Översek öldürür müyüz?

Metin KARABAŞOĞLU

Hadisler arasında dolaşırken, hayrete düşüren bir manzara bizi karşılar. Algının seçiciliği denilen olgu nasılsa hadislere bakışa da sirayet etmiş; bu ise, başka bazı hadislerin denge ve istikamet üzere nasıl yaşanacağını gösteren bazı hadislerin gözden kaçmasına sebebiyet vermiştir. Ümmete veya ümmet içinde belli bir topluma yahut topluluğa mal olmuş hadisler vardır. Ama bu hadisler, onları tefsir eden, onların yerini ve sınırını belirleyen başka hadislere karşı ise tam bir ihmal ile mal olmuşlardır.

Sonuç, hadislerin bütününde bir denge ve istikamet talimi varken, bizim sözümona hadise dayanarak—ama sadece bir hadise veya bir grup hadise dayanarak—dengeyi yitirmemizdir.

Hadislerin bütünü içinden sadece bizim yaşayışımızı teyid edenlerin, yalnızca bizim kültürel, zihinsel veya psikolojik iklimimize uygun olanların seçilmesinin sonucu ise, güya hadise dayanarak, gerçekte bizim Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın sünnetine uygun bir düşünce ve yaşayış çizgisini tutturamayımışızdır.

Bunun yaşadığımız toprakların yaşayış, düşünüş ve davranış kalıplarına uygun bir örneğini, bir insanı övmeye dair hadisler oluşturur. Bu topraklarda yaşayan hemen herkes bilir ki, Peygamber aleyhissalâtu vesselam, birini övmenin, onu boğazlamak gibi olduğunu söylemiştir: “Sakın birbirinizi methetmeyin. Çünkü bu boğazlamak (yani methedileni bir nevi katletmek)’tir” (Muaviye b. Ebi Süfyan’dan rivayetle, İbn Mâce). Yine Peygamber aleyhissalâtu vesselam, sahabilerinden, meddahların ağzına toprak saçmalarını emretmiştir (Ebu Hureyre’den rivayetle, Tirmizî, Zühd 55).

Hâfızalara yerleşmiş olduğu gibi, dillerden de düşmeyen bu iki hadise binaen, bu topraklar, takdir özürlüdür. İçinde yaşadığımız kültürel iklimde, tekdir kolay, takdir zordur. Güzel birşey de görsek, sahibini ya takdir etmez ya da çekinerek takdirimizi ifade ederiz. Çocuklar, eşler, öğrenciler, emrimizin altındaki çalışanlar, takdirden çok, tekdir görürler bizden. Takdirin, övgünün insanı ‘bozacağından’ endişe ederiz zira. Yerginin insanı bozup bozmayacağı konusunda ise, pek endişelenmeyiz.

Görünüşe bakılırsa, bunu, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm böyle yaptığı ve böyle emrettiği için yapıyoruzdur.

Halbuki, otoriter bir zihniyet ve davranış kalıbının yansıması olan bu davranışımızı dayanak kılmaya çalıştığımız Asr-ı Saadet, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın ashabını takdirde ne kadar da cömert olduğuna dair onlarca hadis, yüzlerce hatıra içermektedir.

On sene Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın hizmetinde bulunduğu ve defalarca yanlış işler yaptığı halde bir kere bile Resûlullah’tan “Niye böyle yaptın?” veya “Niye böyle yapmadın?” diye azar işitmediğini bildiren Enes b. Mâlik’in rivayet ettiği bir hadis, bunun en câmi örnekleri arasındadır.

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Ümmetim içinde, ümmetime karşı en merhametli kişi Ebu Bekir’dir. Onlar içinde Allah’ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer’dir. Hayâ cihetiyle en şiddetli olanı Osman’dır. En isabetli hüküm vereni Ali’dir. Helâl ve haramı en iyi bileni Muaz ibnu Cebel’dir. Ferâizi en iyi bileni Zeyd ibnu Sâbit’tir. Kur'ân okumasını en iyi bileni Übey ibnu Ka’b’dır. Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh’tır. Ebu Zer’den daha doğru sözlü olan birini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı. O, verâda İsa aleyhisselam gibidir.”

Hadisin devamından öğrendiğimize göre, özellikle Ebu Zerri’l-Gıfârî hakkındaki bu büyük övgü Hz. Ömer radıyallahu anhu ziyadesiyle şaşırtacak, onun “Yani biz bu hasletin onda olduğunu kabul edecek miyiz?” sorusuna Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm “Evet, bu hasletleri onda var bilin!” diye cevap verecektir (Tirmizî, Menâkıb).

Hadis kaynakları, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın övgüsünün burada ismi geçen sahabilerden ibaret olmadığını gösterir. Bir başka hadisin bildirdiği üzere, “Ben aranızda ne kadar kalacağımı bilemiyorum” dedikten sonra, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’e işaret ederek “Benden sonra bu ikisine uyun” buyuran Hz. Peygamber, devamla şunları söylemiştir: “Ammar’ın davranışlarını örnek alın. İbnu Mes’ud ne söylemişse tasdik edin.” Onun belirttiğine göre, Hz. Ali ‘ilim şehrinin kapısı,’ Ammar ve Ali ile birlikte Selman-ı Fârisî ise ‘cennetin özlediği üç kişi’dir. Bir gece, Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim’in okuduğu Kur’ân’ı dinleyen Hz. Peygamber, ‘ümmeti arasında böyle kişileri var ettiği için’ Allah’a hamd ü sena etmiştir. Bir sefer dönüşü, genç sahabiler Seleme b. Ekva ile Katâde “Bugün piyadelerin en hayırlısı Seleme, süvarilerin en hayırlısı Katâde’dir” övgüsüne mazhar olmuştur.

Onun tek tek sahabileri için daha böyle nice övgüsü olduğu gibi, bütün sahabilerini, yahut Bedir ashâbını, Muhacirîn’i veya Ensâr’ı içine alan hususî övgüleri de vardır.

Bütün bu övgüleri, “Sakın birbirinizi medhetmeyin; bu, boğazlamaktır” buyurarak, bir kişiyi övmenin onu boğazlayıp öldürmek gibi olduğunu söyleyen; meddahların ağzına toprak saçmamızı isteyen bir Peygamberden sâdır olduğu düşünüldüğünde ise, karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, sahabilerini övmüş; ama sahip oldukları vasıflarla övmüştür. İlgili hadislere dikkat edersek, her sahabi, sahip olduğu meziyetle övülür haldedir. Hz. Ebu Bekir’de merhamet, Hz. Ömer’de salâbet, Hz. Osman’da haya, Hz. Ali’de ilim ve hüküm, Ebu Ubeyde’de emânet, Ebu Zer’de doğru sözlülük ve verâ, Muaz’da fıkıh, Zeyd’de ferâiz, Ubey’de kıraat-i Kur’ân…

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, her sahabiyi, âlemler Rabbinin ona nasip ettiği vasıflarla övmüştür. Onda olmayan vasıflar ile değil. Dahası, onları bu vasıflarla temayüz ettiren âlemler Rabbine olan hamdini de belirterek…

Demek ki, diğer iki hadisin yasakladığı ‘medih,’ bir insanın taşıdığı vasıflarla değil, taşıdığı vasıflarla övülmesidir. Yani, hakikate dayanmayan, yapmacık veya abartılı yalan övgülerdir. Bir de, bu meziyetlerin doğrudan o kişilerin şahsına hamledilmesi; has kullarına bu meziyetleri nasip eden Rahmân-ı Rahîm’in nazarlardan gizlenmesiyle, ‘ayna’ların ‘güneş’ yerine konularak övülmesidir.

Ne zaman bu toprakların neredeyse içine sinmiş otoriter zihniyet ve davranış kalıplarının öne çıkardığı iki hadise karşılık, onları açıklayan ve dengeleyen başka onca hadis karşısındaki cehaletimiz aklıma gelse, Bediüzzaman’ın İhlas Risalesi’ni de hatırlarım. İhlası dört esasa dayandıran Bediüzzaman, bu esaslardan biri olarak ‘kardeşlerinin şerefiyle şâkirâne iftihar etmek’ derken, hadislerin bütününden hâsıl olan bu istikamet dersini nasıl da özetliyor!

Allah hepsinden razı olsun…

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.