Kürt anaları, erkek evlatlarının başına bir iş gelince veya onları kaybedince ‘’Ax Lawa’’ diye ağlar ve gözyaşları dökerler. Uludere faciasının ardından ağlayan ve ‘’ax lawa’’ (ah evladım-ah oğlum) diye feryat eden anaları görünce uzun süre kendime gelemedim.
Bir evlat acısının ne demek olduğunu, ancak bunu yaşayan anne ve babalar bilir. Böyle büyük bir acıyı Allah kimseye yaşatmasın. Fakat hayatın akışı içinde, ölümler kaçınılmazdır ve her fani bu yoldan geçecektir.
Ekmeklerini kazanmak ve geçimlerini sağlamak için onlarca yıldır, Mardin-Şırnak-Hakkâri-Van illerinin sınır bölgelerinde kaçakçılık olayları yaşanır. Bu vaziyet, bütün tehlikelere karşın, bu bölgenin çok acı bir gerçeğidir.
Çoğu zaman sınırda görev yapan güvenlik güçleri ile elde edilen karlar bölüşülerek, bu kaçakçılık hadiseleri kazasız belasız atlatılır. Zaten herkes de bu kaçakçılığı farkındadır ve bölgenin ekonomik bir gerçeği olarak da normal karşılanmaktadır.
Zaman zaman da kaçakçılık hadiseleri nedeniyle büyük çatışmalar yaşanmıştır. Fakat otuz yıla yakın bir süredir yani PKK silahlı eylemlere ve sınırdan geçişlere başladığından beri, artık çatışmalar güvenlik güçleri ve PKK arasında yaşanır oldu.
Çocukluğumuzda geceleri bazen silah sesleri ile uyanır ve korkudan anne ve babamızın yanına giderdik. ‘’Korkmayın bir şey yok, kaçakçılar huduttan geçiyor’’ sözleri ile yatıştırılırdık. Bu durum gecelerimizin mutat bir parçası haline gelmişti.
Bazen de sabahları, geceleyin yaşanan çatışmada öldürülen veya yaralanan insanların, komşu ve tanıdıkların acı haberlerini alır ve bu acılarını yüreğimizde hissederdik. Mayınlarda sakatlanan veya çatışmalarda yaralanan çok sayıda insan tanırdık.
1981 yılında Cizre’de bir sağlık kuruluşunda görev yaptığım ve bir gece nöbetçi olduğum bir sırada, gece yarısı büyük bağrışmalar ve gürültüler ile kapıya doğru heyecan ve telaş ile koşmuş ve kapının yerinde olmadığını görmüştüm.
Suriye sınırında kaçakçılarla, karakolda nöbet tutan askerler arasında şiddetli bir çatışma yaşanmış ve bir er de göğsünden ağır bir şekilde yaralanmıştı. Kapıyı yerinden sökenin de karakolun komutanı olarak görev yapan başçavuş olduğunu öğrenmiştik.
Ağır yaralı askere gereken bütün tıbbi müdahaleler, o günlerin yetersiz imkânları içinde yapılmış, fakat kurtarılamamıştı. Askerin vefatı üzerine iyice kendinden geçen karakol komutanı, görev yapan bütün personele küfürlerle saldırmış ve hepimiz dışarı kaçarak canımızı kurtarmıştık.
Daha sonra olayın mahiyeti ortaya çıkmış ve karakol komutanı tutuklanarak cezaevine atılmıştı. Kaçakçılar ile anlaştığı, fakat bu anlaşmadan haberi olmayan nöbetçi erin kaçakçılara engel olmaya çalışması neticesinde bu hazin olay yaşanmıştı.
Van’ın Özalp ilçesinde de buna benzer bir hadise, 1943 yılında yaşanmış ve hayvan kaçakçılığı yapan otuz üç masum insan, yine bir rant anlaşmazlığı neticesinde General Mustafa Muğlalı'nın verdiği emir ile kurşuna dizilerek öldürülmüştü.
Şair Ahmet Arif, bu feci ve trajik hadiseyi, ‘’Otuz Üç Kurşun’’ şiiri ile ölümsüzleştirmişti. Bir kaç gün önce Uludere'de, en az bu hadise kadar trajik başka bir hadise yaşandı. Bilmiyorum belki bu olayı ‘’Otuz Beş Bomba’’ diye tarihe mal edebiliriz.
Böyle dehşetli bir olay hakkında yazı yazmak çok zor. Birkaç gündür tereddütteyim. Ne yazacağım konusunda da, doğrusunu söylemek gerekirse bir fikrim yok. Hani ‘’sözün bittiği yer’’ denir ya, işte aynen öyle bir noktadayız.
Şırnak İline bağlı Uludere İlçesi’nin Gülyazı köyünde oturmakta olan yaşları 15-30 arasında otuz beş vatandaşımız, kaçak olarak mazot ağırlıklı olmak üzere bazı malzemeleri Irak sınırından Türkiye’ye geçirirken, F16 uçaklarının bombardımanı sonucu hayatlarını kaybettiler.
Birkaç gündür, yazılanları ve söylenenleri takip etmeye çalışıyorum. Konu ile ilgili olarak Dünya TV’de de iki saat kadar süren bir programa katıldım. Yetkililerin açıklamalarında da birkaç gün devam eden tam bir çaresizlik ve şaşkınlık müşahede edildi.
Çünkü bu olayın ve katliamın savunulacak hiçbir tarafı yok. Demokratik açılım için önemli adımların atıldığı ve güzel şeylerin yapıldığı bir süreç içerisinde bu dehşetli olayın meydana gelmiş olması, süreci baltalamak isteyenler için çok büyük bir fırsat olmuştur.
Oysa çok dikkatli olunması ve kılın kırk yarılması gereken bir sırattan geçiyoruz. Türkiye, her ne şekilde olursa olsun Kürt Meselesini tam demokratik bir zeminde ve kardeşlik bağlamında çözmek zorundadır.
Çünkü Türkiye’de huzurun ve sükûnetin de başka bir yolu görünmüyor. Kürt Meselesi tam anlamıyla hal edilmediği sürece, sıkıntılarımız bir şekilde devam edecek.
Bu süreçte, devlet görevlilerinin çok azami bir dikkat ve özen göstermeleri gerekir. Böyle büyük bir facianın, istihbarat zaafından kaynaklandığı ihtimali giderek daha da kuvvet kazanıyor. İHA’ların (insansız hava araçlar) vatandaşlar ile PKK’lileri ayırt etme kabiliyetine sahip olmadığı anlaşılıyor.
İHA’larda böyle bir zaaf mevcut olduğuna göre, mutlak surette farklı şekillerde bunları desteklemek gerekir. Yetkililer tarafından ifade edildiği gibi, devamlı olarak beş on kişilik gruplar halinde sınırı geçen kaçakçıların, hangi nedenlerden dolayı kırk kişilik bir grup halinde sınırı geçmeye çalışmalarının da perde gerisi mutlaka aydınlatılmalıdır. Yoksa önümüzdeki dönemde de bu tür büyük faciaların yaşanması mümkün olacaktır.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın önceki gün yapılan ve altı saat kadar süren Bakanlar Kurulu toplantısının ardından geç saatlerde yaptığı açıklamayı dinledim. Hükümet, bu meselede birkaç gündür yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışıyor.
Bu olayın içinde istihbarat zaafının ötesinde, başka bazı noktalar, yanlış yönlendirmeler ve kasıtlı bilgilendirmelerin mevcut olup olmadığı, mutlaka bütün yönleri ile araştırılmalıdır.
Olayın çok yönlü olarak soruşturulduğu ve bu çalışmaların devam ettiği ifade edildi. Devlet bu araştırmanın neticesinde öldürülen vatandaşların ailelerine tazminat ödeyecek.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve bazı bakanlar, olayın hemen ardından maktullerin köyüne bir taziye ziyaretinde bulundular. Bu elbette çok anlamlı bir hareketti. Belki çok önemli bir ameliyattan çıkan Başbakan’ın böyle bir ziyarette bulunmaması anlaşılabilir. Zaten ziyaret esnasında mağdurların yakınları ile telefonla görüşerek, yapılması gereken her şeyin yapılacağı konusunda bazı sözler de verdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün daha fazla gecikmeden en kısa süre içerisinde devlet adına bu köye bir taziye ziyaretinde bulunması, bu yaranın sarılması açısından çok büyük bir önem taşıyacaktır.
Bakanların ziyareti öncesinde BDP Şırnak Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Hasip Kaplan'ın yapmış olduğu konuşma, çok büyük bir yanlıştı. Böyle durumlarda sükunet tavsiye etmek ve meselenin bütün yönleri ile aydınlanması için gayret göstermek gerekirken, yangına körükle gitmek anlamına gelecek tavır ve beyanlardan herkesin dikkatle ve özenle kaçınması gerekir.
Gülyazı köyüne taziye için gelen ve köyün sakinleri tarafından çok sevildiği bilinen Uludere Kaymakamına yapılan saldırı, gerçekten çok hazin bir olaydır. Taziye için gelen bir yetkilinin, köy ile hiç alakası olamayan ve dışarıdan gelen bazı şahıslar tarafından linç edilmek istenmesi karşısında, taziye sahiplerinin yaşadığı büyük üzüntü az da olsa teselli verici olmuştur.
Asıl dehşet verici olan nokta ise, Kaymakam'a linç girişiminin, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan tarafından tahrik edildiğine dair iddialardır. Bu vahim iddianın mutlaka araştırılması gerekir.
Türkiye Cumhuriyetinin her Kürt vatandaşı, Türkiye'nin her karış toprağını tam bir güven ve huzur içinde dolaşabileceği gibi, her Türk vatandaş da tam bir emniyet ve gönül rahatlığı içinde gezebilmelidir.
Otuz beş masum vatandaşımızın böyle büyük bir hata ve istihbarat zaafı sonucu öldürülmüş olması karşısında devletin, mazlumların ailelerinden özür dilemesi, devleti küçültmez. Bilakis özür beyanı, maktullerin ailelerinin yüreklerindeki, tam olarak söndürülmesi mümkün olmayan ateşi, bir nebze de olsa azaltacaktır.
Demokrasiye giden yol; tuzaklarla, mayınlarla ve bombalarla doludur. Tam demokrasi hedefini önüne koyan bir hükümetin de en büyük görevi, bu yolu bütün tehlikelerden ve tuzaklardan temizlemektir.
Devletin ve hükümetin bilgisi haricinde bu yola tuzak kuranlar varsa, devlet bunları ortaya çıkarıp deşifre etmek ve hesap sormak zorundadır. Eğer bunları yapanlar ortaya çıkarılmazsa ve hesap sorulmazsa, milletin devlete olan güveni ve bağlılığı sarsılacak ve bunun vebali de hükümetin omuzunda kalacaktır.
Türk-Kürt kardeşliği ve beraberliği, her türlü art niyet ve provokasyona rağmen sarsılmadan ilanihaye hak ve adalet zemininde devam etmelidir. Her iki milletin de huzur ve mutluluğu bu birlik ve kardeşliğe bağlıdır.