RİSALEHABER
2 Nisan 1899'da İstanbul'da doğan Safa, gazeteciliğe erken yaşlarda başladı ve 43 yıl boyunca köşe yazarlığı yaptı. Safa, 15 Haziran 1961'de vefat etti.
Yazarlığı sırasında zaman zaman Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur ve Nurculuk hakkında yazılar yazan Peyami Safa, bazen menfi bazen müsbet yorumlarda bulunmuştu.
Safa, Bediüzzaman'ın vefatından iki gün sonra 25 Mart 1960 tarihli Tercüman'da kaleme aldığı yazısında gazeteciler için "Risale-i Nur Külliyatı hakkında fikir beyan edenlerin, bu eserlerden bahsedenlerin bir tek sayfa bile okumadıkları" eleştirisi yapmıştı.
Risale-i Nur Külliyatı'ndan bir tek sayfa bile okumadıkları besbelli
Peyami Safa'nın ilgili yazısı şöyle:
"Rahmetli Said-i Nursi veya Kürdi'nin nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü öğrenmek için, dün birkaç gazete okuyanların şaşkınlık içinde kaldıklarını gördüm.
Bediüzzaman'ın hayatı ve vefatı hakkında yazılanların hiçbiri ötekine uymuyordu. Kırk yıl değil, kırk saat öncesi hakkındaki haberler de karma karışıktı. Kimi bu adamcağızın kalp yetmezliğinden, kimi zatürreden öldüğünü, kimi saat 8.25'de kimi 9.30'da kimi de 10.30'da vefat ettiğini, kimi son sözlerini söylediğini, kimi de son sözlerinin olmadığını, kimi rahmetlinin Bitlis'te "Nurşin" köyünde, kimi "Nurs" kazasında doğduğunu kimi Türkiye'de bu isimde yer olmadığını, kimi onun 31 Mart vak'ası ile alakasının bulunmadığını, kimi de bu vak'a üzerine nefyedildiğini, kimi Şeyh Said isyanı üzerine sürüldüğünü, kimi de Atatürk tarafından 170 bin lira tahsisatla Doğuda bir üniversite kurmaya memur edildiğini yazıyordu.
Risale-i Nur Külliyatı hakkında fikir beyan edenlerin bu eserlerden bahsedenlerin bir tek sayfa bile okumadıkları besbelliydi.
Gazetelerin, efsane, rivayet, şayia ve dedikodu yayınları
Bizim yaştaki nesil, mütareke devrinde, Bediüzzaman lakabı ve Said-i Kürdi adıyla tanınan bu zatı Divan Yolunun ve Sultan Ahmet'in "akademi" denilen kahvelerinden tanır. Onu bugünün gençlerine hakiki huviyeti ve fikirleri ile tanıtmak isteyenler çeşitli imkansızlıklarla karşılaşırlar. Evvela, Risale-i Nur Küllüyatının din bakımından ciddi bir tenkidini anlayabilmek için asgari bir din bilgisi, kelam, Tefsir, Fıkıh ve Hadis bilgisi şarttır. Sonra halis Osmanlıcayı hatta şu Bediüzzaman kelimesini bile tam anlayabilmek için, İslam ve Türk Tarihindeki Bediüzzamanların hüviyetleri ile birlikte, dine, dile ve tarihe ait birçok şeyleri bilmek lazım. Bunlar bir veya birkaç yazıda hülasa ve izah edilemez.
Tek başına Bediüzzaman kelimesinin dilde ve tarihte aldığı manayı anlatmak bile imkansızdır. Çünki if'al babında ibda kelimesinin soyundan Bedi' kelimesinin latin harfleriyle yazmak mümkün olmadığı gibi, güzelllik yaratma manasına gelen ibda kelimesini canlıları yaratma manasına gelen halk etme, makine gibi cansızları yaratma manasına gelen icad ve ihtira kelimelerinden ayıran ince farklar bilinmedikçe ve metinler içinde okuyup yaşanmadıkça, Bediüzzaman tam mansıyla kavranamaz. Bir de Risale-i Nur külliyatının çapraşık diline girilince onun tenkidini birçok Nurcuların bile anlaması imkansızlaşır.
Böyle yetiştirilmiş nesillere merhamet ve Said-i Nursi'ye rahmet dilemekten başka yapılacak birşey kalmıyor. Onu bir sürü efsane, rivayet, şayia ve dedikodu yayını içinde bir masal kahramanı haline getiren birçok gazetelere de sözümüz yoktur. Hayretten başka...