Ben, benim dışımda ise; diğer insanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansızlar olmak üzere hepimiz varız. Belli bir zaman dilimi içinde varlığımız sürüp sonra yok olsak da varlıklar alemine baktığımızda bunların merkezinde en üstün konumda insanların olduğunu görüyoruz. Bu üstünlüğümüzün bizim bir irade ve iktidar gücüne sahip olmaklığımızdan kaynaklandığını fark ederiz, anlarız. Her şeyden önce bu farkındalığı aklımız sayesinde elde ederiz. O halde aklımız sahip olduğumuz en kıymetli donanımızdır. Bir serbestiyet içerisinde aklımızla eşyayı, diğer varlıkları ve etrafımızı kavrar, irademizle tercihlerde bulunur, hayatı yaşarız. Hayat ise varlığımızın anlamlı olmasını sağlayan, adeta diğer varlıkları bize hizmetkâr yapan en büyük sermayedir. Hayatımız gittiğinde ise her şey bitmiş demektir.
Bediüzzaman Hazretleri Kuran-ı Kerîmin Fatiha Suresi ve Bakara Suresinin bir kısım ayetlerini tefsir ettiği İşârât-ül İcaz adlı eserinde talim-i esma konusunu işlerken, Cenab-ı Hakkın Âdemi (AS) tüm mükemmel güzellikleri içine alan yüksek bir yapıda yarattığını, bütün varlıklar âlemini kapsayan yüce bir vicdan ve duygularla donattığını, bu özellikler sayesinde insanı eşyanın hakikatlerini öğrenmeye hazırladığını ve sonra da bütün isimleri öğrettiğini ayetlerin manalarından çıkararak ifade etmiştir (İİ, 259).
Çünkü mülkün sahibi Allah zararları ezelî hikmetiyle öyle takdir etmiş menfaatlerle, şerleri hayırlarla içiçe katmış, güzellikleri çirkinliklerle toplamış, hepsini birbirine karıştırmış, kainatın hamuruyla beraber yaratılış teknesinde yoğurmuş ve insanların kabiliyetlerinin ortaya çıkması ve ruhuna ektiği istidatlarının yeşerip meyvelerini vermesi için onları imtihan ve tecrübeye tabi tutmuştur. Kainattaki çarpışma, değişim, tekamül buradan kaynaklanmaktadır. Allah (cc) tarafından yaratılan sonuçlar yine Onun tarafından yaratılan sebeplere bağlanmış, kainatta cereyan eden bir düzen konulmuş ve insan da o sebeplere yönelerek o düzene uymakla yükümlü kılınmıştır.
Aslında Allah hiç insana böyle bir irade vermeden, onu bir sınamaya tabi tutmadan doğrudan her şeyi en mükemmel bir şekilde yaratabilirdi. Ama o zaman insan gerçek mutluluğu elde edemezdi. Yani iman ve Salih amelle cenneti kazanan insan, bir bakıma aslında Allahın ikram ettiği nimetleri kendi çalışması ile elde ederek Allahın daha üstün bir nimetine ona değer vermesine de mazhar olmuş oluyor. Böylece teklifin mücahedenin sonucu meydana gelen kemale ermeyle ebedi saadete kavuşacak veya bu imtihanı kaybetmekle de cehenneme ebedi bir zarara, kayba uğrayacaktır. İşte yaratıcımız Allah (cc) ilahi kitaplarla ve özellikle son kitabı Kuran-ı Kerim ile bunları insanlara bildirmiş ve seçtiği peygamberle ve özellikle de son peygamber Hz. Muhammed (SAV) somut bir şekilde göstermiştir.
İnsan cüzî iradesini kullanıp çalışarak dünyasını mamur edecek, aslında kendisine verilen duyguların, kabiliyetlerin somut bir şekilde ürünlerini ortaya koyacaktır. Öyleyse insan bütün bu varlıklar aleminde cereyan eden düzeni görüp düşünmeli, kendisine verilen vicdan, akıl ve duyguları ile tefekkür edip tartmalı, kainattaki bu düzenle uyumlu bir şekilde yaşamasını sağlayacak kutsal kitaplarda bildirilen ve emin insanlar tarafından bizzat yaşanarak gösterilen ölçü ve kurallara uygun bir şekilde iradesini kullanarak hayatı yaşamalı ve ebedi mutluluğa ulaşmak durumundadır. Adalet ise; insanın yatılışından gelen temiz ve güzel mükemmel yapısı, o yapıyı besleyen koruyan vicdanı, Allahın peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği ilahi kurallar, kainatta cereyan eden adetullah, sünnetullah da denilen yaratılış kanunları ve nihayet mahşer gününde kurulacak ve hesabı görecek büyük teraziden meydana gelen ilahi mizanla sağlanmaktadır. İşte böylece özgürlüğün istikametini belirleyen bu doğru yoldan tam bir adalet çıkmaktadır.
Bir sonraki yazımızda konumuzu diğer yönleriyle irdelemeye devam etmek dileğiyle hoşça kalın.