattık. Düşmanlığı pek sevdik, belki de âşık olduk.
Baskıcılıktan bir hazzeder olduk ki, tarifi imkânsız. Baba, aile, mahalle, amir, memur, asker, siyasetçi, patron baskılarıyla a’dan z’ye önümüzde kimi bulmuşsak ezip geçtik.
Bizi biz eden insani ve nurani bağlarımızı koparttık. Şahsi menfaatlerimizi neredeyse ilah derecesine çıkardık. Kendi içimize daha bunlar gibi birçok manevi yaralar açtık.
Nefisle yapılan cihat, elbette kılıçla yapılan cihattan daha çetindir. Maalesef bu büyük cihadımızda mağlup düştük. Nefsin arzu ettiği şeylere öyle dur demek kolay mı? Hele bir de çok cazip ve altın tepsilerle sunulan teklifleri reddetmek ne kadar da zordur. Bu zorluğu bilmeyen, birebir yaşamayan veya karşılaşmayan yeryüzünde hiç kimse yoktur.
Menfaatçiliği, egoizmi, nefisperestliği, çok sağlam değerler olmadan nasıl terk edebiliriz?
Kuvvetli bir iman, ihlas, samimiyet, sadakat, zühd, takva ve yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek, muhabbet etmek bu değerlerden sadece birkaçıdır.
Bizim tesis edilmiş bir nizamımız, müstakim bir yolumuz ve köklü bir medeniyetimiz vardı zaten. Varlığını sürdürecek bir zemin bulamayınca küsüp gitti. Biz şimdi küstürdüğümüz değerlerimizi ve medeniyetimizi geri çağırmak, onlara hürmet etmek, itibarını iade etmek ve güvenli bir ortam sağlamak suretiyle içimizdeki manevi hastalıkları tedavi etmek zorundayız.
Mesela; yalan bir hastalık, aynı zamanda ahlaki bir zaafiyettir. Yalanı aramızdan kaldırmadığımız müddetçe, fıtratımız yara almaya devam edecektir.
Ümitsizlik, düşmanlık ve istibdat gibi kötü hasletler, her türlü gelişmenin ve güzelliğin önünde Kafdağı gibi geçit vermeden duracaktır.
Bütün bunları aşabilmemiz için, aramızdaki nurani bağları güçlendirmemiz ve bu kötü özellikleri terk etmemiz, Kur'an'a ve sünnete göre hareket etmemiz şarttır.
Müslümanın en önemli sermayesi doğruluk ve güvendir. Müslüman güvenilir ve doğru olmak zorundadır. En emin Peygamberin rehberliğini, İslam medeniyetini, bu medeniyetimizin en önemli unsurlarından birisi olan İslam hukukunu terk etmiş ve rafa kaldırılmış durumdayız.
En güzel hukuki esaslar İslam’da olduğu halde, Batıdan adalet dilenciliği yapıyoruz, kendi medeniyetimize ve hukukumuza büyük bir cinayet işliyoruz. Batının hukukunu kullanıyor, çözemediğimiz birçok konuda da “siz çözüverin” diye kapılarını çalıyoruz.
Biz kendi hukukumuzu ihya etmek, işletmek, kendi doğrularımızı yaşatmak ve başka medeniyetlerin istifadesine de sunmak zorundayız.
Yenilenmek hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Yenilenememek, yeniye ayak uyduramamak ve yenilenmekten korkmak bize çok şey kaybettiriyor. Her şey değişirken bizim durmamız zaten mümkün değildir. Zaman bizi, istesek de istemesek de sürükleyip götürüyor.
Aslında her gün yenidir ve yeni bir başlangıçtır. Her yeni gün, yenilenmelere ve yeni ufukların açılmasına sahne olmaktadır. Bizim buna seyirci kalmamamız, kendimizi sürekli olarak yenilememiz, helal-haram çerçevesinde ve sırat-ı müstakim üzere kendimizi güncellememiz, yeni ufuklar geliştirmek ve yeni haller inşa etmek için çok çaba göstermemiz gerekiyor.
Kaybettiğimiz medeniyetimiz aslında çok da uzaklarda değil, burnumuzun tam önünde. “Haydi bulalım” değil, “haydi görelim, daha fazla gözümüzü kapamayalım” dememiz gerekiyor.