Bediüzzaman, yazdığı bu makale ile konuya bakışını anlattı. ‘’Prens Sabahaddin’in Su-i Telakki Olunan Güzel Fikrine Cevap’’ başlıklı yazıda, bu düşüncenin Osmanlı Devleti’nde uygulanmasının mümkün olmadığını ve bunun devletin parçalanmasına neden olacağını, Osmanlıdan nefret eden unsur ve milletlerde ayrılık fikirlerinin bütün bütün alevleneceğini, bunun bir patlama meydana getireceğini ve bunun sonucunda çok sayıda küçük devletin ortaya çıkacağını ifade ile bazı düşüncelerinin uygulanabileceğini belirtti. Bediüzzaman’ın bu yazısını, konunun önemine binaen buraya aynen alıyoruz:
‘Hayat ittihaddadır. Benim gibi bir bedevinin fikri, fıtrat-ı asliyeye daha yakın olduğu için muhakemesi de tabiî olduğundan, sun’îden daha mükemmel olacaktır. Şöyle ki: Efrad mabeyninde muhabbet-i millî, zerrat mabeynindeki cazibe-i cüz’iyeleri gibi, bir muhassal teşkil ile cihet-ül vahdetimiz olan usûl-ü merkeziyeyiintac edeceğinden ittihad ve muhabbet-i millî revabıtınıtahkîm eylemekle zülâl-i medeniyet o mecarada seyelân ederek şu ana¬sır-ımuhtelifeyi bir seviyeye getirdiğinden; âheng-i terakki hoş bir nağme ile ecnebîlerinsimah-ı hassasında tenînendaz edecektir. ‘’
Bediüzzaman burada ferdler arasındaki ‘’muhabet-i milli’’ rabıtasının, zerreler arasındaki cazibe kuvvetine benzediğini ve bunların toplumda, etrafında birliğin sağlanacağı merkezi esasları ve değerleri netice vereceğini ifade eder. Medeniyetin hasenatı burada seyelan edecek ve farklı kavimleri ve muhtelif unsurları bir seviyeye getirerek ahenkli bir terakki temin edecektir. Mektubun geri kalan kısımlarında şu enterasan ifadeler bulunmaktadır:
‘’Hem de her kavmin mâbihil-bekası olan adat-ı milliye ve lisan-ı kavmiyeye ve isti’dad-ı efkâra muvafık, hükumet teşebbüsata başlamalı... Ta ki makine-yi teraakkiyat-ı medeniyetin buharı hükmünde olan müsabakayı intac edecek bir hiss-i rekabet peyda olabilsin.’’
‘’Yoksa bu revabıt ve mecarayifekk edecek âdem-i merkeziyet fikri; veyahud onun ammızâdesi unsura mahsus siyasî kulüpler –zaten merkezden nefret var– istibdad ciheti ile ve şiddet-i ihtilâf-ı unsur ve mezheb sebebiyle birden bire kuvve-i anilmerkeziyeyeinkılab edeceğinden, tevsi’-i mezuniyet kabına vahşetin galeyanıyla sığmayacağından; Osmanlılık ve Meşrutiyet per¬desini birden feveran ile yırtacak bir Muhtariyete Ve sonra istiklâliyete ve sonra tavaif-i mülûk suretini giydiğinden hiss-i rekabet dâiyesiyle vahşetin ve âdem-i müsavatın mahsulü olan fikr-i istilâ yardımıylabir mücadele-i keşmekeş intac edeceğinden, öyle bir zenb-i azim olur ki; hürriyetteki hasene-yi uzmaya menafi’-i umumî mizanıyla tartılsa muvazî, belki ağır gelecektir.’’
Seviye-i irfanı –bir mütemeddin devlet, Alman gibi libas-ı siyaseti– kâmet-i isti’dadımıza ya kısa veya uzun olacaktır. Zira seviyemiz bir de¬ğildir. Tıbbın eski bir düsturudur ki; her illet, zıdd-ı tabiatıyla tedavi olunur. Binaenaleyh, mizâc-ı ittihad-ı millete arız, semûm-u istibdad ile istidâd ve meyl-i iftirak marazı izale veya tevkîf lâzım iken; âdem-i merkeziyet fikriyle veyahud onun kardeşi oğlu gayr-ı mahlût siyasî kûluplar sirayetine yardım ve önüne menfezler, kapılar açmak, muhalif-i kâide-i hîkmet ve tıb olduğundan, bir dehâyı mücessemin ki; fatîhayı zaferi istihsal, hasene-yiuzma-yı Hürriyet ve ittihad-ı millî iken; böyle bir iftirakınzenb-i azîmiyle hâtime çekmek, onüç asır evvel ölmüş asabiyet-i cahîliyeyi ihya ile fitneyi îkâz etmek ve Asyânınmahall-i saaadetimiz olan sema-yı müstakbeldeki cinanı cehenneme döndürmek, hamiyet ve uluvv-u cenablarına yakıştıramıyorum. Onun te’vili güzel, fikren taakkuledebiliriz. Amma isti’dadımızla amelen tatbik edemeyiz. Tatbikine çok zaman lâzım. Biz ki, ekseriz, muvahhidiz. Tevhidle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı te’sis edecek muhabbet-i millîye ile de muvazzafız. Eğer unsur lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir.”(1)
Bediüzzaman Hazretleri bu yazısında açıkça Prens Sabahaddin’in önerdiği ve ‘’Federasyon’’ diyebileceğimiz sistemin Osmanlı Devletine büyük zarar vereceğini, bir arada ve merkezde toplanması gereken kuvvetin dağılacağını, bu şekilde kuvvetlenen bölgelerin ve milletlerin önce ‘’özerklik’’ isteyeceğini, bunun neticesinde konunun ‘’bağımsızlık’’ taleplerine kadar gideceğini ve bu durumun büyük bir karışıklığa sebebiyet vererek ‘’tavaif-i müluk’’ şekline dönüşeceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman’ın bu görüşleri, bir de içinde bulunulan şartlar ve Osmanlı Devleti’nin durumu nazara alınarak bir tahlile tabi tutulursa, ne kadar isabetli olduğu görülecektir.
Bu teklif yapıldığı zaman Osmanlı Devleti çok ağır şartlarda bulunuyordu. Birçok bölge devletten ayrılıp, bağımsızlıklarını ilan etmiş, birçok bölge de böyle bir hazırlığın için uygun bir ortamı beklemeye başlamıştır. Bulgaristan bu sıralar bağımsızlığını ilan etmiş, Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek’i ilhak etmişti. Bir Osmanlı eyaleti statüsünde olan Girit ise Yunanistan’a katılma kararı almıştı. Zaten ortaya çıkan ve Avrupa’dan üflenen ırkçılık nedeniyle, Osmanlıya ve Türklere karşı bir husumet ortaya çıkmış, bir de ‘’adem-i merkeziyet’’ uygulanırsa, bu husumet daha ileri noktalara taşınacaktır. Bunun da, Osmanlı Devleti’nde başlayan bölünme sürecini daha da hızlandıracağı ve vahim sonuçlara neden olacağı şüphesizdir.
Bediüzzaman’ın böyle bir bölünme sürecinin hızlanmasına katkıda bulunması düşünülümez. Büyük bir kargaşa ve ümitsizlik içinde bulunan ve kendine bir yön tayin etmeye çalışan küçük-büyük bütün kavimlerin bu durumdan olumsuz olarak etkileneceğini ve telafisi asla mümkün olmayan çok daha tehlikeli sonuçlar doğuracağını gören Bediüzzaman, Prens Sabahaddin’in iyi niyetlerle yaptığı bu teklife karşı çıkmış ve bunun yerine’’tam demokratikleşme’’ diyebileceğimiz bazı öneriler sunmuştur. Prens Sabahaddin, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu problemlerden çıkışı için kafa yoran ve proje geliştiren bir aydın olarak düşüncelerini ifade etmiş ve bunları kamuoyu ile paylaşmıştır. Bediüzzaman da sorumluluk sahibi bir Osmanlı aydını olarak bu görüşlere cevap vermiş ve ileri sürülen görüşlerin Osmanlı Devletini parçalamaya kadar götüreceğini ifade ederek bu konudaki kaygılarını dile getirmiştir.
Tavaif-i Müluk ise; küçük küçük devletçikler ve idareler halinde bölünmüş bir yapılanmanın adıdır. Anadolu Selçukluları yıkılınca Anadolu’da bulunan beyler, hâkimiyetleri altındaki topraklarda kendi idarelerini kurmuşlar ve böylece Anadolu’da çok sayıda devletçik ortaya çıkmıştır. Bizanslıların hücumları karşısında çaresiz kalan ve ayrıca birbirleri ile uğraşarak kuvvetlerini bu şekilde zayi eden bu Müslüman Türk beylikleri, uzun süre devam edememiş ve Osmanlıların çatısı altında birlik ve beraberlik yeniden sağlanmıştır. Buna benzer başka bir parçalanma da, İspanya’da meydana gelmiştir. Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra, bölgede bulunan çok sayıda hanedan ortaya çıkıp, bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Şehir devleti şeklinde olan bu yönetimler, kısa bir süre sonra Katolik İspanya orduları karşınıda hezimete uğradılar ve bunun sonucu olarak 800 yıllık topraklarını ve vatanlarını kaybettiler.
Bediüzzaman, bu şekilde parçalanmaya kadar gidebilecek bir düşünceye karşı olmakla birlikte, ‘’her milletin devam ve bekasının şartı olan; milli adet ve geleneklerin, konuşma dillerinin ve fikirlerinin uygulanma ve kullanma imkânının verilmesi, bunun da gelişmeyi netice verecek bir rekabet ortamını meydana getireceğini’’ ifade etmiştir. Bu durum, her bir milletin millet olarak devam edebilmesinin bir lazımı ve gereğidir. Bu ayrı ayrı milletlerin çeşitli örf, adet ve lisanlarına uygun ve onların fıtrî ve tarihi yapılarına uygun gelen işler ve hizmetler hususunda, hükümetler üzerlerine düşen vazifeyi yapmalıdır. ‘’Birliği temin etmekle mükellef olduğumuzu, unsur olarak da İslamiyet’in kâfi olacağını’’ da ilave eden Bediüzzaman, bunun ile farklı kültür, dil, adet ve geleneklerin bir ve beraber olarak yaşayabileceklerini, barış içinde kendilerini geliştirip rekabet edebileceklerini ifade ile gelişmiş demokrasilerde verilen hakların nihai sınırlarına işaret etmiştir.
Aradan geçen yüz yıldan fazla bir zaman içerisinde, hassasiyetlerin devam ettiği ve ülke üzerinde oynanan oyunların farklı senaryo ve aktörlerle devam ettiği görülmektedir. Federasyon sistemi Irak gibi devletlerde mümkün olabilir. Fakat Türkiye gibi doğuda yaşayan Kürt nüfustan çok daha fazlası batıda yaşayan ve Diyarbakır’dan daha çok sayıda Kürd’ün İstanbul bulunduğu bir ülkede federasyonun bir felaket olabileceği ve hiçbir çözüm getirmeyeceği asla unutulmamalıdır. Şırnak HEP eski Milletvekili ve 2007 yılında Doğu Bayezıd’ta katıldığı bir festivalde kalp krizi geçirerek vefat eden Av. Orhan Doğan da, federasyon konusunda benzer görüşleri savunmaktadır: ‘’(Federasyonun) günün koşullarına uygun olmadığı düşüncesindeyim. Ben Türkiye’de Kürt sorununun federatif bir yöntemle çözülmesinin mümkün olmadığı kanısındayım. Bir kere Türkiye’de Türkler ve Kürtler, federal bir yapıya sahip olan diğer ülkelerdeki gibi değiller, çok iç içe geçmişler. Örneğin, İstanbul bir Kürt şehri gibi. Türkler ve Kürtleri farklı bir coğrafyada yaşatacak demografik bir yapı hiç olmadı Türkiye’de.’’(2) Gerçekten Kürtlerin yaklaşık % 60’ının Fırat Nehri’nin batısında yaşadığı göz önüne alınırsa federatif sistemin bir çözüm olmayacağı kendiliğinden anlaşılır.
Ayrıca yüzyıla yakın bir süredir büyük darbelerle çok büyük yara alan İslam kardeşliği, eskisi gibi tam mükemmel hale getirilmeden uygulanacak bir ‘’federatif’’ sistemin, yarardan çok zarar getireceği göz ardı edilmemelidir. İdris-i Birlisi’nin yaşadığı dönemde çok canlı ve dinamik olan İslam kardeşliği sayesinde’’eyalet’’ sistemi rahat bir şekilde uygulama imkânı bulmuştur. Bugün için aynı şeyleri söylemek hiç de kolay değildir.
Oysa Türkiye’nin yapması gereken, trajik sonuçlar doğurabilecek formüller yerine; baskı, haksızlık ve anti demokratik uygulamaları etkisiz kılarak, temel insan haklarına dayalı tam ve eksiksiz bir demokrasiyi güçlendirmek, devleti zulüm ve baskı aracı olmaktan çıkararak, tüm vatandaşlarına eşit mesafede olan ve hizmeti esas alan bir devlet haline getirmek olmalıdır. Her şeye müdahale eden bürokratik ve merkeziyetçi bir yapı yerine, çağdaş normlara ve prensiplere uygun şekilde devlete, demokrasi ve hukuk prensiplerine göre işleyen bir yapı kazandırmak için gayret gösterilmelidir. Bu yapılırken de bütün ülkeyi kapsayacak ve bütün vatandaşlara şamil olacak şekilde, demokratik ve insani haklar yönünden eşit hale getirecek bir anlayışla hareket edilmelidir.