Peygamberimiz rahmet ve merhamet sultanıdır

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz(s.a.v), ümmetine çok düşkündü.

Hazırlayan: Ali Demirel
O’nun(s.a.v), mi’râca yükseldiğinde bile Cenâb-ı Hak’tan ilk istediği şey, ümmetinin affedilmesiydi. Ve yine Onun ümmetine karşı merhameti, o dereceye ulaşmıştı ki, vefat ederken de ümmetinin hasreti üzerine ruhunu teslim etmişti.

Peygamberimiz(s.a.v), rahmet ve merhamet sultanıdır

Yıl, 620. Peygamber Efendimiz(s.a.v), Hz. Zeyd bin Harise (r.a.) ile birlikte gizlice Mekke’den ayrılarak Taif’e vardı. Orada Sakif kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı. Onları İslâm dinine dâvet etti. Ancak, kaldığı on gün zarfında hiçbir olumlu gelişme olmadı. Üstelik hakaret ve alay ile karşılık gördü.

Taifliler Peygamberimize(s.a.v), “Memleketimizden çık da, nereye gidersen git! Kavmin ve hemşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin! Vallahi biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz!” dediler.

Lât ve Uzza’ya tapmakta, Mekkeli müşriklerle yarışıp duran Sakifliler, bu çirkin sözlerle de yetinmediler. Beldelerinde misafir olarak bulunan Cihan Peygamberine(s.a.v), ayak takımını, sokak gençlerini ve köleleri kışkırtarak saldırttılar.

PEYGAMBERİMİZ’İN(s.a.v) AYAKLARI KANIYOR

Gözü dönmüş olan bu insafsızlar, yolun iki tarafında sıralanarak Peygamberimizi (a.s.m.) ve Hz. Zeyd’i taşa tuttular. Efendimiz’in mübârek ayakları kana bulandı. Öyle ki, isabet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hâle geldi. Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v), zaman zaman oturmak zorunda kaldı. Ama bu vicdânsızlar, her seferinde O’nu zorla ayağa kaldırarak, yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı. Peygamberimiz(s.a.v), bu âdice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi. Bağın sahipleri, kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti.

Bağ sahipleri, Efendimiz’in mâruz kaldığı menfur saldırıyı uzaktan seyretmişler ve acıma duyguları harekete gelmişti. Daha sonra Müslüman olacak köleleri Addas’la Efendimiz(s.a.v)’e biraz üzüm göndererek ikrâmda bulundular.

Peygamberimiz, bağdan ayrılıp düşünceli düşünceli ve Sakif kabilesiyle, Taifliler’den maksadına uygun bir netice alamamanın üzüntüsü içinde yoluna devam etti. Bu sırada Cebrail (a.s) geldi ve Ona şöyle seslendi:

“Şüphesiz Allah (c.c.), kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin!”

O ânda görünen dağlar meleği de, emrine âmâde olduğunu ve istediği takdirde Ebû Kubeys ile Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerine kapanırcasına birbirine kavuşturabileceğini söyledi.

Fakat şefkat ve merhamet Peygamberiminin arzusu başka idi. Dağlar meleğine şu cevabı verdi:

“Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ’nın bu müşriklerin soyundan, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibâdet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır.”

O, RAHMET PEYGAMBERİDİR

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz(s.a.v), ümmetine çok düşkündü. O, mi’râca yükseldiğinde bile Cenâb-ı Hak’tan (c.c.) ilk istediği şey, ümmetinin affedilmesiydi. Ve yine Onun ümmetine karşı merhameti, o dereceye ulaşmıştı ki, vefat ederken de ümmetinin hasreti üzerine ruhunu teslim etmişti.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), kendisine hakaret eden, kendisini alaya alan, türlü türlü ezâ ve cefâlara mâruz bırakan Taif ahalisinin de helâk olmasını istememekle, onların ebedî saâdetlerini şiddetle arzu etmekle, kendisinin ne kadar “Merhamet Deryası” bir peygamber olduğunu, bütün asırların idrâkine en güzel bir şekilde sunmuştur.
Biz, böyle bir Peygambere(s.a.v) ümmet olma şerefi ile müşerref olduğumuz için ne kadar şükretsek yine de azdır.
Bugün
 

İslam Haberleri