Said Nursi’nin “Perakende hakikatlerden bir aşure” tabiri hoşuma gittiği gibi düşündürdü de. İlk eserler özlü, kısa ifadeler ve çeşitlilik içeriyor. Zihni zenginliği yanında kelime ve üslup farklılığı okuyanı tiryaki ediyor bir müddet sonra.
İşarat, Rumuz, Tuluat, Sünuhat eser adı olduğu gibi hangi kıvamda yazdığının da göstergesi. Tanpınar’dan ödünç ifade ile “Yaşadığım Gibi” yazmış Nursi; tesir de oradan geliyor zaten.
Sonraki eser külliyatına çekirdek olmuş bu “perakende aşureler.” Nur Risaleleri okunduktan sonra başa dönmek veya köke inmek; meyveli ağacı bütünlükle görme zevki ve şuuru veriyor okuyanda.
Ağaç; başlangıç, gelişme ve sonuç metaforu. Çekirdek, gövde ve meyve. Fikrin menşei, gelişmesi ve neticesi. Bu bütünlüğü sağlamışsa mütefekkir kaç mevsim geçse de onun fikri sağlamlığına zarar veremez. Gelgeç gündemlere dirençlidir; çekirdeği hakikat olan ağaç adamların fikirleri.
Çınar ağacı üzerinde kulübecik yapmak, mescit inşa etmek ve önünde çeşmenin akışı; Barla ve Bediüzzaman; onun hakikat yürüyüşün fotoğrafı değil mi?
Aşure çeşitlilik ve çekirdek içeren bir yiyecek. Bediüzzaman'ın Osmanlının son demlerinde, Van'da Tahir Paşa konağında Aşure ateşini yaktığını söylemek doğru mu bilmem? "Hakikat Çekirdekleri" ateşin sıcaklığında ilk pişmeler sanki.
Dünyanın ateşinin çıktığı cihan harbinde yazdığı "İ'şaratül İ’caz" yeni bir yolun ilk adımları gibi; gövde inşası devam ediyor.
Barla; ağacın meyveye döndüğü ve yeni çekirdek haşrinin başladığı devir. Sonraki şehirler; Anadolu sathini ormana dönüştürme gayreti ve şimdiki aynı akış.
Aşure aslında bir tufan yemeği. Manevi tufanda yazılan Nur Risalelerini bu bağlamda Aşure yemeği demek doğru olsa gerek. "Perakende Aşure" bunu doğrulamıyor mu?
Tufan dünya ve dünyalar ölçeğinde devam ettiğine göre; bulunduğu yeri Barla'laştırarak aşure yemeğe ve dağıtmaya devam; son şehir, son kalp kurtuluncaya dek!