Yıllar boyu tartışıldı “Osmanlı’da içki” meselesi...
Dindar kesim “İmalâtı da, satılması da, içilmesi de zinhar yasaktı” derken, laik kesim “Padişahlar bile içerdi” diye tutturur...
Aslına bakarsanız, iki taraf da abartıyor...
Bu konuda bazı bilinmeyenleri yazmanın vakti geldi sanırım...
Öncelikle şunu bilmek lâzım ki, Osmanlı Devleti’nde, Müslümanların içki içmesi, üretmesi ve ticaretini yapması yasaktı.
Ancak Osmanlı toplumu, sadece Müslümanlardan oluşmazdı. İçinde Rum, Ermeni, Musevi gibi Müslüman olmayan topluluklar da yer alırdı... Tabiatıyla bunlar içkiyi “haram” saymıyordu.
Kaldı ki, gayrimüslim azınlıklar “özel hukuk”a tabi idiler. Bu sebeple Osmanlı Devleti, kendi inançları ve arzuları istikametinde özgür hareket edemiyordu. Hele de “içki yasağı” söz konusu olduğunda yabancı (en çok İngiliz) elçilikler ayaklanıyor, dünyanın en ciddi meselesi bu imiş gibi, Saray’a ültimatomlar veriliyordu (Günümüzde bu görevi çoktan beri bizim “laik kesim” yapıyor: 24 yaş altı gençlere içki alımını zorlaştıran uygulama karşısında kopardıkları kızılca kıyamet ortada).
Sonuçta, Osmanlı yönetimi, Avrupa’nın iç işlerine karıştığı son zamanlarında içki üretimine, taşınmasına ve belirlenen yerlerde satılmasına, belli şartlar çerçevesinde gayrimüslimlere (Müslüman olmayanlara) izin verdi.
Buna rağmen zaman zaman tümüyle yasaklandığı da olmuştur. Meselâ, Sultan III. Selim, 1800 yılı başlarında yayınladığı bir Hatt-ı Hümayun’da meyhanelerin kapatılmasını istemiştir.
Bu fermanında, Sultan III. Selim, “Ehl-i İslâm’ın içkiden külliyen men edilmesi”ni bir kez daha hatırlatıyordu:
“Eğer Müslümandan bir kimesne sarhoş görülürse, içkiyi kangı kâfirden aldı ise katlolunsun!”
Ancak bu emri uygulamaya koymak hiç kolay değildi.
Bu konuda üst üste yapılan toplantılarda her kafadan bir ses çıkıyor, ekonomik gerekliliklerden tutun, dini hassasiyetlere kadar bir sürü “gerekçe” çarpışıyordu...
Tartışmaların gereğinden fazla uzaması, en sonunda Padişah’ı çileden çıkardı:
“Kıyl-ü kal (gereksiz ayrıntı) ve söze ba’is olmak küşküllüğü kendinize ‘ad etmişsiniz. İslambol’da iki-üç meyhane kapatup bir iki avretin (fahişeleri kastediyor) hakkından gelmesi için yirmi gün kadar meşveret edip bir nizam veremiyorsun sübhanellah” diye Sadrazam’ı azarladı.
Sekbanbaşı, Sultan III. Selim’e şöyle bir öneri getirdi:
“Meyhanelerin hepsi kapatılsın, fakat reayanın (gayrimüslim teb’a) bekârları için şehrin kenar yerlerinde iki üç tane meyhane açık bırakılsın. Müslümanların girmemesi için de kapılarına güvenlik görevlileri konulsin.”
Sekbanbaşı’nın önerisi Şeyhülislam’ın şiddetli itirazıyla karşılaştığı için kabul görmedi.
Böylece Müslüman ve gayr-ı Müslimlerin alenen içki içmeleri, satmaları ve meyhane açmaları yasaklandı.
Bu karardan tabiatıyla yabancı elçiliklerde çalışanlar da etkilenmişti. Elçilik temsilcileri birkaç kez Sadarete (başbakanlık) müracaat ederek, içki yasağının kendilerini kapsamamasını talep ettiler, ama bu konudaki ısrarlı talepleri dikkate alınmadı. Sadece bir defaya mahsus olmak üzere İngiltere elçisinin on varil, Felemenk elçisinin iki şişe şarap almalarına izin verildi.
Baskıların artması üzerine yasağı yumuşatmak zorunda kalan Sultan III. Selim, elçilik mensuplarının “kifayet miktarı” (yeteri kadar) içki satın almalarına izin verdi.
Aslında Sultan III. Ahmed’in padişahlığı (1703-1730) döneminde de benzer tartışmalar yaşanmıştı.
O tarihlerde ikisi sur dışında, biri Galata’da olmak üzere İstanbul’da yaşayan azınlıklar için sadece üç meyhane vardı. Yazık ki, 18. Yüzyıl sonlarına doğru bu sayı maalesef artacaktı.
Akit