Bu sebeple Hz. Peygamber (asv)’e isnad edilen her şeyin Kur'an-ı Kerim’e uyup uymadığı meselesi gündeme gelmiştir. Bazıları, "Biz rivayet edilen hadislere bakarız, eğer Kur'an’a uygunsa alırız, değilse almayız." diyor ve bu iddialarına da hem Hz. Peygamber (a.s.v), hem de sahabe uygulamalarından deliller getiriyor.
Peygamberimiz (asv)'e isnad edilen, “Benden size gelen şeyi Allah’ın Kitabına arzedin. O’na uygunsa ben söylemişimdir. Şayet ona uygun değilse ben söylememişimdir.”(1) Sözünü esas almışlar ve herhangi bir hadisin sıhhatine hükmetmek için Kur'an’a uygunluğunu şart koşmuşlardır. Bu anlamda yapılan işe “arz” denilmiştir.
Arz fikrinin, Arz hadisine dayanarak, Hz. Peygamber (asv)’e dayandıranlar olduğu gibi, bu hadisi zındıkların uydurduğunu, dolayısıyla mevzu olup amel edilemeyeceğini savunanlarda vardır.
Peygamberimiz (a.s.v) bazı durumlarda bir hükmü söyleyince arkasından o hükümle ilgili bir ayet okumuştur(2). Bu tarz bir uygulama hadislerin Kur'an’a arz edilmesine dayanak kabul edilmiştir. Arz olayını kabul etmeyenler ise bu rivayetlerin müdrec(3) olduğunu dolayısıyla konuya delil olamayacağını söylerler.
Hz. Ömer (ra)’in, Fatıma bnt. Kays’ın rivayetine “Biz unutup unutmadığımı bilmediğimiz bir kadının sözüyle Allah’ın Kitabını ve Resulünün sünnetini terk edemeyiz.”(4) sözünü ele alıp, sünneti Kur’an’a arz ederdi denilmesini düşünmek gerekiyor. Zira, bütün hadislerin yeniden gözden geçirilip Kur'an’a uyanlar alınmalı uymayanlar atılmalı anlayışı ile Hz. Ömer (r.a)'ın bu tavrı birbirine zıttır. Hz. Ömer (r.a) ilk defa duyduğu bir sözü Kur'an ve sünnetin tamamına bakarak değerlendiriyor. Arz anlayışını aşırılığa görütenler ise sünnetin kaynaklığını reddedecek bir uslupla yaklaşıyorlar.
Bazı hadislerin Kur'an’a arz edilmesini benimseyenlerin gösterdikleri delillerden biri de Hz. Aişe (r.anha) validemizin bazı uygulamalarıdır. Zerkeşi, onun sahabeye olan bazı reddiyelerini bir eserde(5) toplamış, bunlardan bir kaçı şöyledir.
Ebu Hureyre (r.a) ın rivayet ettiği “Veled-i zina, üç şerlinin en şerlisidir.”hadisini duyunca, "Allah Ebu Hureyre’ye rahmet etsin. O hadis bir münafık hakkındadır ki, Resulullah’a çok eziyet ediyordu. Onun kim olduğunu sordu, “veled-i zinadır.” dediler. O zaman işte böyle buyurdu. Yoksa Kur'an; “Kimse kimsenin günahını yüklenmez” derken, Resulullah nasıl böyle buyurur."(6). Yani zina eden kadın ve erkek suçludur. Zina mahsulü bir çocuğun suçu yoktur.
Dikkat edilirse, Hz. Aişe (r.a) önce olayı tashih ediyor, ve yanlış anlaşıldığını ifade ediyor, sonra da Kur’an ile Sünnet’in bütünlüğü, aynı kaynaktan geldiği açısından birbirine zıt olmayacağını ifade içinde sünnette gelen hükme uygun bir ayet zikrediyordu.
Aişe (r.a) validemiz sadece sahabeye değil bazen Hz. Peygamber (a.s.m)’a da soruyordu. Nitekim, bir defasında Peygamberimiz (a.s.m), “Hesaba çekilen kimse mutlaka helak olmuştur.” buyurur. Hz. Aişe (r.a) “Allah beni sana feda etsin Ya Resulallah! Allah “Kimin kitabı sağından verilirse, o kolay bir hesap ile hesaba çekilmiştir.”(7) buyurmuyor mu?" deyince, Peygamberimiz (a.s.v) “O, Allah huzurunda olmaktır. Kimin hesabı münakaşalı geçerse, o helak olmuştur." buyurarak,(8) konuya açıklık getirir.
Bu misal manidardır. Hz. Aişe (r.a) kendine ulaşan bir rivayeti Kur’an’a arz etmemiş, Hz. Peygamber’in (a.s.m) hükmünün Kur’an ile uyumunu anlayamadığı için bunu bizatihi Hz. Peygamber’e (a.s.m) sormuştur. Bu da bize konunun farklı bir boyutunu gösteriyor. Dolayısiyle Sünnet-Kur’an bütünlüğünü anlayamayan birinin itirazını, başkası rahatlıkla çözebilir. Bu da bize konunun göreceliğini gösteren bir husustur.
2. Arz ile İlgili Görüşler
Hadislerin Kur’an’a arz edilmesi gerekir, diyenler ve bu anlayışlarına getirdikleri deliller veya arz edilmesi doğru değildir diyenler ve buna getirdikleri deliller bizim açımızdan konumuzu fazla ilgilendirmiyor. Bu sebeple delillerin tafsilatına girmeyi lüzumlu görmediğimizden(9), bu konuda alimler arasındaki bazı görüşleri ve uygulamalarını vermeyi daha uygun buluyoruz.
Hadisin Kur'an’a arzının bir usul olarak geliştiği mezhebin, Hanefi Mezhebi olduğu savunulur. Ancak mezhebin anlayışını değerlendirmeden peşinen böyle bir hükme varmak bizi yanıltabilir. Mesela, arz meselesini kabul edenler, sünnet, Kur’an’a aykırı olamayacağından onun hükmünü de kayıtlamayacak ve tebliğ etmeyecektir. Halbuki, Hanefi Mezhebi imamı başta olmak üzere(10), sünnetin Kur’an’a göre konumu şöyle açıklanır:
a) Sünnet, Kur’an’ı takviye eder.
b) Sünnet, Kur'an’ı tefsir edip açıklar.
c) Sünnet, Kur’an’ın bir hükmünü tahsis eder.(11).
Ancak sünnetin Kur'an’ı neshi veya tahsisi için mütevatir veya meşhur olması lazımdır. Kur'an’ın hükmüne muhalif olan haber-i vahidler ise onun hükmünü değiştiremez. İşte "Hanefilerin sünneti Kur'an’a arz ediyor" dedikleri hadisler bu çeşit hadislerdir. Buna Hanefi usulcüleri manevi inkıta diyorlar(12). Şu halde Hanefi uleması sünnetin Kur'an’ı takviye ve tefsirinde bir sınır getirmeksizin hadislerle amel ediyorlar, ancak Kur'an’ın hükmünü değiştirecek veya tahsis edecek bir hadis olursa, bu durumda onun mütevatir veya meşhur olmasını şart koşuyorlar(13). Bu açıdan hemen Hanefiler de sünneti Kur’an’a arz ediyorlardı, deyip geçmek doğru değildir.
İmam Malik de sünnetin üç fonksiysonunu aynen benimser(14). O’na göre haberi vahidler bile bazen Kur’an’ın umumunu tahsis eder, mutlakını takyid edebilir. Hele Medine Ameli ile desteklenirse daha da kuvvetlilik arzeder. Hatta rü’yet ile ilgili hadisleri Kur'an da geçen “O gün bir takım yüzler, Rablerine bakıp parlayacaktır.” ayetine uygun görerek, söz konusu hadisleri reddedenleri Kur’an’a uymamakla itham etmiştir(15). Eğer haberi vahidlerin bazı durumlarda Kur’an’a muhalefeti nedeniyle reddedilmesine arz denilirse, bu manada bir arzın İmam A’zam ve İmam Malik’te varlığını söyleyebiliriz.
Hadislerin Kur’an’a arz edilmesini gösteren rivayete mevzu diyen İmam Şafi ise(16), sahih hadislerle amel etmenin Allah’ın emri olduğunu, böyle bir hadisle amel etmeyenin aklını kaçırmış olacağını belirtir(17). Bu sebeple sünnet, Kur’an’ı tefsir ve takyid etmekle beraber, Kur’an’nın bir nas getirmediği konularında da müstakil hüküm koyar. Sünnetin koyduğu hükümler zahiren Kur'an’a muhalif görünse bile bu durum maksadın tayinine delalet eden karinelerin bilinmeyişindendir,(18)der.
İmam Şafii’nin, Peygamber Efendimiz (asv)’in sünnetini, Kur'an’dan anladıklarıdır, diye açıklaması son derece önemlidir. Bu sebeple sünnetin Kur'an’a olan zıtlığını bahane ederek reddetmeyi cahillik saymıştır(19).
Ancak bütün bu değerlendirmeleri sahih hadis hakkındadır. Şayet hadis şaz olursa bu durumda onun Kur'an’a zıt olması durumda onunla amel edilmez(20). Bu durumda sahih hadislerin Kur'an’a muhalif gibi görünen hükümleri, karineleri bilindiği zaman onların birbirine zıt olmayacağı anlaşılır; ancak rivayet şaz ise bu durumda muhalefet dikkate alınarak onunla amel edilmez. Öyleyse İmam Şafii’nin şaz rivayetlerin Kur’an’a ziyade hüküm getirmesi durumunda O’na hükmen arzettiğini söyleyebiliriz.
İmam Şafii gibi düşünen Ahmed b. Hanbel’de Kur’anın zahiri ile sünnet reddedilmez. Zira Kur’anın manasını ve delaletini sünnet tayin eder. Bu yüzden Kur’anın umumuna muhalif diyerek hadis reddedilmez. Böyle bir hadis, aslında Kur'an’ı beyan ve tefsir etmiştir,(21)der. Şu halde O’na göre sünnet-Kur’an bir bütündür. Görülen muhalefet zahiridir; izah edilebilir. Bu sebeple Kur’an’a muhalif bahanesiyle hadis terk edilemez.
Sünneti Kur’an a arz bahanesiyle reddetmenin doğru olamayacağını, sünnetin Kur’an’ı açıkladığı, tefsir ettiği gibi onda bulunmayan bazı hükümler koyabileceği, bu sebeple zahiri muhalefet sebebiyle hadislerin reddedilmeyeceğini, zira her ikisinin de kaynağının vahiy olduğundan birbirine zıt olmayacağını, zahiri zıtlıkların ise mutlaka bir izahının olduğunu söyleyen başka alimler de vardır. İbn Hazm, İbn Ebi Şeybe, Suyuti, İbn Abdi’l-Berr, Kurtubi, Şevkâni, Sağani, Fettani, İbnü’l-Arrak, Alilyyü’l-Kâri(22) bunlardan bazılarıdır. Hususan mevzuat yazarları, arz rivayetine mevzu diyerek sünnetin Kur’an’a arzedilmesine temelden karşıdırlar.
Ancak, özellikle şaz ve zayıf rivayetlerin hükme medar olduğu durumlarda, Kur’an’a ve sahih sünnete arz edilmesini uygun buluyoruz. Nitekim yukarıda yaptığımız izahlardan hareketle onların da ismen olmasa da fiilen bu işe başvurduklarını görmekteyiz. Zaten arz olayına temelden karşı çıkan alimlerimizin de kastı bu olsa gerek. Onlar, Kur’an’a muhalif bahanesiyle sahih sünnetin terk edilme endişesini dile getirmişlerdir, denilebilir.
Arz rivayeti mevzu kaynaklarda geçmekle beraber, muteber eserlerde de mevcuttur(23). Bu sebeple kökten atmak yerine belli bir zemine oturtmanın daha faydalı olacağını düşünüyoruz. Bize göre sahih hadisin şartlarını taşıyan rivayetleri değil de, şaz veya zayıf rivayetlerin Kur’an’a ziyade getirmesi durumunda fiili bir arz uygulamasının yapılması daha uygun olacaktır. Nitekim fakihlerimizin de yaptığı budur.
Diğer taraftan, hadislerin tamamını, sil baştan Kur’an’a arz edip onun süzgecinden geçirme bahanesiyle bir çok sahih hadisin yok edilmesini de(24) tasvip etmiyoruz. Bu bizi sünnetsiz Kur’an anlayışına götürür. O zaman Kur’an’ın canlı tefsiri olan ve Hz. Peygamber (asv)'in hayatını yansıtan sünnetin yerini başka anlayış ve sistemlerin doldurması kaçınılmaz olacaktır.
3. Hz. Peygamber’in Hayatının Kur’an’a Arzı
Hadislerin Kur’an’a arz edilmesi, bu sebeple de bazı rivayetlerin O’na muarız olmasından dolayı reddedilmesi ve bunun daha da ileri götürülerek, bütün rivayetlerin Kur’an’ın süzgecinden geçirilmesi gerekir anlayışıyla Hz. Peygamber (a.s.v) adına bize intikal eden her şeye bir şüphe iras edilmesi durumu, doğrudan doğruya bin dört yüz yıllık geçmişi itham etmek manasını taşır. Başta sahabe olarak bize bu rivayeti nakledenleri bir tarafa itip, onların yerine kendimizi koymak anlamına gelir.
Fakat bununla beraber arz uygulamasının olup olmadığı tartışmaları bir yana, acaba Hz. Peygamber (a.s.v) kendine indirilen Kur’an’ı anlayıp yorumlama hakkını nasıl kullandı. Mücerred bir ifade ile ve sadece sorulan suallere ve bazı problemlere cevap vermekle yetinmeli miydi, yoksa Kur’an’ı bütün yönleriyle fiili olarak tatbik etmeli miydi?
İşte Kur'an ayetleriyle ifade edilen bütün hakikatleri en iyi anlayan ve yaşayan olarak Hz. Peygamber (a.s.v), aynı zamanda onu hayata en iyi yansıtandı. Bu sebeple hadislerin Kur'an’a arz edilmesi hususunu farklı bir cepheden ele alacağız. Hz. Peygamber (a.s.v)’ın ferdi, ailevi ve içtimai, bütün yönleri ile sergilediği hayat tarzının, Kur’an’da zikredilen hususların birer açılımı, oradaki çekirdeklerin birer ağaç haline getirilmesi gibi görüyoruz.
Bu itibarla, hep aynı gözlükten bakmak yerine, Kur’an-ı Kerim’e bir de Hz. Peygamber (asv)’in hayatının penceresinden bakmanın bize ne gibi sonuçlar getireceğini de bir düşünmek gerekir.
İnsanlara gönderilen peygamberin melek veya cinlerden olmayıp insanlardan seçilmesi, elbetteki insaniyetinin gereği hayatın her yönüne ışık tutabilmesi ve bütünüyle örnek olabilmesi içindir. Kardavi’nin ifadesiyle(25), hayat uzunluk, genişlik ve derinlik olarak ele alındığında bunun dışında bir şeyin kalmadığı görülür. Uzunluk, doğumdan ölüme hatta ruhlar aleminden ahiret alemlerini; genişlik, hayatın bütün yönlerini, evi, çarşıyı, mescidi, yolu, işi, eşi, aşı, Allah ile olan ilişkiyi, kişileri, aileyi, müslimi, gayri müslimi hatta insanı hayvanı, canlı, cansız her şeyi ile olan ilişkileri, derinlik ise, insanın iç yapısını yani vücut, akıl, ruh, sır gibi zahiri ve batıni duyguları, söz, amel ve niyeti içine alır. Bu açıdan insan Peygamber’in (a.s.v), insanı ilgilendiren bütün bu yönleriyle numune ve örnek olması icap edecektir.
Öyleyse Sünnet’i, hayatın bütün yönlerini içine alan geniş bir pencereden değerlendirdiğimizde Hz. Peygamber (asv)’in her sözü, her fiili ve her takriri diye ifade etmek yanlış olmayacaktır(26).
Şu halde Hz. Peygamber (a.s.v)’ın hayat tarzı, yaşam tarzı ne dersek diyelim, külli olarak hayatın her yönünü Kur’an ayetlerine yeni bir bakış açısıyla arz edelim.
Önce Kur'an dışında Hz. Peygamber (a.s.v) hüküm koyabilir mi, meselesine girelim. Esasen niyetimiz, sünnetten Kur'an’a gitmek ama bu meseleyi önemine binaen Kur’an ayetinden gelelim.
Bütün kanunlar Allah’ındır. Kainatta koyduğu kanunlar, insanda yarattığı kanunlar ve nihayet Kur’an’daki kanunlar. Olayı dar çerçevede almıyoruz. Geniş ve şümullü bir anlayışla değerlendiriyoruz. Mesela, Allah, ağacın bütün programını çekirdeğinde, insanı ve hayvanı tohumunda veya yumurtasında yerleştirmiş, fakat bunu herkes anlayamıyor. Uzmanı olanlar da anlar veya anlamaz. Hatta her bir cüzünde ağaç, olsun insan olsun ayrı bir program daha yazarak, her ağaç parçasında veya insan hücresinde de bir ağaç ve bir insan dercetmiş.
İşte Allah Teala’nın bu kanunu Kur'an ayetlerinde de geçerli olması iktiza eder. Zaten Kur'an, kainat kitabını okuyan bir eser ve Hz. Peygamber (a.s.v) da o kitabı tefsir eden açıklayan bir muallim değil mi? Bu sebeple, Kur'an ayetlerinde geçen ifadeler birer çekirdek, birer tohum, birer yumurtaysa, Hz. Peygamber (a.s.v)’ın hayatının her yönü de onların birer açılımı, ağacı ve insanı yahut birer gülü, çiçeği, gözü, kulağı kalbidir.
Şimdi, Allah Teala’yı dinleyelim:
“... O (Resul) onlara iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder, onlara iyi ve temiz olan şeyleri helal, kötü ve pis olan şeyleri de haram kılar....”(27)
“...Allah’ın ve Rasülünün haram kıldığını haram saymayanlarla ...savaşın.”(28)
Allah Teala ayetlerde, Hz. Peygamber (a.s.m)’e haram ve helal koyma yetkisi verdiğini açıkca belirtiyor. Hususan ikinci ayette Allah Teala kendi ismi yanında Hz. Peygamber (a.s.m)'ın da ismini zikretmesi yapılacak bütün tevillerin yolunu kapatıyor. Şayet Allah’ın yasakladığı Peygamber (asv)'in de yasaklamasına şart kılınsa, -haşa- Resul (asv) de beraber olarak yasaklarlarsa diye anlaşılsa bu manasız olur. Tersi olsa, Resul (asv)'ın yasakladığını Allah da sarahaten yasaklaması lazım dense bu da anlamsız olur. Şu halde her ikisinin haram ve helal koyma yetkisiyle belirtilmesi daha ziyade Hz. Peygamberin (a.s.v) görevine yönelik bir emirdir. Bu açıdan Hz. Peygamber (asv)'in bütün emir ve yasakları bu ayetin bir açılımı ve tayyibat olanları emretmesi, habais olanları da yasaklaması demektir.
Şimdi, Allah Teala, Hz. Peygamber (asv)’e en üst seviye olan haram ve helal koyma yetkisi verdiğine göre, O’nun (a.s.v) bunun altındaki vacip mekruh, adab gibi(29) konularda evleviyetle söz sahibi olduğunun açık göstergesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (a.s.m) de “Kur’an’la beraber onun misli verildi.”(30) sözüyle kendisine verilen yetkiyi ve dindeki konumunu nazara vermiştir.
Kur’an’dan Sünnet’e bakacak olursak,
1. Namaz, zekat, oruç, hac gibi Kur’an’da geçen ibadetleri Hz. Peygamber (a.s.v) te’kid eder, beyan ve tefsir eder(31).
2. Umumi hükmü tahsis eder(32).
3. Mutlak hükmü kayıtlar(33).
4. Kur’an’da olmayan(34) bir hüküm koyar(35).
Bu izahları bir çerçevede toplarsak ortaya şu sonuç çıkar. Hz. Peygamber (a.s.v) Allah’ın bildirmesiyle, Kur'an-ı Kerim’de geçen bütün meseleleri izah etmiş, açıklamış, umum ifade edenleri tahsis, mutlak olanları takyid etmiş bunun neticesi olarak da hükümler koymuştur.
Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi Fatiha’dan bir iki misal vererek konuyu daha da netleştirelim.
Mesela "Besmele" de geçen Allah, lafza-i celali... Bununla ilgili bütün açıklamalar ya Kur’an’dadır ya da sünnette; Rahman ve Rahim de öyle. Fatiha'nın ilk harfi el-Hamd. Hamd nasıl yapılır, kişi, namazda, hacda, oruçta; sokakta, evde, işte; yemekte, yatakta, tuvalette vs. O’na layık hamd ve şükrü nasıl eda edecek, bu çekirdeğin açılımı, sünnettir. Malik’i yevmiddin. Ahiret alemlerine ait bütün bilgiler, inanç esasları, cenneti, cehennemi, sıratı, hesabı kitabı, kabri açıklayan izah eden yine sünnettir. Bu açıdan bakılınca, Kur’an’da zikredilen her husus, sünnet ile açıklanmış, beyan ve tefsir edilmiştir.
Farklı bir misal verelim. Çocuğun yaratılış evrelerini anlatan ayeti, Hz. Peygamber (asv)’in anlamadığını yalnızca bugünkü bazı insanların anlayabildiğini söylemek doğru olur mu? O zaman anne karnındaki çocuğun durumunu bildiren bütün hadisleri reddetmek gerekecektir. Halbuki bu ayetlerin açılımını hadislerde görmek daha münasip olacaktır. Kadınların özel halleri, muamele-i zevciye, kıyametin kopması, gelecek ile ilgili bilgilere dair ayetlerde aynı şekilde izni ilahi ile Hz. Peygamber (asv) tarafından ümmetine tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
Biz bu anlayışla, her ayetin veya hükmün sünnete arzedilip orada maksada ulaşılacağına kaniyiz.
Meseleye bir de Hz. Peygamber (a.s.v)’ın canibinden bakalım. Yani çekirdekten ağaca değil de ağacın dal, budak, çiçek ve meyvelerinden tutup fidanına, çekirdeğine ulaşalım.
Konumuz itibariyle Hz. Peygamber (asv)’in, toplumda sergilediği davranış biçimlerinin, örfle münasebetine baktığımızdan, ibadet ve inanç esaslarından ziyade diğer ahvalini ve efalini nazara veren kısımlardan bazı numuneler vereceğiz:
Peygamber Efendimizin (a.s.v) ve hanımlarının örtünme* hem cinslerinin birbiriyle olan münasebetleri, konuşma, yalnız kalma vs. gibi hem hususi alemde hem de cemiyet içindeki bütün davranışları ve tavsiyeleri bu konulara taalluk eden ayetlerin şerh ve izahıdır. Hz. Peygamber (asv)’in o ayetlerden anladıklarıdır(36).
O’nun, çocuklara davranışları, onların terbiyelerine, çocuklar arası muameleye, anne baba-çocuk münasebetlerine dair izah ve beyanatları(37), bu konulara temas eden bazı ayetlerin(38) şerh ve izahlarıdır.
Aynı şekilde komşuluk, öğrenci-öğretmen, gayri müslimler, yetim, fakir, amir-memur, selamlaşma, misafir, ziyafet, temizlik, giyim kuşam gibi ilişkilerde de ilgili ayetlerin birer izahı olduğu söylenebilir(39).
İnsani özelliklerden olan ahlakî vasıflarla(40), adetlere gelince bununda numune-i imtisali olarak Hz. Peygamberi (a.s.v) görmekteyiz.
İnsanda bulunan aklî, şehevî ve gazabî duyguların fıtraten sınırlandırılmadığını görmekteyiz. Bu sebeple ifrat ve tefritten uzak, istikametli bir şekilde kullanılmasını da bize sünnet öğretmektedir. Aynı şekilde hilm, sabır, şükür, adalet, zühd gibi ahlaki faziletlerin “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol.”(41) emrine, “sırat-ı mustakimi isteriz,”(42) duasına mazhar olan Peygamberimiz (asv)'in, insaniyetin ve en zirvesinde aklı, şecaati, hilmi, merhameti kolaylaştırması, hüsnüzannı, gazabı, hatalara karşı tavrı, ikazı, davranışı, tevazuu, vakar ve mürüvveti, davete karşı tutumu, ikili münasebetlerde muhatabına tavrı, latifeleri, sabır ve sebatı, iffeti, cömertliği, edeb ve hayası, övmesi ve yermesi, kanaati, adaleti, sadakati, emanete riayeti, ahde vefası, canlı cansız varlıklara karşı tutumu(43), bu özelliklerin zikredildiği ayetleri şerh ve izah olup ifrat ve tefritten uzak istikametin ne olduğunun göstergeleridir.
İnsan yaratılış gereği, yemek yiyen, su içen, yürüyen, oturan, uyuyan, beşeri ihtiyaçlarını gideren, ağlayan, gülen, esneyen, aksıran, bir varlıktır. Bunlar insanın yaratılışından gelen fıtri davranışlarıdır. Ancak bu davranışların ne zaman, nasıl, ne kadar olacağı Hz. Peygamber (asv)’in güzel adet ve davranışlarında görülmektedir.
Güzel örneğin numunesi olan Hz. Peygamber (a.s.v)’ın, yürümesi oturması, kılık kıyafeti tavrı hareketi gibi yönleri, esasen bu gibi hususlara temas eden ayetlerin fiili ve kavli izahlarıdır. Namaza giderken, kapıyı çalarken, normal yürürken, konuşurken, gülerken, yemek yerken, hatta ağlarken, esnerken, uykuya geçerken bile insanda bulunan fıtri hallerin yapılış tarzlarını, bu gibi adetlere tealluk eden ayeti kerimeleri, beyanlarıyla, fiilleriyle göstermişlerdir(44).
Sahih sünnet zaviyesinden, O’nun (a.s.m) hayatına bakarken ister kendi hayatından Kur’an’a, isterse Kur’an’dan O’nun hayatına nazar edelim, her iki durumda da Hz. Peygamber (a.s.m)’ın sergilediği dini, dünyevi, örfi, beşeri ne dersek diyelim hepsi Allah’ın Kur’an’da zikrettiği hususların birer şerhi, beyanı ve fiili göstergesidir, diyebiliriz. Sanki, “Ya Rabbi senin huzurunda yaptığımız bütün fiillerimizin ve davranışlarımızın o huzura layık biçimi nasıldır.”sorusuna verilecek cevap, “Hz. Peygamber (a.s.)’ın hayatı”dır.
Şu halde, Hz. Peygamber (asv)’in sözleri, fiilleri, takrirleri, hal ve tavırları demek olan sünnetin kaynağı, Kur’an’dır. Tabiri diğerle O’nun Kur’an’dan anladıkları ve bu anlayışında, Allah tarafından takrir edilip tasvib edilmesidir, diyebiliriz.
resullullah.org