Hayatımda, 411 milletvekilinin oyuyla serbestiyeti kânun altına alınan başörtüsünün AYM tarafından yasaklandığı gün hissettiğim acının keskinliğinde bir acıyı hiç yaşamamıştım.
Kör bıçaklarla vücudum zerreleri miktarınca parçalara bölünseydi duyacağım acı yine de bu ruhî ızdırabın yanında çok hafif kalırdı. Zirâ, izzetim kırılmış, haysiyetim telef edilmişti; milletin bir mensubu olarak kendimi ağır bir hakarete, şeni bir tecâvüze uğramış gibi hissediyordum. Sırtlarında adâlet cübbesi taşıyan 11 kişi, milletin irâdesini haksızca, hukuksuzca katletmişlerdi. Izdırabım, millet adına duyduğum derin bir acziyet hissinden kaynaklanıyordu, boğuluyor ama hiçbir şey yapamıyordum. Aylarca kendime gelemedim, yakın günlere kadar da öyle idim.
Sistem, nazarımda bütün meşrûiyetini kaybetmiş, rejimle bütün gönül bağlarım kopmuş, âidiyet hissimi kaybetmiştim. Son iki yılı kendi vatanımda bir yabancının ruh hâli içinde yaşadım. Yaşadıklarım ancak işgal altında yaşanabilecek cinstendi; bir güç, milletin irâdesini rafa kaldırmış; keyfî, hukuksuz bir saltanatla hükmediyordu.
Sistem tıkanmış, bütün menfezlere kurşun dökülmüştü... Millet irâdesini temsil eden Meclis'in elinden kânun yapma selâhiyeti alınmış, kısırlaştırılmış, yokluğa, hiçliğe fırlatılmıştı. Darbeci soytarıların yaptığı bir kânun metnine millet ebediyen mahkûm edilmişti. "Değiştirilmesi teklif edilemeyen" bir zırvalık putlaştırılmış, milletin irâdesi bu puta secde ettirilmişti. Elinde silâhla kendi milletine düşmanlık yapan darbeciler aklı da dondurmuş ve en iyiyi buldukları ahmaklığıyla milletin bütün geleceğini "değiştirilmesi teklif edilemez" cinnetine mahkûm etmişlerdi. Neredeyse milletin yüzde seksenine tekâbül eden 411 vekilin irâdesi, hukukçu kisvesi taşıyan 11 kişi tarafından paçavraya çevrilmişti.
Asıl acı olan, asıl öldüren, kahrettiren de, "AYM'nin kararına hürmet etmelisiniz!" demeleriydi. Hem tecâvüze uğrayacaksınız hem de mütecâvize ağlamaklı dudaklarınızda biçârece bir tebessümle teşekkür edeceksiniz. Bu kelimeleri yazarken bütün damarlarımda aynı sancı, zerrelerimde aynı ürperti dolaşıyor.
Köprülerin altından çok sular mı aktı, kan ve irin mi aktı? Bilmiyorum... AK Parti iktidarı, çok şaşırtıcı bulduğum bir ısrarla, Anayasa'da köklü değişiklikler için bir daha kolları sıvadı. 411 fiyaskosundan sonra böylesi bir teşebbüs bana çok zavallıca geliyordu. AYM'nin bu sefer iptal etmeyeceği zan ve ümidiyle girişilen bu hareket, olmayacak duaya amin demekten farksızdı. Nitekim bütün işaretler de o yönde görünüyordu. Tâ ki, zihnimde Bağdat Kalesi'nin surlarını zorlayan Genç Osman ile 13 yıllık "Fetret Devri"ne son vermek için canını dişine takan Çelebi Mehmed arasında gidip gelen Osman Can'ın saâdet müjdesi, İsrafil'in Sur'u gibi memleket sathını dalgalandırıncaya kadar.
Can, AYM değişiklik paketini iptal ederse, salâhiyetini aşarak hukuksuzlukla suç işlemiş olacağından dolayı hukuk devleti kaidesini çiğnemiş olacak ve hukuk devletini korumakla mükellef olan Meclis, bu suçlu kararı yok saymalı; diyordu... Ölüme beş kala suya ulaşan çöl kazazedeleri gibiyim, günlerdir içim içime sığmıyor; ruhumda ölmüş emellerin dirilişi başladı, ümid etmenin yaşamanın tâ kendisi olduğunu hissetmeye başladım...
Hukukçuların alayı Can'a karşı çıkıyor! Ne gam? O, her zeminde, bütün dünyayı karşısına almış ve hiçe sayar gibi takır takır düşüncelerini sıralayıp sahip çıkıyor. Can, bana, "Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala hem de alçaktır. Bir adamın, 'Benden başka herkes aldanıyor!' demesi güç şüphesiz, sâhiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?" diyen Daniel de Foe'yi hatırlatıyor.
Sen bin yaşa Can!.. Netice ne olursa olsun, geleceğimize ışık tuttun, ümitlerimizi yeşerttin. Bu cesur ve haysiyetli çıkışınla bir neslin değil, bütün Cumhuriyet nesillerinin yüz akısın. Mânevî şahsiyetin karşısında hürmetle eğiliyorum. Var ol!.. (Bugün)