Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da otoriter rejimler yıkılıyor, çatırdıyor. Tarihin kritik anlarından birisini yaşıyoruz. Berlin duvarının yıkılışı kadar keskin ve önemli bu gelişmeler...
Doğal olarak gazete ve televizyonların ana konusu bu değişim süreci...
Türkiye'ye dönelim...
Belki yıkılan ve sarsılan Arap rejimleri kadar sert değil ama Türkiye'de askeri vesayet üzerine kurulu otoriter bir düzen vardı ve adım adım yıkılıyor.
Türkiye'nin farkı, belki de gücü bu değişimi demokrasi araçlarıyla, süreklilik içinde yapıyor olması...
Pek çok insan bu farkı, muhtemelen benzetmeyi de anlamayacak, anlamak istemeyecektir...
Anlatalım...
İki gün önce Türk Tabipleri Birliği bir açıklama yaptı.
TTB Merkez Konseyi'nin, toplu mezar iddiaları ve açılan toplu mezarlar için vardığı sonuçlarla ilgili bir açıklama bu...
Can alıcı kısmından başlayalım okumaya:
"Şu ana kadar 1.469 kişiye ait kemiklerin bulunduğu 114 toplu mezar tespit edilmiştir. Açılan 26 toplu mezarda 171 kişinin kemiklerine rastlandığı bildirilmekle birlikte olayın gerçek boyutları çok daha büyüktür. Hakkari'den Tunceli'ye kadar çok geniş bir coğrafya'da yüzlerce toplu mezarda gömülü kimliği belirsiz binlerce ceset söz konusudur..."
Aklınız alıyor mu bunu?
Devam edelim:
"Toplu mezarların şehir merkezlerinden, yol kenarlarından, çöplüklerden kırsal alana kadar değişik bölgelerde mevcut olduğu anlaşılmaktadır."
Bir cümle daha okuyalım:
"Yakınlarını çatışmalarda ya da faili meçhul cinayetlerde yitirmiş aileler, toplu mezarların bir an önce açılması ve kimliklendirmenin hızla yapılarak cenazelerin kendilerine teslim edilmesini istemektedir.
Bazı kayıp yakınlarının ve görgü tanıklarının ise baskı görme korkusuyla müracaatta bulunmadığı bildirilmektedir..."
Rakam ve durum gerçekten inanılır gibi değil...
Bu insanların bir kısmı faili meçhullere kurban etti...
Kayıp anaları onları beklerken toplu mezarlarda yatıyorlar belki de...
Bu insanların bir kısmı ise, çatışmalarda öldürülen PKK'lılar olabilir...
Ancak onların da ailelerine teslim edilmeden ya da kimlik tespiti yapılmadan, toplu mezarlara gömülmesini açıklayacak hiçbir hukuki ve vicdani mekanizma yoktur...
Kaldı ki bu durum, faili meçhul cinayetleri ve bu cinayetlerde öldürülmüş kişileri aramayı, bulmayı zorlaştırmakta, katilleri teşvik etmektedir.
En azından uzun bir süre teşvik etmiştir...
Ama birilerine sorarsınız, ne bunlar insan mezarıdır ne Türkiye'de siyasi faili meçhul cinayet işlenmiştir.
Balyoz'un olmadığı gibi JİTEM de yoktur onlara göre...
Türkiye'de yıkılan düzen işte budur...
Son yıllarda yaşadığımız en önemli hadise, Türkiye'nin tüm kurumları ve toplumuyla yakın tarihiyle, bu tarihin siyasi, toplumsal, kültürel "düşüklükleri"yle çıplak biçimde yüzleşmesidir.
Darbeler, darbe girişimcileri, darbeciler, resmi cinayetler, basın, linçler, Ergenekon, Dink cinayeti bu yüzleşmenin en sert ve önemli sayfalarını oluşturuyor.
Bu kanlı adacığın ulaşılamayan tek noktası aslında JİTEM'dir.
Direnen tek kurum hâlâ Silahlı Kuvvetler'dir...
JİTEM sadece bir ölüm makinesi değildir, aynı zamanda devletin bir döneminin tarihidir.
Kürtleri öldürdüğü kadar, içindeki muhalifleri, askerleri de öldürdü JİTEM...
Cem Ersever böyle öldürülmüştü. Orgeneral Eşref Bitlis'in ölümü hâlâ bir muamma. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ınki tartışmalı. Albay Rıdvan Özden ise birkaç suikast atlattıktan sonra 1995'te iki koruması ile birlikte katledildi.
Asker infazları, derin devlet yapılanmasında ve eylemlerinde, resmi politikaların aldığı yönde, gerek emir veren gerek emir alanlar açısından üstü örtülü operasyonların devlet içi yansımalarında anahtar rol oynarlar...
JİTEM'cilerin giriştikleri bu tür işleri üstlerinden habersiz yapmaları mümkün müdür sizce?
Türkiye'nin aydınlığı önemli ama karanlığını, yaşanan değişim çabalarını hafife almayın...
Yapılacak pek çok iş olduğu ortada...
Yeni Şafak