Mekke bölgesi halkı, coğrafi yapısıyla çöl olan bu ortamda, yaşadıkları hayat tarzlarıyla ve üstün tuttukları öncelikleriyle de sadece maddi olarak değil, manevi olarak da inanç sistemleriyle ve sosyal yapılarıyla bir çöl dünyası içinde yaşamakta idiler. Yüce Allah ve kâinatın Sultanı, Peygamber Efendimizi (a.s.m) sadece Arap halkına değil, bütün kâinatı nurlandıracak mübarek bir kurtarıcı olarak mucizelerle dünyaya göndermiştir.
Elbette ki böyle bir cahillik ortamında, o mübarek şahsiyetin peygamberlik dava etmesiyle, köhnemiş ortaçağın cahiliye kurallarını İslam’ın nuruyla kökünden değiştirmek istemesi, hiç de kolay olmamıştır. Yüce Allah gönderdiği sevgili peygamberini ve davasını, bu cahil toplumun kabul etmesi için ona bazı hallerde olağanüstü güçler vererek, kâfirleri ikna etmede ve inananların imanını kuvvetlendirmelerinde peygamberliğinin tasdikinde var ettiği mucizelerle onu çaresiz bırakmamıştır.
Peygamber Efendimiz, âleme teşrif edip insanlığın temsilcisi olarak bütün kâinatın yaratıcısı tarafından bizzat seçilip gönderilmiş olması, onun peygamberliğinin, sadece insanlığı değil, bütün âlemi kapsadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.
Efendimizin dünyaya teşriflerinde, yer kürenin ve semanın bütün ahalisi, getirdiği hakikat nurları ve manevi hediyeler sebebiyle taştan, sudan, ağaçtan, hayvanlardan ve insanlardan tut; ta.. Ay, güneş ve yıldızlara kadar her taife, kendine has lisanlarıyla ve ellerinde birer mucizesini taşıyarak, onu tanımışlar ve peygamberliğini alkışlamışlardır.
Onun mucizelerinin, yaratılan her bir çeşit mahlûkat için ayrı ayrı tahakkuk etmesi göstermektedir ki, her cins mahlûk, bu mucizeler vasıtasıyla onun peygamberliğini tasdik etmekte ve bir şekilde ona “ Hoş geldin!” demektedir. Böylece varlık âlemi, yüce Allah’ın izniyle tezahür eden mucizelerle onun peygamberliğinin bütün âlemi nurlandırdığının da delilleri olmuşlar.
O, peygamberlik yönüyle Allah’ın elçisi ve tercümanıdır. Peygamberliği vahye dayanır. Diğer yönüyle de normal bir insan olarak bir eştir, bir babadır, bir dededir, bir ordu komutanı ve bir devlet başkanıdır. Herkes gibi insanî ihtiyaçları vardır. Yer, içer, hasta olabilir, ağlayabilir ve gülebilir. Bir insanın hayatını devam ettirmesi için nelere ihtiyacı varsa, onun da bir insan olarak hayatını devam ettirmek için aynı şeylere ihtiyacı vardır. Aynı zamanda o, peygamber olsa dahi, bir kul olarak Allah’a karşı gerekli kulluk vazifelerini yapmakla yükümlüdür.
Mucizeler gerçekte peygamberlerin değil, kâinatı yaratan yüce Allah’ın fiili ve icraatıdır. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için de onun nübüvvet görevi verilmiş kişilerin elinde ortaya çıkması gerekir.
Mucizeler akıl bakımından da kabullenilmeyecek hadiseler değildir. Her yönüyle akıl ve mantığa uygundur. Bu mucizelerin inanan insanlara yansımasından anlıyoruz ki, Peygamber Efendimiz:
“Ben şu kâinat Sultanı’nın bir vekiliyim, O’nun emir ve isteklerini bildiriyorum. Delilim de O yaratıcının, yerleşmiş olan kanun ve prensiplerini benim dua ve iltimasımla değiştirmesidir” diyor.
İşte mucizeler, peygamberimizin “peygamberlik” iddiasına mukabil, vicdanlarda yerini bulmuş olmakla birlikte, Efendimizin peygamberliğinin Cenab-ı Hakk’ın “Evet, doğrudur!” Anlamına gelen tasdikinin müşahhas delilleridir. Âlimlerin ve gözlemleyici ilim ehlinin de tasdik ettikleri bu görünmüş ve yaşanmış hadiselerden anlıyoruz ki; Peygamber Efendimizin bizzat kendisi de yaşayışı, davranışı, ahvali, karakteri ve kişiliğiyle o mucizelerin delilidir.
Değişmesi bizce imkânsız saydığımız kanunlar, o kanunları yaratan yüce kudret sahibi Cenab-ı Allah tarafından değiştirilmesi neden akla ve mantığa ters gelsin. O yüce kudret, Peygamberlerinin peygamberliklerini ispat etmek için, kendi koyduğu kanunları elbette kendisi değiştirebilir. Zira mülk sahibi O dur. Mülkünde istediği gibi tasarruf edebilir. Dolayısıyla mucizelerin olmaması için hiçbir engel yoktur.
Mucizeler aynı zamanda peygamberliğin birer belgesidir. Peygamberlik davasına uygun olarak meydana gelir. Normal insanlar böyle olağanüstü hadiseleri yapamaz ve mucize gösteremezler. Çünkü buna hem izinli değildirler, hem de güçleri yetmez. İnsanlar bu mucizelerin benzerlerini dahi göstermekten acizdirler. Olsa olsa Allah dostları veli zatlar, yine Yüce Allah’ın izni dâhilinde ancak bazı kerametler gösterebilirler.
Tarih boyunca görülmüştür ki mucizeler, Allah’ın gönderdiği ve peygamberlik iddiasında bulunan elçilerde, tabiat kanunları dediğimiz kevnî kanunların aksine olarak, kâfirlerin meydan okuma şeklindeki isteklerine karşı, nübüvvet davasını ispat ve doğrulamak amacıyla zuhur eden harikulade olaylar demektir. Mucizeler, Yüce Allah’ın emir ve kudreti dairesinde zuhur ettiği için, böyle hadiselere “peygamber mucizesi” denilmesi mecâzidir.
Eğer biraz tefekkür edecek olursak, kâinatın her zerresinin yaratılması da ayrı ayrı birer mucizedir. İnsanoğlu alışkanlık perdesinin örtmesi yüzünden maddenin batını dediğimiz iç yüzünü maalesef derinlemesine tefekkür etmedikçe bu hakikati göremiyor. Varlık âlemine ve hadiselere yüzeysel bakmak ilahî hakikatlerin ve hikmetlerinin anlaşılmasında kâfi gelmiyor.
Çevremizde meydana gelen olaylar ve hayatın her alanı, Rabb’imizin var ettiği mucizelerle doludur. Her günümüz, doğan her güneş, parlayan yıldızlar, yağan yağmur, açan çiçekler, O ilahî kudretin birer mucizeleridir. Varlıkların yaratılmaları, çoğalmaları, rızıklarının hazırlanmaları, ömürleri tamamlanınca yok olmamaları ve her baharda yeryüzünde yeniden canlanmaları suretiyle hayatın kesintisiz olarak devam etmesi bu mucizelerin en güzel örnekleridir.
Rabb’imiz onun şefaatinden mahrum etmesin!......