Paradigma, benchmarking veya nefis muhasebesi

Dursun SİVRİ

Paradigma yerli bir deyim değil. Ancak kullanımı kabul görmüş bir kavram ifadesi. Bir kelimede uzun bir cümle ile anlatılabilecekleri bir kelime ile anlatabilme kolaylığı sağlıyor.

Paradigma; değerler, değer yargısı, bakış açısı, önem ve öncelikler bakımından insanların farklılığını hayat felsefesinin göstergesi denilebilir.

 

Benchmarking ise kalite yönetiminde kullanılan bir kavramdır. Kıyaslama anlamındadır. Endüstriyel işletmeler aynı sektörde faaliyet gösteren, belirli alanlarda benzer işletmelerle yapılan karşılaştırmaya benchmarking (kıyaslama) yaparlar. Güçlü ve zayıf yönlerini görüp tedbir alırlar ve iyileştirme stratejileri geliştirirler. Aslında müspet rekabet mantığında uygulandığında çok faydalı sonuçlar elde edilebilmektedir.

 

Risale-i Nur perspektifinden batı medeniyeti paradigması ve Kur’ani paradigma

On yedinci Lem’anın Onyedinci sözünün Beşinci Notasında Bediüzzaman Said Nursi, Avrupa fünunu ve medeniyetinde bir seyahattan kalbi hastalıklara ve ziyada müşkülata medar olduğundan bahsederek başlıyor. Yeni Said’e dönüşüm sürecini zihni silkinme olarak değerlendiriyor.

 

Bilindiği üzere Avrupa’yı ikiye ayırıyor. “Hiristiyanlığın din-i hâkikisinden aldığı feyizle beşere faydalı sanatları, hayat-i içtimaiye ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden Avrupa”yı hedefe koymuyor. İkinci bir Avrupa dediği felsefenin ortaya çıkardığı sefih ve zalim Avrupa’ya hitap ediyor.

“Felsefe-i tabiyyenin zulmeti ile medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek beşeri sefahate ve dalalete sev eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum…” diyor.

 

Bir cihette uzun bir cihette kısa muhavere olan “Beşinci nota”da bahsi geçen bütün bölümü ve konuyu burada ele almak mümkün değil. Bazı noktalara temas ederek bir çıkarımı paylaşmak isterim.

Burada felsefenin paradigması ve medeniyet olgusu ile insanlığın saadeti diye sunulan yolun insanlığın ekseriyetinin hem bireysel hem sosyal yapıda zulüm, kan ve göz yaşı ile sonuçlarına dikkat çekiyor.

 

İnsanı ele aldığından akıl, ruh, kalbi iman ve ahret itikadı olmadığı ve dünyada dahi istinatgâh bulamadığından yaşadığı azaba dikkat çekiyor. Vicdanın o kadar büyük elemlere dayanamayacağında vicdanı iptal-ı hisle işlemez hale gelişinden bahsediyor. Bozulmuş bir vicdanın tarifini yapıyor ki, “kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin, veyahut kalp ve aklın muktezasını iptal etsin.” Vicdanın iflas etmiş halini gösteriyor.

 

Benchmarking nasıl yapılıyor?

 

Felsefe şakirdi ile Kur’an talebesinin kıyaslanması ruh halini, davranış profilini resmediyor.

Avrupa medeniyetinin ortaya çıkardığı felsefenin şakirdi biraz fazla kopyala yapıştır bölüm olacak ama aynen alınması gerekiyor.

 

Felsefenin şakirdinin analizini şöyle yapıyor:

“Senden ders alan bir şakirdin bir Fir’avun olur fakat en hasis şeye ibadet ve menfaat gördüğü şeyi kendine rap telakki eden bir firavun-u zelildir”

“Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir.

Hem cebbardır. Fakat kalbinde bir nokta-i istinat bulamadığı için, zâtında gayet âciz bir cebbâr-ı hodfuruştur.”

“O şakirdin gaye-i himmeti hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-i nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor, herşeyi nefsine feda ediyor”

 

Şimdi reel hayata bakalım.

Nefsinden başka kimseyi sevmeyen ben merkezli yaklaşımları hayat felsefesi yapan Müslümanlar yok mu? Veya nefis muhasebesi yaptığımızda nefislerimizde tesiri yok mu?

Elimizi vicdanımıza koyarak nefsimizi sorgulayacak olursak batının nefs-i emaresinin izdüşümü her birimizin nefsinde karşılığı yok mu? Pratikte maalesef felsefenin şakirdi profiline benzer yanlış davranış sergileyen ehli iman insanlara karşılaşmıyor muyuz?

 

Şimdi bir de Kur’anın halis ve tam şakirdine bakalım:

Amma Kur'ân'ın hâlis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat âzam-ı mahlûkata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve âzam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir.

Hem halim selimdir. Fakat Fâtır-ı Zülcelâlinden başkasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halîm-i âlihimmettir.

Hem fakirdir. Fakat onun Mâlik-i Kerîmi ona ileride iddihar ettiği mükâfatla bir fakir-i müstağnîdir.

Hem zayıftır. Fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaif-i kavîdir ki, Kur'ân hakikî bir şakirdine Cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksat yaptırmadığı halde, bu zâil, fâni dünyayı ona gaye-i maksat hiç yapar mı?

İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden farklı olduğunu anla.

Hem felsefe-i sakîmenin şakirtleriyle Kur'ân-ı Hakîmin tilmizlerinin hamiyetkârlık ve fedakârlıklarını bununla muvazene edebilirsiniz.”

 

Başka bir alanda kıyaslamaya bakalım:

Şöyle ki,

Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde dâvâ açar.

Kur'ân'ın şakirdi ise, semâvat ve arzdaki umum salih ibâdı kendine kardeş telâkki ederek, gayet samimî bir surette onlara dua eder. Ve saadetleriyle mesut oluyor. Ve ruhunda şedit bir alâkayı onlara karşı hisseder ki, (Allahım mü’min erkek ve kadınları bağışla) diye dua eder.” (Said Nursi, Lem’alar, 17. Lem’a, 5. Nota’dan)

 

Evet Risale-i Nur’da “Benchmarking” uygulamasının en güzel örneği var.

Konumuzla direk ilgisi yok belki ama. Kıyaslama fıkıhta bir terim ve uygulama olduğunu biliyoruz.

1.Kitap (Kur’an), 2.sünnet, 3.kıyas-ı fukaha, 4.icma-ı ümmet.

Bu kıyaslama tarzına Risale-i Nurun bir çok yerinde karşılaşmak mümkün.

“İman ve küfür muvazeneleri” de Risale-i Nur’dan derleme teşkil edilmiş bir eserin adıdır.

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi, batı felsefesinin etkisi ile hayatı kurgulayıp uygulayanlarla Kur’anı, sünneti hayata yansıtanların kıyaslamasını yapıyor. Muhatap sadece Avrupa değil hepimiz, bütün nefisler muhataptır.

Saflar ayrılmış değildir. İç içe girmişlik vardır. Müslümanların da pratikte her iki tarafa gel-gitler yaşadığı ve savrulduğuna dikkat çekiyor. Bakın;

“…hidayet ve dalâlette insanların dereceleri mütefavittir, gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar” diyor.

 

Ehl-i medeniyet denilince aynı zamanın ve iklimin insanlarıyız. Ehl-i iman da bu tespitin muhatabıdır. Kendimizi hariç tutamayız.

Yeniden bir medeniyet inşası için paradigmanın doğru yapılandırılması şarttır.

Kutlu doğum haftasını idrak ettiğimiz şu günlerde âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed (asm) ın hayatı ve sünneti ile benchmarking yapmak en güzel kıyaslama şeklidir. Nefis muhasebesidir.

Paradigma ve benchmarking hayatın her sahasında ve anından yer almalı.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.