İnna lillah ve İnna ileyhi raciun
Peru Lima'da Risale-i Nur kahramanı Abdullah Rojas Bendezú kardeşimizin vefatının ardından...
Güney Amerika’ya geldiğimiz daha ilk sene internette araştırmalar yaparken çok ilginç bir haberle karşılaşmıştık: “Latin Amerikalı gençlere ne oluyor!? Neden her gün yeni gençler islamiyeti merak edip araştırıyorlar ve Müslüman oluyorlar!?”
Hakikaten de hem Risale-i Nurlar ile şehadetlerine şahit olduğumuz hem de başka vesileler ile Müslüman olmayı tercih eden birçok genç ile tanışmış, hikayelerini dinlemiştik.
Helal kelimesi İslam'a götürdü
Bunlardan bir tanesi de sevgili ve kıymetli kardeşimiz Peru’lu Fred Rohas’in hikayesi idi.
Yedi sene önce gıda mühendisliğinde okurken gıda sertifikaları konulu bir derste “helal sertifikası” terimi geçiyor ve bu terimin islam diniyle alakalı helal-haram kavramları olduğunu öğreniyor. Daha fazla bilgiyi kaynağından almak için Peru’nun başkenti Lima’daki İslam Kültür Merkezi ve Camii’ne gidiyor. Üç ay boyunca irtibatını sürdürüyor ve sohbetlerine katılıyor. Ve nihayet hayatının en güzel kararını alıyor ve Müslüman olup Abdullah ismini alıyor.
Ve Risale-i Nur'la tanışma
Daha sonra camiye gittiği günlerden birisinde Risale-i Nurlar ile tanışıyor ve önce küçük risaleleri ve sonra da büyük Sözler, Mektubat, Şualar, Lemalar’ı kemal-i şevk ve ciddiyetle okuyor. Diyor ki: “Risale-i Nur’daki hakikatler o kadar kuvvetli ki, en inatçı sabit fikirli insanları bile kolayca ikna edebiliyor.” Kendi tabiri ile “aradığını buluyor” ve bir güzel karar daha alıyor; Hayatının bundan sonraki kısmını nurlarının intişarına ve neşrine adıyor. Lima Risale-i Nur medresesinde bir hadim oluyor ve hayatını bu davaya vakfediyor. “Arayanlar”a aradıklarını bulmaları için var gücüyle çalışıyor.
Onlarca insanın Müslüman olmasına vesile oluyor
Bu geçtiğimiz dört senede inşallah kırk sene keyfiyetinde hizmet ediyor. Onlarca insanın Müslüman olmasına, Kur’an okumayı öğrenmelerine vesile oluyor.
Önce kendisi gibi kitap kurdu olan babası Risale-i Nurların İspanyolca tercümelerinden sadece üç küçük kitap olan Küçük Sözler, 23.Söz, Hastalar Risalesi’ni okuyor ve o da Müslüman olmaya karar veriyor. Hatta bütün doğu ve batı klasiklerini, birçok dini ve felsefi kitap okumuş olan babası sadece bu üç küçük kitabı okuduktan sonra diyor ki; “Artık okuduğum kitapların hiçbir hükmü kalmadı.” Fakat o lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi malumatı ve felsefi maarifi faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini buluyor ve nurlara talebe oluyor.
Sonra annesi, amcaları, kuzenleri derken köyünden birçok kişi de İslam ile müşerref oluyor ve köyünde nur dersleri iştiyakla okunmaya devam ediyor. Ailesi önceleri günde on-on beş saat çalışıp derd-i maişet hususunda çok sıkıntılar çekerken nurları okuyup Müslüman olduktan sonra çok az çalışıp suhuletle geçimlerini sağlamaya başlıyorlar.
Sen izah edince anlamıyorum kendim okuyunca daha rahat kavrıyorum
Abdullah kardeşimiz bu derslerle alakalı bir gün şu dikkat çeken hatırayı naklediyor; “Bazen babamın iyi anlaması için Risale-i Nur okurken izah ediyordum. Bir gün babam dedi ki; “Ben, sen izah edince anlamıyorum ama aynı yeri kendim okuyunca daha rahat kavrıyorum.”
Bu köylerde çok masum çocuk var, bu iş buralardan başlayacak
Kısa zamanda nurlardan çok istifade eden ve inşallah sadık bir nur talebesi olan Abdullah, hazır asker gibi nerede ne ihtiyaç varsa şimşek gibi yetişiyor. Ne şehirler ne de ülke sınırları onu durduramıyor. Peru’nun çöllerindeki yerleşim yerlerine gidip orada yaşayanların manevi susuzluğunu gideriyor. Amazonların en uzak yerlerindeki kabilelere bile gidip durmadan, yorulmadan anlatıyor: “Allah var, ahiret var, Peygamber(sav) var” “Köyler!” diyor “Bu köyler çok mühim, buralarda çok masum çocuklar var, bu iş buralardan başlayacak.” Zaten “bu hikaye” köylerden başlamadı mı!? Bitlis’in Nurs’unda doğan Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi bütün dünyaya meydan okumadı mı!? Sonra başka bir köy olan Isparta’nın Barla’sında “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu” orada neşrettiği nurlar ile bütün dünyaya ispat etmedi mi!?
Bir ülkede ihitiyaç mı var? Abdullah orada! başka bir memlekette kitap fuarı mı var? Abdullah orada! Şili’den Meksika’ya, Bolivya’yadan Arjantin’e… “Arjantin’de kitap fuarı var, burada sen de bulunsan destek olsan güzel olur, gelebilir misin?” diye sorduğumuz zaman, ondan bir şey istediğinizde, rica ettiğinizde hep duymaya alışık olduğunuz o iki kelime o tatlı dilinden Türkçe olarak çıkıverir “Tamam Abi!”
Fred Rohas iken Abdullah oldu
Muhataplarına sakin sakin, tane tane anlatır. Çok nadir de olsa tahrik edici sorular soranlar olduğunda, o en ufak bir kızgınlık alameti göstermez aynı sakinlik ve ciddiyetle Risale-i Nur’dan istifade ettiği manaları yine ondan aldığı derse binaen kavl-i leyyin ile anlatır… Bunun yüzler misali vardır…
Fred Rohas iken İslamı tanımış Abdullah olmuş, sonra da Risale-i Nur’ları tanımış hakiki bir kul, tam bir abdullah olmuştu.
Nitekim Hüsnü Ağabey ile bayramlaşma programında diyordu ki; “Bir insan Risale-i Nur’u okuduğunda artık hiçbir zaman aynı insan olmuyor. İnsanın Yaratıcısına ulaştıracak kapıyı her zaman açık bırakıyor.”
Evet o kapı açıktı ve artık nurun manevi bir kahramanı, Hüsnü Ağabeyin, onun simasından belli risale-i nur’u okumuş, islama tabi olmuş ki nurlu bir yüzü var dediği Abdullah’ın Yaradanına kavuşma zamanı gelmişti. “Her yeni eskir, her doğan ölür”dü. “Gelen gider, giden gelmez”di. Bazı hikayeler zahiren kısa, hakikatte ise çok uzun olurdu.
Son arzusunda hemşireden Cevşen okumasını istedi
Abdullah kardeşimiz de Müslüman olduktan sonra "yeniden doğdum" dediği asıl hayatı olan son yedi senesini dolu dolu geçirmişti. Otuz üç senelik ömrünün son günlerindeydi, nefes almakta güçlük çektiği en sıkıntılı zamanlarında dahi şükrediyordu. İstediğin bir şey var mı diye soran hemşireye, “Peygamber Efendimizin (sav) duası olan cevşen var, onun tercümesini okusan ben de dinlesem olur mu?” demiş ve son arzusu da bu olmuştu.
Vefatından birkaç saat önce gönderdiği fotoğrafında bile gözlerinin içi gülüyordu. Çünkü biliyordu ki bütün dünyada ulaşabildiğimiz nur talebeleri ona dua ediyordu. İki hafta kadar kaldığı hastane odasında zahiren tek başına olsa da hakikat noktasında yalnız olmadığını, nur kardeşlerinin dualarıyla yanında olduğunu biliyordu.
Başta Hüsnü ağabey olmak üzere bütün nur taleberine selam ediyor ve diyordu ki; “Nur Risalelerini Latin Amerika’ya ulaştıran abilerimize teşekkür ediyorum.”
Aziz, kıymetli, fedakar, kahraman kardeşimiz!
Biz de sana teşekkür ediyoruz. Onlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olduğun için. Hem sözlerin ile hem de lisan-ı halin ile en güzel bir numune-i misal olduğun için…
Gidişin hiç beklemediğimiz bir zamanda oldu fakat o dahi bir hizmet oldu. Sanki illa yaşlanınca ölecekmişiz ve bunun için garantimiz varmış gibi yaşarken, vefatın manevi bir şamar atarcasına bizi sarstı. “Ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç, ihtiyar farkı yoktur. Elbette, daima gözü önünde öyle büyük, dehşetli bir mesele karşısında biçare insan, o idam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferitten kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkîye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hadisesi, o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir.” Hakikatini bize hatırlattı.
Bizim hiç şüphemiz yok ki gittiğin yerde rahatsın. “Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum" diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve "O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum" der, rahatla yatar.”
Rabbim mekanını cennet eylesin. Vakit, şefkatini her cihetle bize gösteren Rabbimize, mahşerin dehşetinde “ümmeti ümmeti” diyen Efendimize(sav), “Dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.…” ve “Ne mutlu sizlere ki hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet meşakkat bitti, ücret almaya gidiyorsunuz…” diyen üstadımıza kavuşmak vaktidir. Vakit vuslat vakti, yolculuk vaktidir. Yolun açık, varacağın menzil saadet-i ebediyeye mazhar olacağın cennetül firdevs olsun inşallah… Amin, amin, amin…