Bediüzzaman, peygamberlik kurumunun insanlığın tabiat ve kainat karşısında neden, niçin sırlarını çözmek için bir gereklilik olduğunu eserlerinde izah eder. O sadece “Allah bir, resul hak” gibi değil işin felsefesini ve mantığını yapar. Bunu bir kurgu ile anlatır. İkinci nükteli işaret bu kurgudan bir numunedir.
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş. (Burada iddia etmiş diyor, ama iddiasını isbat için padişahın fermanı olan Kur’an’ı göstermiş yani benim iddiamı o kitabı ile tasdik ediyor demek.) Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bâhireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. (Yetmemiş bine kadar mucize göstermiş, yani Allah tabiatta olan insanda olan kanunlarını Resul’ünün iltimasıyla değiştiriyor. Ağaç yürüyor, parmağından su akıyor, bir avuç toprağı yüzlerce bir avuç toprak yapıp Kureyşin yüzüne attırıyor ve daha başkaları…)
Evet, mu’cizat-ı Ahmediyenin (asm) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyeti vardır. Mu’cize ise Hâlık-ı kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir صَدَقْتَ hükmüne geçer. (Bu mucizeler o kadar çok kişi tarafından görülmüş ki kati hüküm yani tevatürdürler.)
Nasıl ki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse padişah “Evet” dese nasıl seni tasdik eder. Öyle de âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. (Peygamberimizin (asm) iddiasını isbat için Allah kainatta cari adet ve vaziyetini değiştirip onun iddiasını destekliyor, savaşta gökten melekler gelip onun ordusunu galip getiriyor, öldürmek için üzerine gelen adamın elinden kılıcı düşüyor, kendine suikast yapılacağını Cebrail haber veriyor.)
Öyle de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlık’ının mebusuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir (geçerli, sürekli aynı minval üzerine hareket eden) âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamere bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte iki yüz üç yüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.
Ondokuzuncu sözde bir anlatı metni içinde kurgu ile yanındakini Arap yarımadasına götürür, onu vazife başında seyrettirir.
Aşağıda anlatıma kurgu bilim ile geriye dönüş tekniği getirmiş. Adamı elinden tutup Arap yarımadasına götürüp olaya güncellik ve anlık mana veriyor. Kişi de bu kurgu ile olayın içine giriyor. Divan edebiyatındaki nat-ı şeriflerin hiçbirinde bu canlılık yok. Sanatlı elfaz, ama mana kelimelerin arkasında dini anlatırken sadelik yok.
Eğer istersen gel, Asr-ı Saadete, Cezîretü’l-Araba gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyâret ederiz. İşte bak hüsnü siret (ahlakı ve görüntüsü güzel) ve cemâl-i sûret ile mümtaz (seçilmiş bir güzelliği var) bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu’ciznümâ bir kitap (mucizeler gösteren, çocuklarını diri diri gömen insanları, karınca ezmez duruma getiriyor, öldürmeye gittiği Peygamberi, bir sure dinleyince vazgeçip Ömer müslüman oluyor) lisânında hakàikâşinâ bir hitâb, (kapalı kalmış hakikatları anlatıyor) bütün benîâdem’e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudâta karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ (insana ne olduğunu anlatıyor) ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlem olan (alemin yaratılış sırrı) muammâ-i acîbânesini (anlaşılmaz sırlı yaratılış hakikatını) hall ve şerh edip (ortaya çıkarıp) ve sırr-ı kâinat (kainatın sırrı) olan tılsım-ı muğlâkını (çok kapalı sırrını) feth ve keşfederek, bütün mevcudâttan sorulan, bütün ukùlü (akılları) hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş suâl-i azîm olan "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Suallerini mukni ve makbul cevap verir."
Din, felsefe, mitoloji, ilim insanın neci olduğunu nereden geldiğini nereye gittiğini Adem babamızdan beri merak etmiş, o sorulara ikna edici cevaplar veriyor.
Bediüzzaman edebiyat ihtilali yapmış. Yüzyıllardır aynı kalıplarla anlatılan peygamberlik hakikatini ve hayatını ne kadar romancı bir dramaturg gibi izah ediyor. Ey toplumu düzenlemeye çalışan üdeba, Diyanet neredesin?