Bu söz farklı bahislerden oluşuyor. Dikkatimi en çok çeken ikinci mevkıfın üçüncü maksadından sonra irdelenen hakikatlerdir. Kur’an’daki güzellik nevileri hüsün kelimesinden doğmuşlardır. Allah kelamının zerafeti gereği bütün güzellik türlerini hüsün ve ondan doğan ahsen, sonra muhsin, tahsin ve diğer iştikaklarını kullanır kitabı boyunca.
Estetikte yaygın olan üç güzellik kategorisi vardır. Güzellik, kemal ve celal. Bediüzzaman, şuunat-ı Rububiyeti anlatırken en çok bu kelimeleri kullanır. Allah’ın şuunat-ı kudsiyesi ve kullarının amelleri, ubudiyet bu üç kategori ile izah edilebilir. Bütün din bu üç büyük kategoriden doğmuştur denebilir. Büyük bir tasnif yapılsa bunlardan doğan büyük bir ilahi estetik ortaya çıkar.
Bu bahiste hüsün yanında kemal, kemalat ve celal münhasıran anlatılmaz ama bütün bu güzellikleri besleyen adeta bir muhit şemsiye gibi ifade ile anlatılır. Bu Zat-ı Zülcelal’in kemalatı cümlesidir. Şu cümledeki gibi: “Umum kainattaki umum kemalat bir Zat-ı Zülcelal’in kemalinin ayatıdır ve cemalinin işaratıdır. Belki hakiki kemaline nisbeten bütün kainattaki hüsün ve kemal ve cemal zaif bir gölgesidir.”
Hüsün, kemal ve cemal, O’nun zatının kemalinin delilleridir. Batı estetiğinde celal yüce kategorisiyle karşılanır. Celal insanın idrak mıntıkalarının ihata sınırlarını aşan büyüklükler ve azamet karşısında duyulan ürpertidir. Bediüzzaman bu ürpermeyi namaz ile bağlantılı olarak anlatır çünkü namaz üç büyük kategorinin enmuzecidir. Namazın beyni olan Fatiha sure-i şerifi de bu üç büyük kategorinin içine yerleştirildiği bir büyük suredir. Büyüklüğü o kadar azimdir ki Kur’an Fatiha’da mündemiçtir. Hz. Ali “Bu sureyi ömrüm boyu anlatsam bitiremem” diye buyururlar. Fatiha kapısından girip Kur’an‘ın bahri bikeranına dalmak ve geri dönmek bize has bir durum değil. Hz. Peygamberin (asm) namazda secdeden uzun süre kalkmaması üzerine paniğe kapılan Hz. Aişe o okyanustan Habibullahı geri çağırmıştır ve Resulullah “ne var Ayşe” diye kıyıya gelmiştir.
Ahsen Halıkın’ın izah ederken “Meratib-i Halıkiyetin en güzel en münteha mertebesinde bir Halık-ı Zülcelal’dir. Bunun başka bir türlü izahı yani yarattığı en güzel, en müntehadır. Güzel var, daha güzel var, en güzel var. Neyi yaratmışsa en güzeldir, güzelliğin en nihai noktasındadır. Hiçbir canlının fizyolojik ve psikolojik ve geometrisi daha güzel olamaz. Koyun yaratıldığı günden itibaren tasarımı, fizyolojisi, fevaidi, biçimselliği ile kimsenin ondan daha güzel bir koyun tasarımı olamaz. Üstelik Allah ibda sahibidir, deneme yanılma yoluyla güzel yapmaz, ilk yarattığı en güzel olandır. Koyun biçimsel bir evrim geçirmemiştir. Bütün canlılar da böyle.
Evrimi düşünenler evrime uğramışlar. Müstakim akıldan geriye doğru gitmiş evrimcilerdir. Tekerleğin icadından otomobilin icadına kadar insan eksikleri göre göre gelmiştir çünkü muhit nazarı yoktur. Allah en mükemmeli bir anda yaratır. Müntehada da güzelliğin en son noktasıdır. Arı -Bediüzzaman ona şerbetçi diyor- kimse onu daha harika tasarlayamaz, en son noktadadır. Ayetler ile şanlandırılmış bir fiilin sahibidir o küçük arı.
Bir açıklaması da şöyledir. ”Herşeyi herşeye layık bir tarzda, en güzel bir mertebede halkeder bir Halık’tır.” Yukarda en güzel, en münteha dedi, bunlar O’nun yarattıklarının özellikleri. Burada da herşeye layık bir tarzda diyor. “Anne bu elbise bana yakışmadı” diyen bir canlı yok. Hiçbiri elbisesinden, yaratılış özelliklerinden şikayetçi değildir, insan dışında. En güzel mertebe cümlesi de yine O’nun yarattığından daha güzel yok. Bütün kainatı, dünyayı, levazımatı ile beraber bir anda en güzel şekilde yaratmak ancak O’na mahsustur.
Kemalat ve güzellik birbirinin içinde. Kemalat olmadan güzellik olmaz, güzellik olmadan kemalat olmaz. Estetikçiler kemalata yetkinlik diyor, yani olması gerektiği şeye yeterli demek. Herşey yetkin koyun kendine yeterlidir! ”Aa şuram eksim kalmış, Allah’ım bana gönder” demiyor. Tasarım, biçimsel yetkinlik ama kemal içli dışlı, maddi manevi tasarım.
“Hayr ül muhsinin” de yine hüsün kelimesinden doğmuş bir güzellik duyumu. Bir küçük ihsandan Allah’a giden yolu bulup onu Allah’a bağlamak. Bu daha ileri bir estetik tasarım. Bu neyi sağlar kendi anlatır. “Halık ve mün’im tevehhüm olunan zahiri esbab, ehl-i gaflet nazarında Münib-i Hakiki’ye perde olur, ehl-i gaflet onlara yapışır, nimet ve ihsanı onlardan bilir. Medih ve senalarını onlara verir. Kur’an der ki Cenab-ı Hak daha büyüktür, daha güzel bir Halık’tır. Daha iyi bir Muhsindir. O’na bakınız, O’na teşekkür ediniz.”
Allah aynı zamanda bütün esması güzel olandır, bütün esması en ahsendir, en güzeldir. Bütün kainat, kemalatıyla bu hakikata şahittir. “Lehülesmaül Hüsna” bütün esmasını ahseniyet ile tavsif şu manayı ifade ediyor.
Allah’ı layıkıyla tanımak ancak Risale-i Nur okumakla mümkündür. Sınav salonunda başarısız öğrenciye hocası “Dersine çalışmamışsın” der. Toplumsal kriterler yüzünden bir hakikati görmeden gelmek insanları Allah’ın huzurunda mahcub eder. “Beni layıkıyla tanımamış karşıma gelmişsin ayıp değil mi?” Doğu Anadolu’da sorbon yok, bir köyden bir adam çıkmış bir nevzuhur. Allah’ı en güzel şekilde bütün eserlerinde tanıtıyor. Ülkenin en kelli felli kurumlarından çıkmamış ilahi bir tensiple müminlerin imdadına koşmuş, yerini yurdunu eleştirip hakikatten kaçamazsınız.
Ali Almış sancağını eline
Segirdüp giderler mahşer yerine
Hasanı Hüseyni almış yanına
Ah ümmetim diye ağlar Muhammed.
Bizim için ağlayan O ama biz kendimize ağlamalıyız.
Yunus harika, olağanüstü bir sanatçı. Bir dörtlükte dinin bütün umdelerini görüyoruz. Ali, Sancak, Mahşer yeri, Hasan, Hüseyin ve ümmetine ağlayan Hz. Muhammed (asm). Bir dörtlüğü bu kadar trajik ve yerinde, kayıtları yüklemek, ancak büyük sanatçıların özelliğidir. Sermaye çok, adam yok, ahirette Siz Yunus’u tanımadan mı geldiniz? Ya Bediüzzaman’ı, Ahmet Yesevi’yi, Ahmed-i Hani’yi? Yok yok yok. “Götür bunu zebani uygun bir yere bırak” demezler mi?
İnsan ehadiyet sırrıyla yaratılmış yani bir evin yapılması için ne lazım onları bir araya getir o ev yapılır. Bir insanın yaratılışı ve levazımatı Allah’ın kaç isminin onda temerküzü ile mümkündür. İşte bu ehadiyet sırrıdır. Bütün varlık insana koşarlar. Ana rahminde o küçük pıhtı nasıl olurda bir-iki bin azası olan canlıya dönüşür. Dünyanın en büyük heykel ve sanat atölyesi. Her yaratılana masraf çıkarsaydı Allah “bu masrafı şükür ile karşılarsan seni yaratayım yoksa vazgeçeceğiz” deseydi ne olurdu Allah bilir. Bizim dışımızda canlılar da vesait ve esbabın mezahiriyle görünürler. Vasıtalar ve sebeblerin aynasıyla ama ehadiyette vesait ve esbab yok. Bir anda sayısız esma koşarlar varlığın sultanını meydana getirmeye.
“Kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak…“
İşte insana ehadiyetin tecellisi aynalarda görünen yansımalardan daha harikadır. Ahsen ül Halıkın, Hayrül Muhsinin... Bu kadar anladım ne yapalım.
Allah’ım şu metnin hakkı için kötülerin şerrinden bizi muhafaza eyle…