İnsanlık tarihinde “Para, para, para” diye sayıklayan bir tek Napolyon mudur?..
Her üç kişiden biri söylemiştir bu sözü.
Belki günde üç kez söylemiştir birçoğu.
Ama günah keçisi olarak Napolyon ünlenmiştir, günümüze dek.
***
Bir bankanın ilginç reklam filmi yayınlanıyor bu ara televizyonlarda.
Muhakkak birçoğunuz izlemişsinizdir.
Yine de anlatayım:
Bir pazaryeri…
Ve herkes para satıyor.
Kimi pazarcılar, parayı üst üste yığmış.
Kimisi, birbirine iliştirerek değişik pazar mamulune benzetmiş.
Kimisi de madeni paraları yemişe benzeterek kürekle düzeltiyor.
Hepsi de ayrı bir ağızdan “gel vatandaş” bağırtısıyla müşteri çekiyor.
Ardından bankanın “uygun-cazip” kredi oranları deklare edilerek reklam filmi son buluyor.
***
Bu reklam filmini görünce aklıma, değerli yazar Murat Çiftkaya’nın, Ahirzaman Masalları (Zafer Yayınları-1999) kitabında anlattığı bir masal geldi.
“Gökten Para Yağarsa!”
Masalın konusu, “ah param olsaydı” diye iç çeken insanların yaşadığı bir dünyada geçiyor. Fakirler, “param olsa şunu alırdım” derken, zenginler de geri durmazmış. Onlar da, büyük işler için daha çok para istermiş.
Hülasa herkes para diyor da, başka bir şey demiyormuş.
Masal bu ya; bu istekleri bir sabah gerçek olmuş.
Gökten para yağmaya başlamış.
Günlerce yağmış ve her yanı kaplamış.
İnsanlar toplayıp istif etmişler. Sonra da soluğu marketlerde almışlar.
“Ya kesilirse” diye endişe etmişler ama ertesi gün para yağışının devam ettiğini görünce rahatlamışlar.
Derken insanların para sorunu bitmiş.
Para sorunu bitmiş ama başka bir sorun ortaya çıkmış.
Kimsenin para sorunu olmadığı için çalışacak adam bulunamaz olmuş.
İşçiler fabrikayı terk etmiş.
Memurlar daireye gitmez olmuş.
İş adamları dahi işlerine bakmaz olmuş.
Para yağışı hala sürüyormuş.
Derken, bomba gibi bir haber düşmüş medyaya.
Gıda stokları tükendi.
Yağmur yerine para yağdığından sebze-meyve bitmiş.
Otlaklar kuruduğundan besi hayvanları açlıktan ölmüş.
Deniz suları kurumuş, balıklar yok olmuş.
Sonra tatlı su kaynakları kurumuş.
Sonunda açlık ve susuzluk baş göstermiş.
Paraları çokmuş ama mutlu değillermiş artık.
Elinde biraz yiyeceği olana, avuçlar dolusu paralar teklif edilirmiş ama o yiyeceğini yine vermez imiş.
Paranın satın alma gücü sıfır olmuş.
Ve nihayet insanlar pişmanlık etmiş, tövbe istiğfar etmiş. Ellerini semaya kaldırıp O’na yönelmişler. Ertesi gün yağan yağmur, para çöplüğünü yeryüzünden süpürmüş.
Çiftkaya’nın bu masalı, günümüz insanının, “çok çalışma-çok kazanma-çok tüketerek mutlu olma” hedefinin aslında ne büyük felaket olduğunu tatlı bir dille ifade ediyor.
***
Hayatın merkezine bankayı oturtan, bireyleri “tüketim canavarı”na dönüştüren “medeniyet-i hazıra” hayatı çekilmez hale dönüştürüyor.
Üretim, çıraklık, kalfalık, esnaflık ve ziraat, bu yüzden tehdit altında.
Herkes kolaydan para kazanmak istiyor.
“Dünyada cenneti yaşama arzusu” olarak da isimlendirebileceğimiz bu anlayış, reklamlar ile, gelenek ve görenek belasıyla daha da alevleniyor.
Fertler, altındakine bakıp şükretmek yerine, üstündekilere bakıp haset ediyor.
İşte asıl kriz budur.
Nefisleri azdıran, toplumun iç düzenini yıkan, vahşet ve infialler, bu alışkanlıklardan güç alarak dünyamızı mahvediyor.
***
İşte insan eğer yolcu olduğunu fark edip kendine gelse…
Bu zahmetli geçici hayatın ardından, ruhunda iştiyak duyduğu cennet gibi ebedi bir cenneti hayatın, ölümün arkasında olduğunu bilse…
Yani, iliklerine kadar Müslüman olsa…
O zaman, “Allah, Allah, Allah” diyecek.
Her şeyi onun namına görecek, sevecek. Güzel şeyleri tadacak ama perestiş etmeyecek.
Paraya da tapmayacak…
Kula kulluk da etmeyecek.
Fert hayatında mesut olacak, cemiyet hayatına da saadet getirecek.
Allah cümlemizi Ahirzaman fitnelerinden muhafaza buyursun…
Para para para
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.