Ramazan ayı çok mübarektir. İçinde binler fazilet, lezzet ve hikmetler vardır. Bunu yaşamayan, tatmayan, sabrın çilesini çekmeyen anlayamaz. Ramazan’ın orucunun binler hikmetlerinden biri zaten açın, sıkıntıda olanın, darda kalanın halini anlamamız için değil midir?
Ramazan ayı Kadir Gecesi gibi bin aydan daha hayırlı bir geceyi içinde barındırıyor. Bulabilene, kıymetini bilene ve ihya edebilene ne mutlu.
Ramazan-ı Şerfiteki orucun Cenab-ı Hakkın rububiyetine, insanın nefsî, şahsî ve sosyal hayatına bakan yönleri var. Neticesi ise şükürdür. Nimet şükür ister. Şükür, ihsan edenle alan arasındaki irtibatı sağlayan bir bağdır. Şükürsüzlük ise bu bağı koparır.
Yeryüzü hesapsız nimetlerin serildiği çok zengin bir nimet sofrası değil midir? Mevsim-be-mevsim tazelenmiyor mu? Sıra ile biri gidip diğeri gelmiyor mu? İhsan eden şüphesiz bundan kudsî bir zevk alıyor. Rububiyeti, zenginliği, cömertliği, şefkati bunu gerektiriyor. İhsan eden verdiğini muhabbetle şefkatle veriyor, bütün bunlarla kendisini bizlere sevdirmek istiyor, bu muhabbet bağı hiç kesilmesin istiyor. Elbette muhabbetinin, şefkatinin, merhametinin karşılığını da görmek istiyor.
Biz bunu gösterebiliyor muyuz? Çoğunlukla hayır. Gaflet ve ünsiyetle hatta nisyanla Rabbimizle aramıza perde çekiyoruz. Bu ay veya güneş tutulması ya da elektriğin kesilmesi gibi bir şey. Böyle durumlarda iman gözlüğünden imdad istemek ve onu takmak gerekiyor. Hakiki bir iman sahibi, zahirî engellere takılmadan, gaflet perdesini yırtıp atabilir, o şefkatli, haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs'atli, azametli ve intizamlı bir ubûdiyetle mukabele edebilir. Külliyetli rahmaniyet, ancak bu perdeler kaldırılıp O Şems-i Ezelinin karşısına pırıl pırıl mukabil durulursa tecelli edebilir, melekiyet kazanmış oruçlular ordusuyla daha da genişleyebilir.
Hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarı Ramazan-ı Şerifteki oruçtur. Onun içindir ki, küllidir, vüs’atlidir, azametlidir ve intizamlıdır, bir o kadar da lezzetlidir.
On bir aydır yediğimiz balların, baklavaların, leziz birçok nimetin tatları farkında olmadan eksiliyor. Oruç anahtarı, bu kaybettiğimiz lezzet hazinelerinin kapılarını yeniden aralıyor, açıyor, tazeliyor ve güncelliyor. Su, sair günlerde içtiğimiz suya hiç benziyor mu? Müştak bir vaziyette içtiğimiz sudan aldığımız lezzet, kuru ekmeğe karşı diğer zamanlarda takındığımız tavır aynı mı? Ya ekmeğin, çeşit çeşit yemek, meyve ve sebzelerin kokusu ne kadar da hakiki değerini buluyor değil mi? Bütün hücrelerimiz titreşime geçiyor, ruhumuz, kalbimiz ve sair duygularımız hissedar oluyor, farkına varıyor. Ramazan’ın orucunun dışında çoğunlukla haberleri bile olmuyor, sıradan, rutin işlermiş gibi geliyor.
Hakiki açlık, nimetin kıymetini işte böyle artırır, malın, mülkün ve ihsan edilen nimetlerin kime ait olduğunu idrak ettirir, insana vazifesini hatırlatır. Kıymetini anlayan, idrak eden ve hatırlayan kimse, ister dünyanın en zengini, isterse en fakiri olsun külli bir şükr-ü mânevîye mazhar olur.
Cenab-ı Hak cümlemizi Ramazan-ı Şerifin feyzinden bereketinden hakkıyla müstefid olan kullarından eylesin. Amin.