Anlatacağım kıssa bir eski hikâyedir;
Maksadım hâtırlatmak, çoğumuz bunu bilir.
Dervîşlerle âlimler farklı, diye işitmiş;
Öğrenmek için adam, önce dergâha gitmiş.
Kapıda sormuş bu zât, kim girse içeriye:
“İçinizde en fâzıl, en kâmil kimdir?” diye…
“Benden sonra gelendir.” Cevâbını alırmış.
Hepsi böyle dedikçe adam hayli şaşırmış.
Aynı soru sorulmuş en son gelen dervîşe;
“Benden önce gidenler.” demiş, bakın şu işe…
Ulemânın hepsi de aynı cevâbı seçmiş:
“Şübhe yok ki, o benim!” deyip içeri geçmiş…
İlmî enâniyete bir misâldir bu kıssa.
Dervîşler tarafından anlatılır bilhassa.
Şâirler de mağrûrdur, aynen bu vak’a gibi;
Katın bunlara bir de nice meşhûr edîbi…
Latîfe mi, gerçek mi bu olay bilmem elbet:
Şöhretli bir şâire, ederken halkla sohbet,
“Asrımızda yaşıyor iki şâir-i azîm.”
Denince hemen sormuş: “Pekiy, ikincisi kim?”
Suâl olunsa eğer: “Kıssadan hisse nedir?”
Yolumuzun esâsı fahr değil; tersinedir.
En mütevâzı’ kişi Nebî’dir (asm), örnek bize;
Yolundaysak o Zât’ın, kibir ne gerek bize.
Nefsini beğeneni Üstâd da beğenmiyor:
Lisân-i hâlle bize, böyle olun siz, diyor.
Öğünmek, kasılmak yok bu meslekte gidende;
Âlim, edîb, san’atkâr, şâir, mâhir bir fende…
Kim olursa olsunlar, herkes Nûr’a talebe;
Kimse etmek istemez başkasına galebe.
Mevzûu toparlayıp sözü bağlarsak eğer:
Övüp övünmeyelim; bize tevâzu’ yeter.
“Övmekde ne zarâr var?” diyenler olabilir;
Övmek ödünçtür, dostlar, hep iâde edilir.
Şâkirâne anılsa fazîleti “Kardeş”in,
O ihlâs düstûrudur, dışındadır bu işin.
Alçakgönüllülükdür en tehlikesiz haslet;
Bugün dünyâ bu hâle hem muhtaçdır, hem hasret…
Okuyucuma derim ben nasîhat kılıklı:
Dövmek de yok, sövmek de; övmek de karşılıklı!