Dersteydik ve hocamız yanımdaki arkadaşa, elindeki pergeli doğru düzgün tutmasını, yoksa ortaya çıkacak hataların, sadece şu an çizdiği kağıtta kalmayacağını anlatıyordu.
Hocanın bu ifadesi beni baya etkilemiş ve kontrol dışı derinlere sürüklemişti.
Diğer yandan arkadaşım, bu öğretiye değil de, hata kabul etmeyen egosunun sponsorluğunda, başka derinliklerde, hocaya karşı, itinayla öfke besliyordu.
“Mümkünse bir daha hayat boyu görüşmeyelim…” dedi.
Döndüm ona ve “hayat” dedim, “bir an değil mi?” Yani; geçmiş için, hayattan bahsedilmesi imkansız olduğu gibi, halen gelmemiş bir yarına da hayat kıyafetini giydirmek, o an kendi üstümüzdeki hayat kıyafetini çıkarıp, hayal ettiğimiz yarına uzatmak ile olabilirdi…
Uzun süre düşündükten ve pergeli sağa sola anlamsızca götürüp getirdikten sonra, aynı noktaya koydu.
“Peki neden?” dedim.
“Hayat ancak bu noktada dönüyor, nereye uzansam, bir kabir atmosferine bulaşıp, hep bu noktaya, hem de korkuyla ve koşarak, hem de acizlik mührünü kalbime kazıyarak geri döndüm… ”
”İşte temel sorun, tam da burada!” dedim.
“Bir daha hayat boyu görüşemeyeceğin hiç kimse yoktur kardeşim!!!
Biz hayat pergelini sadece, kundak ile kefenin, beşik ile kabrin, arasına kadar ge(ö)rebildiğimiz için, bu cüretli olduğu kadar anlamsız cümleyi kurarız…
Pergeli açabildiğimiz idrak çerçevesi, tıpkı bir temiz hava sahası gibi, bizim kimselere kızmayıp, bilakis, Müsebbibül Esbab’ın isabet eden musibetlerini fırsat bilmeyi başarabildiğimiz, mahkeme-i Kübra’nın gölgesinde barınan ve korunan serin bir çerçevedir…
Oysa kardeşim, birini tanıyınca, mizana ve hatta daha sonrasına kadar uzanan bir yolculuk fermanına imza atarız… “