Günlük hayatımızda dilimize dışardan girmiş çok kullanılan kelime ve kavramlar var. Paradigma ve konjonktür kavramları da bunlardan.
Arı Türkçe kandırmacasıyla Dil Devrimi felâketlerinin bir aktörü olan Agop Dilaçar’a yaptırılan kültür soykırımı sonrası düşünceyi, meramı anlatmak zorlaşmış. Koca bir milletin hafızası bir gecede silinmeye çalışılmış.
Kelime dağarcığı daralınca, hayal kurmak, fikir üretmek, ince, teknik detay konuları izah etmek imkansız hale getirilmiş.
Merhum felsefeci Prof. Dr. Teoman Duralı, dil ile harf devrimini “Kültür soykırımı” olarak tarif etmişti.
İlke ve inkılaplar hikayesi ile uyutulmuş, kandırılmış acısı sonra çıkacak cinayet derecesinde projelerin başına yerli ve milli olmayan dış kaynaklı, yıkmakla görevli Dilaçar’dan ne beklenir?
Şanlı bir tarihten, bahtiyar bir milletin kadim medeniyetin dibine dinamit konulmuş denilebilir.
Milletin hafızası silinmiş. Yani proje ile koca bir millet Alzhaimer hastası yapılmakla eşdeğer bir ihanet. Evden ayrılınca evini bulamayan hasta gibi. Köklerinden koparılan millet de öyledir. Neyse, gündem dışı oldu…
Paradigma, bakış açısı, değerlendirme ve hüküm verme kriterlerinin genel ifadesi. Nereden baktığının ve ne anlam yüklediğinin dayanakları, gerekçeleri nedir? Neye göre? Veya hangi kıstas ve kriterlere göre baktığımız, yorumladığımız ve uygulamada dikkate aldığımız hususlar için paradigma tabiri kullanılmaktadır.
Kelimenin tek başına bir kıymeti yok. Zira bir usül, metod olarak dikkate alınır. Şimdi usülden esasa geçecek olursak.
“Paradigmamız ne olmalı?” sualini kendimize ve alâkadar olduğumuz konulara göre değerlendirecek olursak iş değişir. Meselenin çapı genişler.
Hayata bakış, yaşama tarzı, biçimi, insanlara ve hadiselere nereden bakıyor, nasıl hüküm veriyoruz?
“Normal-anormal, doğru-yanlış, iyi-kötü, faydalı–zararlı” vb. değerlendirme kriterlerinde paradigma ne olmalı?
Hayatın her sahasında ölçüleri, prensipleri de içine alan değerlendirme, yorumlama, yaklaşım tarzına paradigma denir.
Önce geniş açıdan ve geniş perspektiften bakacak olursak. Evrensel müşterek değerler, insanlığın ortak kabul ettiği kriterler. Kısacası insani değerler ve kriterlere göre bakmak.
Sonra “İnsaniyet-i kübra İslâmiyet” penceresinden bakmak.
Biz Müslümanız elhamdülillah. Her meseleye İslâmi ölçülerden, kaidelerden, kriterlerden bakarız. Ama, ancak, velakin diye eğip bükmeye cevaz yoktur.
Dini hayat, dünyevi hayat diye kesin çizgilerle ayrılmış iki hayat biçimi olamaz.
Yönetim sistemleri, işletme yönetiminde din işi, dünya işi ayrımı yapılabilir.
Kişi laik olamaz. Ya inanıyordur veyahut inanmıyordur. Ortası olamaz. Nokta.
Her insan, her müslümanım diyen kişinin sorumluluğu, her dakika ve saniyesi 7/24 kesintisiz kamera ile, ses ve görüntüden daha fazlası, niyet ve duygular dahil kayda alındığının şuuru ile yaşamak hayatın gerçeği şuurunda olmaktır.
O halde bizim paradigmamız; insanı insan eden değerlerdir.
İnsan-ı kâmil sırrına eriştiren hayat değerleri o kadar karmaşık değildir. Basittir, sadedir.
Hayatın akışı içindeki teferruatta boğulmadan sade düşünebilmek insanın yaratılışından gelen imtihan sırrının gereğidir.
Biz müslüman olarak iki dünyalıyız. Biribirinden ayrılamaz. İkisini birlikte mülahaza etmek mecburiyetindeyiz.
Yaşadığımız bu dünya ve ebedi ahiret hayatı.
Ahiret hayatını dikkate almayan hayat felaket, kaos, travma, acı, dehşet, şiddet demektir.
Dünya adına dünyanın sultanı da olsa sonlu, sınırlı bir hayat tasavvuru yok olmaya giden, boynu giyotine giden bir tasavvurdan nasıl mutlu olunabilir?
İptal-i his nevinden eğlence ve unutturan fantaziyeler vahim sonu unutturmaya yetmiyor ki, en fazla intiharlar maddi sorunu olmayanlar arasında oluyor.
Ezcümle paradigma, ölçü, kriter, prensip, değerler sahibi olmak çok önemli.
Hayatın her anında ve alanında dikkate alınmalı.
Konjonktür, şartların gereği, fayda–zarar, nereden bakıldığı, kimin baktığı gibi rasyonel yaklaşımlar için kullanılır.
“Maksad için her şey mubah” anlayışına göre vahşi batının ölçüsü olan Makyavelist bakış açısı bütün felâketlerin kaynağı olabilir. Olmuştur da. Sömürü aracıdır.
İman gözüyle zamanın icabatında da imanımızın gereği hayat felsefesini her daim dikkate almak da konjonktür içinde değerlendirilebilir.
Bizim konjonktür anlayışımız şudur:
Hayatın her anında ve her alanında “İmanın hayata hayat olması”dır.