“Ümitsizliği haram sayan bir dinin mensubuyuz biz."
Bir Cuma hutbesinde, peygamberimizin makamı minberden, peygamberimiz adına konuşan bir imamın ağzından duydum bu cümleyi: “Ümitsiziği haram sayan bir dinin mensubuyuz biz.”
“Ümitsizlik haramdır!” demiyor imam hatip. Alıntı yapıyor, sözü naklediyor, cümleyi taşıyor. Görüşlerden bir görüşü dillendiriyor. Söyleyenin, söylediğine katılmak zorunda olmadığı, tarafsız bir yerde durarak seslendirdiği bir cümle bu.
Hakikate uzaktan bakan oryantalizmin sinsi ve incelikli dilinin bize bulaşan yansıması olarak okuyorum bu cümleyi. Bildiğimiz oryantalist dilinden tek farkı şu: Oryantalist dışarıdan konuşur ama bu dil içeriden konuşur. İkisi de hakikatin kaynağına uzaktan bakar; yabancı sayar. “İslam dinine göre” der oryantalist. Bizimkisi ise “yüce dinimiz İslam’a göre” der. Oryantaliste göre, İslam bir inceleme konusudur; bir nesnedir; Müslümanlar laboratuar faresi gibi tepeden bakılasıdır. İslam'ı 'dinlerden bir din' olarak görür oryantalist; İslam dini de görüşlerden biridir, kendisi ise mutlak hakikatin sözcüsüdür. Oryantaliste göre, İslam, 'özne' değil 'nesne'dir. Göz değil, gözlenendir.
Hutbenin anahtar cümlesini bir daha duyalım: “Ümitsizliği haram sayan bir dinin mensubuyuz biz” diyor imam hatibimiz. Duyduğumuza göre imam hatibinin ümitsizliğin haram mı helal mi olduğu konusunda kendine özgü, orijinal bir kanaati yok; olması da gerekmiyor. Çünkü elinde bir kâğıt var, o kâğıtta yazanı okumakla memur. O kâğıda o yazıyı yazanların sorunu, o imam hatibin gönlüne güvenmemeleridir. O imam hatibin sorunu ise, hutbede gönlünce var olamamasıdır. Bir metni seslendirmek zorunda; görevi bu. “Ümitsizliği haram saymak zorundayız” demeye getiriyor. Seslendirdiğinin gerçek olamayabileceğini ima ediyor; ‘birilerinin görüşü bu’ diye sızlanıyor.
Mesela, hutbe okuduğu sırada giydiği gömleğin rengini anlatması istenseydi ne diyecekti imam hatibimiz? Şöyle bir cümleyi rahatsız olmadan okuyabilir miydi? "Üzerimdeki bu gömleğin beyaz sayıldığı bir bilimsel anlayışın mensubuyuz.”
Beyaz gömlekli imam, giydiği gömleğin şahididir; söylediğinden emindir. Lafı dolaştırmadan, dolayımlı ifadelere başvurmadan, şahitliğini koyar ortaya. Gerçeği söyler: “Bu gömlek beyazdır; hem de kar beyaz!” Eline tutuşturulan kâğıt üzerinden değil de, gönlünden konuşur. Gömleğinin beyaz olduğundan, hem de kar beyaz olduğundan emindir. İman ediyordur; emindir; ‘sanıyor’ değildir, ‘inanıyor’ değildir. Çünkü, iman etmek, emin olmaktır. İman ederek söyleyen, zannederek söylemez.
Bakın, hatibimiz, "ümitsizliği haram sayan bir din de vardır” diyor bize. Demek zorunda bırakılıyor. Ümitsizliğin haram olduğundan emin değil; “o dine göre” ümitsizlik haramdır. Sözü söylerken, sanki o dinin kanaatine katılmıyordur; kendi fikri, kendi bildiği başkadır. En iyi ihtimalle tarafsızdır. Tıpkı oryantalistler gibi. İslam dini, hakikatin biricik göğü değil, kendini hakikat sayan bir ‘dar alan’dır sözüm ona. Bir ‘marjinal nazar’dır imama göre.
'Bizim mensubu olduğumuz din"dir İslam. Demek istiyor ki hatip,"o dinin mensubu olmasaydık biz, "ümitsizliği haram saymak zorunda kalmayacaktık, ama işte görüyorsunuz o dinin mensubu olmuşuz bir kere; ümitsizliği haram var sayacağız. Artık, ey nasiplerine İslam dini mensubu olmak düşmüş muhterem cemaat, böyle inanmak zorundayız; böyle sanmak zorundayız.”
Sahi, bu cümle ümitli bir cümle midir?
Kalkıp insanın şunu diyesi geliyor imam arkadaşa: “Be hocam, Allah var mı yok mu? Emin değil misin Allah’ın var olduğundan? Allah varsa, O Allah yoğu var eden Allah’sa, O Allah olmazı olduran biricik Allah’sa, niye ümitsiz olalım ki… Açıkça söylesene hocam, yoğu var eden, olmazı olduran bir Allah’ın olmazken oldurduğu, yokken var ettiği biz iken, niye ümitsiz olalım ki…
De ki, “Allah var, öyleyse ümitsizlik insana haram…”
Not: Elbette ki bu dili sadece hutbelerde duyuyor değiliz. Hakikati yabancılaştırıcı bu dil dinin anlatıldığı çoğu ortamda geçiyor. “İşin dinî tarafına gelince…” “İnancımızda vardır ki…” “Sufilere göre…” diye çeşitleniyor; maalesef!