Rahmet-i Rahman’a kavuşan Milli Görüş duayenlerinden, Eski Devlet Bakanı Süleyman Arif Emre, merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin avukatı olarak da tanınan bir isimdi. Rahmetli Emre, Serdengeçti ile hatıralarından bir bölümünü Cuma Dergisi ile paylaşmıştı.
Ayasofya’nın kilise olmasına karşı çıktığı için idamla yargılanan Merhum Serdengeçti idamdan nasıl kurtuldu ve bu kurtuluşun ardından Merhum Avukatı Süleyman Arif Emre’ye neler söyledi?.. “O işte böylesine büyük bir Dâvâ Adamı idi.” diyerek anlatmıştı Merhum Emre…
“Merhum Serdengeçti için idam istiyor vaktin zihniyeti. Biz de avukatıyız. Aylarca çalışıp, bin bir emekle ve büyük itinayla bir savunma hazırladık. O savunmamızı sunduk ve Merhum Serdengeçti beraat etti. Ben, Merhumun sevineceğini düşünürken, ne dese beğenirsiniz: ‘Yaptığınız işi beğendiniz mi Arif Bey!’
Ben canımın derdinde değilim!
“Ben şaşırdım tabii, insan karşı taraftan sevinç biraz da takdir beklerken böyle bir tepki ile karşılaşınca şaşırır haliyle.
Merhum Serdengeçti, bana böyle tepki gösterdikten sonra dedi ki;
‘Ben canımın derdinde değilim. Ne ceza verirlerse versinler. Ben öyle muhteşem bir konuşma hazırlamıştım ki, Merhum Fatih, Osmanlı Ruhu, Ayasofya… Müthiş bir konuşma hazırlamıştım, Mahkeme Heyeti’nin ve bütün İslam düşmanlarının suratlarına indirecektim. Siz tuttunuz, o başarılı savunmanızla benim muhteşem konuşmamın yolunu kestiniz ! İdam etmişler etmemişler ne önemi var! Şimdi tutup, beraat ettim diye sevineyim mi? ”
Serdengeçen bir Kahraman!
Merhum Süleyman Arif Emre bunları söyledikten sonra, “Ya işte böyle efendim; Merhum Osman Yüksel Serdengeçti, canından geçmiş, vatanı için Serdengeçmiş bir vatan evladıydı. Allah Rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun.”
Merhum Serdengeçti Ayasofya’nın kilise yapılmasına karşı çıktığı için idamla yargılanmıştı
Merhum Osman Yüksel Serdengeçti, 1952 yılında ülkemize gelen Patrik Atenegoras’un, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'dan, Ayasofya'nın kiliseye çevrilmek üzere kendilerine verilmesini istemesine sert bir makaleyle tepki göstermişti.
Ayasofya'nın kilise yapılmasına karşı çıkan Serdengeçti’nin “Türk - Yunan dostluğunu ihlal ettiğini” öne süren Yunan muhiplerinin kışkırtmaları sonucunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dava açılmıştı.
Merhum Serdengeçti'nin avukatı Merhum Süleyman Arif Emre, o davayı şöyle anlatmıştı:
“Davayı, Ayasofya meselesini tarihe mal etmek için almıştım. Çünkü durumumuzu Ayasofya'ya bakarak anlayabiliriz. O bizim Türkiye'deki halimizi görmemiz için iyi bir göstergedir. Davanın sevk maddesi, TCK'nin 161. maddesidir. Bu maddenin metni, o günkü şekliyle cezayı, idamdan başlatıyordu. Bu maddeye göre; Sanık Merhum Yüksel'in, önce Garnizon Komutanlığı Mahkemesinde ilk sorgusu yapılmış, zamanın Millî Savunma Bakanı Seyfi Kurt imzasıyla, Osman Bey aleyhinde dava açılmasına resmen izin verilmiştir. Bu işlem çok dikkat çekicidir. Davaya bakan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne, davayı takip eden savcı Nuri Süer'in iddiaları çok enteresandır. Savcı; 17. 1. 1953 tarihli iddianamede: ‘Muharririn Ayasofya'yı, kilise yapmak isteyenlere cevap verdiği yolundaki müdafaasının samimi olduğunu kabul etmek de mümkün değildir. Çünkü aslında kilise olan Ayasofya'nın evvela cami yapılması, sonra da müze haline konulması idari bir muameleden ibarettir' deniliyor. Eğer bu mantık geçerliyse, Fatih Sultan Mehmet’in halen, fiilen, kanunen ve resmen cami sayılması gereken vakfiyesi hükümsüz sayılmış oluyordu. Bu mantık yürütülürse; Malazgirt'ten bu yana ecdadımızın bin seneyi aşkın vatan saydığı yurdumuzun da aslında Rum malı olduğu neticesine varılırdı ki, Allah’tan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi bu davayı beraatle bitirmiş, Yargıtay da beraat hükmünü onaylamıştır.
Ta içeri girerek kıldığı namaz
"Evet... İstanbul’un fethinin üzerinden 560 yıl geçti. Ayasofya, müze olarak işlevini sürdürmektedir ama; Katolik Papasının 5 yıl önceki ziyareti sırasında, yaklaşık 40 gözü kara gencin Osman Yüksel Serdengeçti’den aldıkları ruh ve heyecanla, ta içeri girerek kıldığı namaz bir hareket noktası olmak üzere, her Ramazan ve Kurban bayramlarında memleket evlatlarının Ayasofya Camisinin önünde kıldıkları ve bundan sonra da Cami olarak açılıncaya kadar kılmaya devam edecekleri Bayram Namazları, bu mekanın “Türk’ün Kızıl Elması” olduğunun işaretlerini vermektedir.…”