Temsilî Para
Değerli madenlerin muhafaza ve taşımasındaki güçlükler yanında, ekonomik yapıların gelişmesi ve ilişkilerin karmaşıklaşması, değerli madenlere çevrilebilir temsilî paralara ihtiyaç doğurmuştur. Başlangıçta yüzde 100 altına çevrilebilir nitelikte olan temsilî paralar, yerini zamanla kağıt paraya bırakmıştır. Başlıcaları tarihsel gelişim sürecine paralel olarak altın ve gümüş sertifikaları, banknot, kağıt para ve ufaklık para şeklinde sıralanabilecek temsilî paraların ya kendiliğinden bir değeri yoktur ya da kendi değeri, nominal değerinin çok altındadır. Nitekim kağıt para, ihmal edilebilir bir basım maliyetine karşın, kaynağını onu çıkaran siyasi erkten alan bir değer taşır.[1]
Altın ve gümüş paraların, 2 farklı değeri vardı:
a)Altın ve gümüşün kendi yapısından kaynaklanan bir rayiç değeri… Bu değer, paradan bağımsızdır.
b)Paranın temsil ettiği, arz ve talebe dayanan alım gücü… Bunda paranın saf maden olması, büyüklüğü ve ağırlığı da belirleyici kriterlerdi.
Kullanılan paranın değerli madenlerden olması, ekonominin çok canlı olması, devletin darbettirdiği paraların ülke dışına gitmesi ve geri gelmemesi piyasadaki para miktarını azalttığı için elde bulunan altın ve gümüş eşyalar Osmanlı döneminde paraya çevrilmesini zorunlu kılmıştır. Bu şekilde para bastırmayı Saray yaptırdığı gibi, servet sahibi halk da bir bedel karşılığında yaptırabiliyordu. Bu manada Osmanlı Devleti’nde para basım işi canlı bir sektör olarak çalışmıştır. Osmanlı hazinesi darphane kanalıyla para basımından “darp hakkı” ve “darp ücreti” şeklinde gelir elde ediyordu.[2] Avrupalı devletler ise para basım işinden “senyoraj” adlı bir vergi almışlardır.[3]
Araştırmaların gösterdiği üzere Osmanlı Devleti’nde temsilî paraya geçiş Tanzimat Dönemi ile meydana gelmiştir. Sultan Abdülmecid döneminde, 1840 yılında tedavüle çıkarılan ve eskisinden bir adım daha ileri giderek tamamen “nakd” hükmünde olan yeni eshâm aynen para gibi halk arasında tedavül edilebilecek ve ödeme aracı olarak kullanılabilecekti. Bazen “kaime” bazen “evrâk-ı nakdiyye” denen eshâm aslında devlet tahvili idi.[4] Altın karşılığı olmadan çıkarılan bu kaimelerin taklitlerini yapmak zor değildi. Karşılıksız olmalarından dolayı da kaimeleri temsilî para olarak değil tamamen kağıt para olarak kabul etmek gerekir. Esnaf madenî para kullanmayı tercih ediyordu. Bu yüzden madenî para ile kaime arasındaki fiyat farkı bir hayli fazla idi. Yine de taşrada halkın kaimeye itibar etmediğini biliyoruz.[5]
1873’ten itibaren gümüş, dünya piyasalarında değer kaybetmeye başladı. Bu da Osmanlı bimetalizminin 1/16 oranındaki altın-gümüş oranını geçersiz hale getirdi. Devlet gelirlerinin gümüş paralarla toplanması, giderlerin ise altın üzerinden yapılması hazineyi zarara uğratıyordu. Bunun üzerine ilk planda gümüş mecidiyelerin darbedilmesine son verildi. 1881 yılında para birimi olarak Osmanlı altını kabul edildi. Fakat uygulamanın halk tabanına yayılması zaman aldı. Bu durum sarraflık kurumunun yaygınlaşmasına yol açdı. Bunun sonunda 1916 yılında Tevhid-i Meskûkat kanunu çıkarılarak “1 lira = 100 kuruş” oranı benimsenmiştir. Bu yasayla değer ölçütü olarak altın, para birimi olarak kuruş belirlendi ve 1881’den beri uygulanagelen “topal bimetalizm” yerini altın sikke rejimine bıraktı. Yasanın başarısı sınırlı kalmıştır. Çünkü savaşla birlikte artan giderleri karşılamak için piyasaya sürülen kağıt paralar, madenî ve ufaklık paraların tedavülden çekilmesine yol açmıştır. Kuruş olarak basılan kağıt paralar da ufaklık sorununa çare getirmedi. Bunun üzerine çıkarılan “pul” ların aynı görevi görmesi hedeflendi. Böylece tamamen kağıt para sistemi hâkim kılındı. Cumhuriyet yönetimi de bu sistemi devam ettirdi.[6]
Para piyasalarının banka ve Merkez Bankası kaynaklı paralarla dönmeye başladığı bu süreçte kullanılan kağıt paraların aslî ismî “banknote” tur. Bu kelime İngilizce asliyeti itibariyle “banka senedi” demektir.
Temsilî paranın külliyetli miktarla kişinin yanında taşınmasının zorluğu, muhafaza külfeti ve benzeri sebepler, paranın yed-i emin (güvenilir bir el) olarak görülen bankalarda emanet hesaplara konulmasına, piyasada dağınık halde bulunan temsilî paraların kayıt altına alınmasına yol açtı. Bu manada kişilerin elinde ve cebinde olmamasına rağmen her an kullanabileceği, aktarma yapabileceği ve istediği şekilde üzerinde tasarrufta bulunabileceği, istediği zaman altın ve gümüş v.s. şekline dönüştürebileceği bir nakdî para bankacılık sektörü ile oluşturulmuştur. Buna ekonomi bilimi “kaydî para” demektedir.
Günümüz ekonomileri, bankacılık sektörünün büyümesi ve piyasalara hâkim olmasından dolayı şu an kaydî para üzerinde dönmektedir. Kaydî para aynı zamanda ülke ekonomisinin kayıt altına alınmasına da yardımcı olmaktadır. Bu açıdan devlet idaresi ve ekonomik güvenlik açısından istenilen bir sistem sunmaktadır.
Temsilî Para ve Enflasyon
Madenî para ekonomisi ile temsilî para ekonomileri arasında en büyük fark enflasyon riskidir. Madenî para ekonomilerinde paranın alım gücü, altın ve gümüşe dayanan yapılarından dolayı azalamaz. Azalabilmesinin tek yolu altın ve gümüşün itibarının yok olması veya dünyadaki altın ve gümüş arzının ve dolayısıyla rezervlerinin yüzlerce kat artmasıyla olabilir. Dünya genelindeki altın ve gümüşe dair genel kabulün varlığı ve insan fıtratıyla bütünleşen yapısı ilk ihtimali reddettiği gibi, altın ve gümüş madenlerinin meydana geliş sürecinin dünya gezegeninde sona ermesi de gösterir ki ikinci ihtimal de değişmesi mümkün olmayan bir hadisedir. Ancak uzay yolculuğu ile başka gezegenlerde altın ve gümüş yatakları keşfedilip dünyaya getirilirse olabilir.
Bu cihetlerden madenî ve hakiki paranın hâkim olduğu ekonomilerde enflasyonist akımlar meydana gelmediği târihen sabittir. Osmanlı’da meydana gelen enflasyonist hadise, yapısı itibariyle bol ve değersiz bulunan bakır madeninin, mankur şeklinde gümüş para ile devletçe muadil sayılması üzerine patlamıştır. Bu manada altın-gümüş rejimi ideal ekonomi para sistemidir. Temsilî para-enflasyon ilişkisini Ahmet Tabakoğlu Hoca şöyle anlatır:
“Bütün geleneksel ekonomilerde olduğu gibi, Osmanlı ekonomisi de madenî para sistemine dayanıyordu. Bu sistemin esası paranın yani altın ve gümüşün mübadele aracı olarak kullanılması ve eşya olarak kullanılmasının en aza indirilmesidir. Madenî para sistemi günümüz para sisteminden mahiyet olarak farklı olduğundan fiyat hareketleri veya işsizlik karşısında değişik uygulanan para politikası da söz konusu değildir. Bir kere madenî para sistemlerinde ‘ enflasyon ’ yoktur. İşsizlik ise, sanayi kapitalizminin ortaya çıkardığı bir olgudur. Dolayısıyla bir para politikasından söz etmek gerekirse bunun amacı para arzının mübadele hacmine cevap verecek yeterli seviyede olmasının sağlanmasıdır. Para politikası belli iktisadî hedeflere ulaşmak için paranın arz ve talebini düzenlemeyi ifade eder. Çağdaş kapitalist ekonomilerde bu hedeflerin başında fiyat istikrarını ve tam istihdamı sağlamak gelir. Yine ödemeler dengesinin, iktisadî büyümenin ve adil gelir bölüşümünün sağlanması da hedefler arasındadır. Para miktarı, kredi hacmi ve faiz oranları bu politikanın uygulanmasında aslî unsurları teşkil eder. Para politikasını yürüten otorite, genellikle Merkez Bankası’dır Enflasyon söz konusu ise, para ve kredi hacmi daraltılır; durgunluk ve işsizlik söz konusu ise, genişletici para politikası uygulanır. Günümüzde para kavramının belirsizliği, para siyasetinin uygulanmasını ve sonuç alınmasını zorlaştırmaktadır. Oysa madenî rejimlerinde para kavramı çok nettir.[7]
Kur’anda para, dinar (altın para)[8] ve dirhem (gümüş para)[9] şeklindeki kullanımlarıyla geçmekte, dolayısıyla bu tarz bir madenî para ekonomisini savunmaktadır. Kur’an ve din enflasyonist durumları ise, kıtlık-kuraklık gibi sünnetullah çerçevesinde cereyan eden istisnai hallerde meydana gelebilen bir hal olarak kabul eder. Bu yüzden enflasyonu inkar ve reddetmez; sadece sarsıcı yapısını rehabilite etmeye çalışır. Kur’an, servet birikimini de yine altın ve gümüşü biriktirme olarak ifade eder.[10] Bu ifadesiyle altın ve gümüş para olarak birikimi tavsiye ettiği gibi, altın ve gümüş külçeler ve benzeri kıymetli maden birikimlerine dayanan bir ekonomiyi ön görerek temsilî paradan kaynaklanan sun’î enflasyonist akımları baştan engeller.
Hz. Peygamber (ASM) ise devleti, para birikimiyle meydana gelen bir güç merkezi olmaktan çıkarır. Beytü’l-Mâl denilen hazinedeki bütün biriken zekât gelirlerini halkın ihtiyaçlarına harcar. Bu şekilde şu an devletlerin:
-Ellerinde biriken paraları gecelik ve uzun vadeli faizlerde kullanmalarını ve neticede ihtiyaç sahibi halka faiz kazancı yedirmelerini,
-Halkı ihtiyaç içindeyken devletin ayrı bir ülke ve iktidarmışçasına zenginleşmesini,
-Devlet kademelerinde bulunan kişilerin devletin imkânlarını kendi heves ve arzularına kurban etmelerini,
-Devletin bir firma ve üretici yapı gibi piyasaya müdahale ederek tekel oluşturmasını veya ticarî hayata darbe vurmasını engeller.
Hakikat ve Maneviyata Hizmet Unsuru Olarak Para
Para, tedavülde gezmesi, toplumun her ferdine uğrayabilen yapısı itibariyle önemli bir telkin, duyuru, bildiri ve ilan aracıdır. Osmanlı devleti gibi birçok iktidarda görülen “sikke bastırma” uygulaması, siyasi manada “Parada adı yazan kimse sultan odur” mesajını topluma vermekteydi. Her padişah kendi adına sikke bastırmaktaydı. Bu durumu Roma dönemine ve diğer devletlere ait arkeolojik kazılarda bulunan altın ve gümüş paralarda da görebiliyoruz. Paranın bu bildiri ve telkin yönünü bilen, siyasi iktidarda söz ve etki sahibi olan dinî otoriteler paranın dine ve maneviyata hizmet amaçlı bir araç haline getirilmesini istemişlerdir. Siyasi otoriteler ise iktidarlarının meşruiyetinin ispatı manasında olduğu için bu teklifi kabul etmişlerdir. Rene Guenon bu manada günümüz parası ile eski devir paraları arasında ciddi bir sembolizm ve mana farkı olduğunu, günümüzde en materyalize edilmiş nesnenin para olduğunu vurgular ve şöyle der:
“Zaman ve mekanın şartlarına boyun eğmiş varlıklar arasında yapılan her değiş-tokuş sonuçta bir harekettir ya da daha ziyade ters ve karşılıklı iki hareketin birleşmesidir. Bu iki hareket bir biriyle uyuşur veya biri diğerini dengeler. Burada denge, bizzat bu dengeleme olayının olmasıyla doğrudan doğruya gerçekleşir. Bu değiş-tokuşların doğurduğu münavebeli hareket şu 3 alanda manevi (spiritüel), psişik (nefsani) ve maddi (corporel) alanlarda meydana gelebilir… Parayla ilgili olarak, manevi otoritenin geleneksel uygarlıklarda devreye girmesi doğrudan doğruya burada sözünü ettiğimiz şeye bağlanmaktadır. Gerçekten de bizzat para adeta mübadelenin temsil edilmesidir, dolayısıyla paranın üzerinde bulunan sembollerin gerçek işlevinin ne olduğu kesin bir tarzda böylece anlaşılabilir. O semboller parayla birlikte bu şekilde piyasayı dolaşıyorlardı ve mübadeleye basit ‘maddîlik’in oluşturduğu anlamdan tamamen başka bir anlam veriyordu. Modern dünyada ise bireylerin olduğu kadar halkların münasebetlerini de düzenleyen din dışı şartlar içinde para sadece, maddi bir özellik taşımaktadır.”[11]
Rene Guenon, Modern dünyanın düşünce ve duygusal bağlamda çöküşünün temel sebeplerini incelediği Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri isimli kitabının 16. Bölümünü “Paranın Yozlaşması” kısmına ayırır. Paranın maneviyata hizmet aracı olması yönüne dair Kelt tarihi üzerinden şöyle der:
“Dikkat edilecek olursa eski paralar tamamen geleneksel sembollerle kaplıdır. Hatta bu semboller çoğu zaman özellikle çok derin bir anlam taşıyan semboller arasından seçilmiştir. İşte böylece Keltler’de paraların üzerinde bulunan semboller ancak Drüidler’e[12] özgü olan öğretisel bilgilere mal edildiği takdirde o sembollerin bir açıklaması yapılabilmektedir. Nitekim bu durum, Drüidler’in bu alandaki etkilerini de açıkça göstermektedir. Kuşkusu bu ilgi içinde Keltler için doğru olan, kadim dünyanın öteki toplumları için de doğrudur... Paranın mevcut olduğu yerlerde, daha sonra paranın kazanmış olduğu dindışı özellik o zamanlar yoktu. Yani bizzat para dindışı bir şey değildi.”[13]
Paranın manevi değerleri topluma yayan ve hatırlatan bu cephesinden dolayı Hz. Ömer (RA) dönemi ve sonrasında basılan İslam sikkelerinde dinî unsurlar kendini hep gösterir. Cengiz Kallek Hoca Asr-ı Saadet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi isimli çalışmasında şu tespitleri yapar:
“Araplar’ın eskiden beri kullanageldikleri Bizans ve Sâsânî paraları ticari ilişkilerde kolaylık sağladığı için Hz. Ömer (RA) döneminden itibaren aynen korunmakla birlikte üzerlerine yeni İslam devletine ait olduklarını gösteren bazı ibareler eklenerek yeni sikkeler de kesilmiştir…[14] Çekirdeğe (Nevât) benzeyen bu dirhemler hilafetinin 8. ve hicretin 20. yılında Kisrevî dirhemin şekil ve nakşı üzere basılmıştır. Ancak bazısına ‘Elhamdülillah’, bazısına ‘Muhammedün Resulullah’, diğerlerine de ‘La ilâhe illallah vahdeh’ ibaresi eklenmiştir…[15] Hz. Osman’ın hilafetinde basılan dirhemlerin üzerine ‘Allahu Ekber’ yazısı nakşedilmiştir…[16] Subhi ve Cevdet Paşaların naklettiklerine göre 1277 yılında Irak’ta bulunup İstanbul’a getirilen bir dirhemin ön yüzünün ortasında ‘Allahu ehad, Allahu’s-Samed, lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehu küfüven ehad’, kenar dairesinde ‘Muhammedun Resulullah, erselehu bi’l-huda ve dîni’l-hak li yuzhirehu ale’d-dîni kullih ve lev kerihe’l-müşrikun’ ibaresi, arka yüzünün ortasında ‘La ilâhe illalâhu vahdehu la şerike leh’, kenar dairesinde ise “Duribe hâze’d-dirhem bi’l-Basra fî sene erbaîn’ (Bu dirhem 40 yılında Basra’da basıldı) ibaresi vardı.”[17]
İslam toplumlarında para bu manada Allah’ı, kanunlarını, hak ve hakikati hatırlatan küçük bir mukaddes levha haline gelmekteydi. Görsel algıya dayalı telkinin insan psikolojisi ve hayatı üzerinde ne kadar etkili olduğunu reklam dünyasının bütün dünya halklarını yönlendirmesinde, sigara paketleri üzerinde gördüğü zararlılık resimleriyle sigarayı bırakan insanların sayısında istatistiksel olarak görebiliriz. Bu manada para, İslam toplumunda hak ve hakikatin hizmetkârı, dürüst ticaretin hatırlatıcısı ve gündelik hayatta Allah ile bağlantı kurduran bir vasıta hükmündeydi.
İslam toplumunun tarih boyunca yaptığı bu uygulamayı laik olmasına rağmen Amerika Birleşik Devletleri şu an uygulamaya devam etmektedir. Aşağıdaki Amerikan paralarında yazan “In God we trust” (Biz Tanrı’ya güveniyoruz) sözü bütün Amerikan halkında ve dolayısıyla doların gezdiği bütün sahalarda İlâhî bir telkin hükmünde olarak yayılmaktadır. Kim bilir doların dünya genelinde değerli ve hâkim olmasının bir sırrı İlahî İktidar’a yaptığı bu hizmettir.[18]
Bu hakikatlere rağmen modern dünyanın akışı gün geçtikçe materyalize olmaya, materyalize edilmekte zirve hal alan paraya endeksli hale gelmeye ve her şeyi parayla ölçmeye doğru ilerlemektedir. Modern ve dünyevi algıya dayanan para anlayışının varacağı son hakkında Rene Guenon akışı şöyle okur:
“Para üstün nitelikli bütün garantiyi kaybettiğinden beri, niceliksel değerinin ya da bugünkü ‘ekonomistler’in ‘satın alma gücü’ diye ifade ettikleri şeyin, durmadan azalarak gittiği görülmüştür. Öyle ki gün be gün daha fazla yaklaşılan bir noktaya varıldığında, para bütün varoluş sebebini, hatta bizzat ‘pratik’ ve ‘maddi’ değerini kaybedecektir ve kendiliğinden insanî varoluştan silinip gitmek zorunda kalacaktır… Saf nicelik her varoluşun tamamen altında bulunduğu için, para konusunda olduğu gibi niceliğe indirgeme işi en aşırı uca kadar götürülünce, sonuç olarak gerçek bir çözülmeye varır işin sonu…”[19]
Bu noktada enflasyon görünür sebeptir. Fakat arka planda İlâhî gazap vardır. Çünkü her biri birçok mana ve hakikatin sembolü olan nesnelerle dolu bu dünyada parayı, “her şeyi, hatta maneviyat ve mukaddesatı satın alabilecek” bir boyuta yükselten bir materyalist ve deccâlî algı insanlığa sürekli empoze ediliyor ve sevdiriliyor. Hakikat noktasında emeğin ve hakkın sembolü olan para, zulüm ve haksızlığın aracı ve sembolü haline geldiği, insanlığın şuur ve fıtratını bozduğu, yokluğu varlığından daha hayırlı hale geldiği için İlahî İrade parayı bir buz parçası gibi günden güne eritip insanlığın avuçlarından alıyor.
[1] İktisat Cep Kitabı, Data Yayınları, s. 262.
[2] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, s. 264.
[3] İktisat Cep Kitabı, Data Yayınları, s. 261.
[4] Kaime, altının yerini tutan para demektir. Halkın dilinde kaime, “ kayme ” haline dönüşmüştür. Evrak-ı nakdîyye ise, nakit hükmünde olan kağıt yapraklar anlamındadır.
[5] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, s. 275.
[6] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, s. 275-276.
[7] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, s. 262.
[8] Âl-i İmran suresi, 75.
[9] Yusuf suresi, 20 ve Kehf suresi, 19. Âyetler. Yusuf suresindeki dirhem ifadesi, o dönem Mısır’ı ve Orta doğu dünyasında gümüş paranın tedavülüne delil olduğu gibi Kehf suresindeki “ gümüş varak ” tabiri de gösterir ki paranın gümüş varaka şeklinde Roma döneminde bir kullanımı olduğuna delildir.
[10] Tevbe suresi, 34.
[11] Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametlerin, s. 181.
[12] Druidler, Kelt çoktanrıcılığında genellikle Alplerin kuzeyinde ve Britanya Adaları'nda var olan antik Kelt topluluklarındaki rahip sınıfıdır… Druidler rahiplik, şifacılık, alimlik ve büyü gibi görevleri kendilerinde bir araya getirmişlerdi. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Druid)
[13] Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri, s.135-136.
[14] Tözen, İbrahim, Arab Sâsânî Paraları, s. 3.
[15] Makrizî, en-Nukûd, s. 7-8; açmlf, İgâse, s. 51-52; Aynî, Umde, VII, 186; Zebidî, V, 45, 48; Subhi Paşa, Abdüllatif, Uyunu’l-ahbâr fi’n-Nukûd ve’l-âsâr, İstanbul 1279, s. 4; Kettânî, Muhammed Abdülhay bin Abdülkebir, e-Tedrâtibu’l-İdariyye: Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kanunlar (trc. Ahmet Özel), İstanbul 1990-1993, II, 178; Tözen, s. 3.
[16] Makrizî, en-Nukûd, s. 8; a. Mlf, İgâse, s. 52; Subhi Paşa, s. 4; Kettânî, II, 178; Tözen, s. 3.
[17] Subhi Paşa, s: 9-10; Cevdet Paşa, I, 252; Kettânî, II, 179.
[18] Bununla beraber Rene Guenon, Deccaliyetin sembolü olan “ tek göz ” ün, materyalizmin geometrik sembolü olan “ üçgen ” şeklinin, Firavunluğun sembolü olan “ piramit ” in, “ In God we trust ” yazan 1 dolar üzerinde beraberce bulunmasını Masonluk gibi saht- maneviyat akımlarının hâkimiyeti olarak okur ve bu akımları organize eden Yahudileri “ Canavar ” (Canalıcı) olarak görerek Tevrat’ın diliyle şöyle cevap verir: “ Vahiy, XII, 17’de şöyle denilmektedir: ‘ Hiç kimse Canavarın karakteri, ya da Canavar’ın adı ya da adının sayısı damgası kendisinde olmazsa ne bir şey satın alabilecek ve ne de satabilecektir. İşte hikmet buradadır. Anlayışı olan Canavar’ın sayısını hesap etsin. Çünkü onun sayısı insan sayısıdır. O da 666’dır.’ ” (Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri, s.352.)
[19] Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri, s.140.