• İstanbul’umuzun 556. Fetih yıldönümü sebebiyle, bugün sizlere ‘teknoloji harikası olan çok önemli bir yerden’ bahsedeceğim.
Bahsedeceğim yer; 15 yıl önce Topkapı'daki Trakya Otogarı'nın bulunduğu, bugün ise "Topkapı Şehir Parkı"nın olduğu yerdedir.
Bu muhteşem tesise, loş ışıklı bir tünel gibi merdivenden parçalı az bulutlu bir havada daire şeklinde bir terasa çıktığınızı zannediyor ve önce masmavi bir sema ile karşılaşıyorsunuz. Solunuza bakınca Edirnekapı'daki surlarını, karşıya bakınca Topkapı Surları'nı yani, Kostantinopolis'e ilk Türk askerinin girdiği kapıyı, sağınıza dönünce de Silivrikapı’daki surları göreceksiniz. Bir anda kendinizi bir savaşın içinde bulacaksınız. İşte Sultan II. Mehmed'in "Fatih" unvanını alışına şahit olacağınız ve İstanbul'un fethini en güzel bir şekilde yaşayacağınız yer tam da burasıdır.
3.000 m² 'lik bir alan içerisinde çerçevesi yani sınırları olmayan 360 derecelik panoramik bir resim düşününüz. Resmin en temel özelliği, ona bakıldığında üç boyut etkisi uyandırması. Üç boyut etkisinin sağlanması için resme ancak 14 metre uzaklıktaki bir platformdan bakacaksınız. Platforma çıktığınız anda, 10-15 saniye kadar sürecek bir şok yaşayacaksınız. Bu şaşkınlık durumu, küresel ve ufkî olan bu resmin gerçekliğini ve boyutlarını kavramayı sağlayacak referanslar, ‘başlangıç ve bitiş’ gibi dayanak noktalarını bulamamış olmanın şaşkınlığıdır.
Resmin 650 m²'lik alanı gerçekten üç boyutlu ve alanda, kuşatmada kullanılan topların, top arabalarının, barut fıçılarının imitasyonları var. 2350 m²'lik iki boyutlu resim alanı ise üç boyutlu bölgenin hemen arkasından başlıyor.
Çalışma öylesine detaylı ki, birebir insan büyüklüğünden başlayıp bütün detaylarıyla ince ince işlenerek ufka doğru küçülüyor. Eserdeki figürlerin sayısı 10 bin civarında. Hârika bir eser ve hârika bir yer burası.
07.05.2009 Perşembe günü buraya gitme fırsatım oldu. Ben dâhil, gurup arkadaşlarımızın tamamı; “Tüh be, bu güne kadar buraya niçin gelmemişiz! Oysa duymuştuk buranın açılışını. Kendi kendimizi af etmek ve bu hatamızı telâfi için, mutlaka yakınlarımızı ve sevdiklerimizi de buraya getirmeliyiz” gibi sözlerle hayıflandık. 11.05.2009 Pazartesi gününe kadar, (yani bu 4 gün içinde) sadece ben üç gurup götürdüm oraya. Onların da tepkileri (ah, vah, tüh, keşke.” & “Hârika” gibi) bizimkilerin aynıydı.
Teknik ve sanat yönünden böyle olduğu gibi, İstanbul’un fethinin ruhunu yansıtan en güzel ve en etkili bir yer burası.
• Bu nedenle ve fethin 556. yıl dönümü dolayısıyla, tüm dostlarıma bu görsel şöleni, bu hârika güzelliği bu buram buram tarih kokan şaheseri duyuruyor ve bir an önce gidip görmenizi tavsiye ediyorum…
Ayrıca, böylesine güzel bir ‘kültürel eseri’ bizlere sunanlara, özellikle İBB başkanlığına ve tüm emeği geçenlere minnettarlığımı ve şükranlarımı arz ediyorum…
***
Evet, II. Mehmet daha çocuk yaştan itibaren devrinin en seçkin hocalarının elinde yetiştirilmişti. Kalbine "İstanbul Sevdası" daha küçük yaşta düşmüştü. Hatta çocukluk oyunları bile, İstanbul üzerine kurulmuştu. Devrinin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Vezir Sinan, Ahmet Paşa, Akşemsettin gibi pek çok âlimi, II. Mehmet'e dünyevî ve uhrevî ilimleri talim ettiriyordu. Sekiz yabancı dili öğreniyor, gün geçtikçe ufku açılıyordu. Çağdaş eğitim işte budur. Bugünün sanal aydınlarının dediği “Dînin gölgesinden kurtarılmış eğitim (!) ” değil…
İşte böyle yetişen bir genç, 1451'de babasının ölümü üzerine 20 yaşında Padişah oldu.
İlk iş olarak İstanbul’un Fethi'ni programına aldı. Devrinin en ileri teknolojisinden faydalanıyor, askerini bu disiplin içinde eğitiyordu. Bizans'ın geçit vermez surlarını yıkabilecek, 1,5 kilometre uzağa fırlatılabilen 2 ton ağırlığında toplar döktürdü. Ayrıca "Havan topu"nu da o icat etti.
Bu sırada Bizans'ın durumu hiç de iç açıcı değildi. Halk ahlakî ve ekonomik çöküntüden bıkmış, Konstatin'in zulmünden yılgınlık içindeydi.
O kadar ki halk "Hristiyan külahı görmektense, Müslüman sarığı görmek daha iyidir." diyecek duruma gelmişti.
İstanbul’u fethetmekte kararlı olan II. Mehmet, karadan ve denizden kuşatılması gereken bu şehir için, akla hayale gelmeyen her türlü tedbiri aldı.
"-Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni." diyordu.
Ölümü göze alacak kadar kararlı olan bir insanın elinden hiçbir şey kurtulamazdı.
Hele hele tüm asker de aynı ruha sahip ise zafer kaçınılmazdı. Genç ulubatlı Hasan, ok yağmuruna maruz kalmasına rağmen, azim ve kararlılığından hiç bir şey kaybetmiyor, bayrağı burçlara diktikten sonra şehitlik rütbesine yükseliyordu. İstanbul fethedilmişti.
Bizans halkı ve kadınları yollara dökülmüş, genç Fatih’i selamlıyor, üzerine çiçekler atarak tebrik ediyorlardı. Bizans halkı, önde yürüyen “Akşemsettin"i padişah zannediyor, Akşemsettin ise "hükümdar arkada" işaretini yapınca, genç Fatih'teki edep, terbiye ve inceliğe bakın ki, şöyle karşılık veriyordu:
"— Evet, hükümdar benim, lâkin o da benim Hocam'dır ve önde gitmek onun hakkıdır!..."
O zamanın ‘savaş sonrası ganimet paylaşma sistemi’, genç Fatih tarafından bir bildiri ile kaldırılmış, herkesin kendi din ve inancında serbestçe yaşaması ilan edilmişti…
***
• Şimdi, başarıyı netice veren bu tablodan alınacak dersleri düşünelim:
1. İman, azim ve kararlılık, başarının temelidir.
2. İlim ve fen noktasında en üst seviyeyi yakalayarak, iman ve ihlâs ruhu ile yoğurmak çok önemlidir. (Yani kavlî dua ile birlikte FİİLÎ duayı da lâyıkıyla yapmak.)
3. Bu ruhun, tüm halk ve tüm askerde de olmasını sağlamak şarttır.
4. İstişareye (özellikle kâmil yani dini bütün bilim adamlarıyla olan istişareye) çok önem vermek.
5. Kâmil hoca ve öğretmenlere karşı, tam sadakat ile bağlı ve saygılı olmak.
6. Mutlak ÂDİL olmak, başarıya götüren en etken âmillerdir…
Evet, şu kaos, huzursuzluk, tatminsizlik, madde saltanatının ve israfların hüküm sürdüğü bir dünyada, bu fetih ve Fatih ruhuna o kadar muhtacız ki...
***
NOT: Yardım almak için iletişim; 0212 415 1453 veya google’dan panaroma 1453 yeterlidir.
MoralHaber.net