1913 İnebolu doğumlu olan İsmail Fakazlı, Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden İbrahim Fakazlı'nın da kardeşiydi. İsmail Fakazlı, 5 Aralık 2014 günü vefat etmişti.
İSMAİL FAKAZLI'NIN DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN
"Ankara'daydım. O günlerde Taşköprülü Sadık Bey (Demirelli) de Ankara'ya gelmişti. Kendisiyle otelde buluşmuştuk. Sadık Bey bana, 'İsmail Efendi, ben yarın Emirdağ'a Hazret-i Üstadı ziyarete gideceğim' deyince, ben de kendisine, gelmek istediğimi söyledim. Böylece Ankara'da kararlaştırarak Afyon vilayetinin Emirdağ kazasına doğru yola çıktık.
"Ertesi gün Sadık Beyle birlikte Eskişehir'in Yıldız Oteli'nde bir gece kalarak daha ertesi gün, gecenin geç saatlerinde Emirdağ'a ulaşmıştık. Açık olan bir kahvehaneden çok gürültüler geliyordu. Bu gürültüleri duymamak için camiye doğru gidiyorduk. Nurlu Üstad'ın evinin önünden geçerken yukarılardan bir inilti geliyordu. Bu esnada elinde sopa bir bekçi efendi bize, “Burada durmayın, Şeyh Efendi zikrediyor” diyordu. Bu ses nur Üstad'dan geliyormuş. Bu ses üzerine Paşazade Sadık Bey daha fazla yürüyemedi. Plevne kahramanı Gazi Osman Paşanın harp ve esaret arkadaşı Sadık Paşanın torunu, binbaşı Mehmet Ali Bey'in oğlu Sadık Bey, asrın sultanının saadetli menzilinin önünden bir yere kıpırdayamıyordu. Ben Emirdağ'ı ilk defa görüyordum. Nerede bulunduğumuzu sopalı bekçinin konuşmasından sonra anlamıştım.
SADIK BEY NAMLI BİR PAŞAZADEYDİ
"Kastamonu'dan bildiğim Sadık Bey namlı bir paşazadeydi. Altındaki atla, Bolu dağlarından tâ Sinop civarında kadar, at sırtında uçarcasına giderdi. Altındaki kır atı, bir ara, iki bin liraya satmıştı. Kendisi bir kahvehaneye girse, insanlar hep birlikte Sadık Beye hürmeten ayağa kalkarlardı.
"Sabahın erken saatlerinde nur Üstad'ın huzurlarıyla müşerref olmak için mütevazı hanenin kapısını tıkırdattık. Az sonra, heybetli, gür bıyıklı, Şeyh Şamillerin edası içinde bir genç arkadaş kapıyı açmıştı. Bizleri buyur etti. Tığ gibi ince bir endam içinde, adetâ bir vakar ve ciddiyet âbidesiydi. Bu mutena insan Ermenekli Zübeyir Gündüzalp'ti.
SADIK BEY HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLIYORDU
"İçeride Nurlu Üstad, Sadık Bey'i ayakta bekliyordu. Sadık Bey ani ve çevik bir hareketle Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ayaklarına kapanmıştı. O esnada Hazret-i Üstad'ın da yaptığı çevik hareketini, cevvaliyetini tarif etmem mümkün değil. Seksen yaşın eşiğinde bir insanın o çevik hareketi yapabilmesi mümkün değildir. Nur Üstad'ın ayaklarına kapanan Sadık Bey hüngür hüngür ağlıyordu. Ilgaz dağlarının namlı yiğidi Sadık Bey, Ulu Sultanın huzurlarında âdeta masum bir çocuk olmuştu.
"Çok ulvî bir hüzün havası mütevazı odacığı ve iklimi kaplamıştı. Göz yaşlarımızı tutmamız mümkün olmuyordu. Nurlu Üstad Doksan Üç Harbini Plevne gazisinin torununun omuzlarından tutmuş; “Kalk kardaşım Sadık Bey, kalk” diye kaldırmaya çalışıyordu. Bu çizmeli paşazadeyi bir türlü kaldıramıyordu. Bu pehlivan yapılı zatı kaldırabilmek ne mümkün!
"Bırak kardaşım! Evladım, Sadık Bey, kalk ayağa bana hakkını helâl et. Sen bana Denizli hapsinde dokuz ay çorba pişirdin, bana hakkını helâl et” diyordu.
Sonra ayağa kalkan Sadık Beyle bir kucaklaştılar, bir kucaklaştılar ki, aman yâ Rabbim, ne muhabbet, ne samimiyet! Sonra Üstad beni de kucakladı, ben de ellerine kapandım. Ellerinden gönlümden kopan hürmet fırtınaları içinde öptüm, öptüm. Heyecandan bütün vücudum ter içindeydi.
BU KARDAŞIMIN BANA ÇOK HAKKI GEÇTİ!
"Daha önceleri, benim uzaklardan misafirlerim gelecek diye Ziya Arun'a temizlettiği şiltenin üzerine bizleri oturttu. Bana hitaben, Sadık Beyi işaret ederek buyurdu ki: “Bu kardaşım hapishanede dokuz ay benim çorbamı pişirdi. Bana çok hakkı geçti!”
"Gözümde ve gönlümde zirveleşen Sadık Bey, nur Üstad Bediüzzaman gibi bir Ulu Sultana dokuz ay hizmet edebilmenin saadeti içinde, âleminde daha da zirveleşmişti. Sadık Bey, o büyük İslâm tarihindeki İbrahim Ethemleri hatırlatıyordu insana sanki.