Geçen hafta her zaman olduğu gibi yürüyerek kitap okuyordum. Iğdır Üniversitesinin rektörlüğüne bakan caddeden geçerken Iğdır Belediyesinin bir otobüsü durdu, içinden ilkokulda okuyan çocuklar indi. Ben de rektörlüğün önüne doğru döndüm gitmeye başladım. Çocuklar indiler, öğretmenleri fotoğraflarını çekiyordu, hepsi mutlu, hepsi şen ve şatır. Birden karşılarında elimde kitapla durdum. Öğretmenlerine bu çocuklara "Peygamberimiz ve Çocuk" diye bir sohbet yapabilir miyim diye izin istedim. Hocaları "olur hocam" dediler. İlahi bir raslantı idi, dedim irticalen birşeyler anlatayım.
"Çocuklar peygamber ne demek" dedim ses yok. Peygamber öğretmen demek, nasıl öğretmen bilmediğimiz şeyleri bize tahtada anlatır biz de öğrenir ve aydınlanırız. İnsanlar da kainat denen bu büyük okuldaki nesneleri ve olayları bilmek isterler. Bazı insanlar güneşi bir lamba ve soba yapıp gökyüzüne asan bir mahiyeti, varlığı düşünememişler ama faydasından vazgeçemedikleri için ona tapmışlar.
Peygamberimizin (asm) kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de çok yerde güneşten bahsedilir. Güneşin insanların ve bütün varlıkların ihtiyaçlarını gideren bir ilahi nesne olduğunu Allah kullarına anlatır. Elektriği ve ampulü Edison bulmuş bizim hayatımız onunla nasıl kolaylaşmış. Onun bir icad edeni var. Güneşi o koca yükseklikte direksiz tutan ve bütün varlıkların ihtiyacı olan bir genişlikte bize sunan bir ilah vardır o da Allah’tır. Edison elektriği yansıtan maddeyi bulmak için iki bin deney yapmış, asistanı “Efendim demek böyle bir madde yok" demiş. Edison da “Allah ışığı yaratmışsa onu yansıtacak maddeyi de yaratmıştır” demiş devam etmiş ve o maddeyi bulmuş.
Peygamberimiz çocukları çok sever onlarla şakalaşırmış, hatta oyun oynarmış. Hasan ve Hüseyin Efendimiz onun sırtına binerler o da deve gibi yürürmüş. “Siz ne güzel binici, deveniz de güzel bir deveci" dermiş. Efendimiz, İbni Mesut çocukken onun yanında kalırmış, peygamberimiz geceleri yürüyüşe çıkarmış o da onun yanında konuşmalarını dinlermiş. Annesi "onları dinle gel bana anlat" dermiş. “Allah’ım bana ne kadar güzel bir ev yaratmışsın, lambası, sobası var, bütün ihtiyaçlarımızı gökten su ile yerden bitkiler ile çıkaran bize sunan Sensin sana teşekkür ederim" dermiş. O da bunları annesine anlatırmış.
Bir gün sokakta ağlayan bir kız çocuğu görür, “neden ağlıyorsun?” der. O da “Ben köleyim efendim, ailem bana para verdi birşey almak için ama ben parayı yitirdim, şimdi çaresiz ne yapacağım" demiş. O da alır onu yanına birlikte gider istenilen şeyi ona alır. Kız yine ağlar “Ama efendim şimdi de neden geç kaldın diye sorarlar beni rencide ederler” der. Peygamberimiz alır onu ailesinin yanına getirir, durumu anlatır, “Onu incitmeyin" der. Onlar da kabul ederler. Sonra da "senin hatırın için Ya Resulallah biz onu kölelikten azad ettik” derler, çocuk memnun, aile memnun, Efendimiz müferrah.
Namazda Hasan Hüseyin Efendimiz secdede sırtına binerler, o da onlar ininceye kadar beklermiş, ashab da aynen secdede devam edermiş. Ne kadar zarif bir insan.
Çocukken hep Abdülmuttalib’in dizinde oturur ve hem cemaat hem de aile onun varlığından etkilenir ve rızıkları çoğalırmış.
Bir gün namaz ilk defa farz olduğunda Hz. Hatice ile Kabe’de birlikte namaz kılarlar, yanlarında henüz çocuk olan Hz. Ali de vardır. Onları ilk defa namaz kıldıklarını görünce "ne yapıyorsunuz" der. Onlar da "biz Allah’a ibadet ediyoruz, namaz yaptığımız işin adı, sen de gel yap" derler, o da onlara katılır.
Yıl, 622… Uzun ve yorucu yolculuğun iki yorgun ismi, Hz. Muhammed (sav) ve Hz. Ebu Bekir (ra) günler sonra nihayet “Seniyyetü'l-Vedâ” tepelerinde, kendilerini karşılamaya gelen Medineli Müslümanlara ulaşmışlardı. Onları karşılamaya gelenler içinde kızlı-erkekli, en güzel elbiselerini giyinmiş, ellerindeki defleri büyük bir coşkuyla çalarak, bir mutluluk şarkısı olan “Taleal Bedru Aleyna”yı okuyan Medineli çocuklar da vardı. İşte tam bu sırada, Hz. Peygamber, çocuklara değer verdiğini, onları önemsediğini en açık bir biçimde ortaya koymak ve bunu insanlara da bildirmek için, yanlarına kadar gelerek şöyle sordu:
“Beni seviyor musunuz?” Çocuklar hep bir ağızdan:
“Evet, çok seviyoruz Ya Rasûlallah!” cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber de onlara, “Andolsun ki ben de sizi seviyorum” müjdesini verdi.
Bu müjde öylesine güçlü, öylesine kuşatıcı bir sevgi halesine dönüştü ki, tüm Asr-ı Saadet’e şamil oldu ve tüm çocukları kapsayıp kuşattı. Artık çocuklar mutluydu; çünkü onlara değer veren, onları önemseyen ve seven; sevilmelerini ve görüp-gözetilmelerini isteyen bir peygamberleri vardı.
Hz. Aişe anlatıyor: “Yanıma bir kadın geldi. Beraberinde iki kız çocuğu vardı. Bir şeyler istedi. Ne var ki yanımda bir tane hurmadan başka da bir şey yoktu. Onu kendisine verdim. Kadın da ikiye bölerek kızlarına paylaştırdı, kendisine ise bir şey kalmadı. Çıkıp gittiler. Daha sonra Rasûlullah içeri girdi. Durumu O’na anlatınca şöyle buyurdu: Kim bu şekilde kızlarıyla sınanır da onlara iyi davranırsa, o kızlar onun için ateşe karşı perde olurlar.”
Enes (ra) anlatıyor: “Ailesine karşı Hz. Peygamber’den daha şefkatli hiç kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim’in, Medine’nin kenar mahallelerinden birinde oturan bir sütannesi vardı. Bu sütannenin kocası demircilik yapmaktaydı. Her gün çocuğu görmek için oraya giden Hz. Peygamber, varınca duman dolu eve girer, çocuğunu kucaklayarak bağrına basar, koklar ve öperdi.” (Buharî, Edeb, 18; Müslim, Fedail, 63)
Birçok sahabinin rivayetine konu olduğu üzere, Hz. Peygamber, torunları Hasan ve Hüseyin’i, bazen yanlarına bizzat giderek, bazen de yanına çağırtarak kucaklar ve bağrına basarak öperdi. (Buharî, Fedailu’s-Sahabe, 22; Tirmizî, Birr, 11; İbn Mace, Edeb, 3) O, bu davranışını sadece kendi çocukları için değil, bütün çocuklara da göstermekteydi.
İbn Rebîa b. el-Haris anlatıyor: “Babam beni, Abbas da oğlu Fadl’ı, Hz. Peygamber’in yanına gönderdi. Huzuruna girdiğimiz zaman bizi sağına ve soluna oturttu ve sonra öylesine sıkıca kucakladı ki O’ndan daha kuvvetlisini görmemiştik.” (İbn Hacer, el-Metalibu’l-Âliyye, II, 441)
Babanın evladı için duasının kabul edilen dualardan olduğunu ifade ederek bunu etrafına da tavsiye buyuran Hz. Peygamber, kendisine getirilen çocuklara çeşitli vesilelerle hayır dualarda bulunmuştur.
Çocukların büyüklerinden duyacakları hayır duanın, onların sevildiğine bir işaret olacaktır. Bu, onları hem psikolojik anlamda güçlü kılmakta hem de sevildiklerini düşünmelerine vesile olmaktadır. Hz. Peygamber’in duasını alan pek çok sahabi çocuk, bunun manevi hazzını hep hissettikleri gibi, maddi anlamda da ayrıcalığını hayatları boyunca yaşamışlardır.
Sözgelimi, Hz. Peygamber’in, “mal ve evladının çok, ömrünün uzun ve kendisine verilenlerin hayırlı ve mübarek olması için Allah'a dua ettiği” (Buharî, Deavat, 47; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 141-144) Enes (ra) yüz yılı aşkın bir süre yaşamış ve bu duanın bereketiyle pek çok nimete mazhar olmuştur. Babanın evladı için duasının kabul edilen dualardan olduğunu ifade ederek bunu etrafına da tavsiye buyuran Hz. Peygamber, Hz. Aişe’nin belirttiği üzere, kendisine getirilen çocuklara çeşitli vesilelerle hayır dualarda bulunmuştur. Şimdi bunun örneklerini sunmak istiyoruz.
Üsame b. Zeyd anlatıyor: “Hz. Peygamber bir dizine beni, bir dizine de torunu Hasan’ı oturtur ve ikimizi birden bağrına basarak ‘Ey Rabbim! Bunlara rahmetinle muamele eyle. Çünkü Ben de bunlara karşı merhametliyim’ derdi.”
Abdullah et-Temîmî’nin kızı Cemre anlatıyor: “Babam beni Hz. Peygamber’e götürdü ve benim için hayır duada bulunmasını talep etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber beni kucağına oturttu ve sonra elini başımın üzerine koyarak bana hayır duada bulundu.”
Amr b. Hureys anlatıyor: “Annem beni Hz. Peygamber’in yanına götürdü. Hz. Peygamber başımı okşayıp bol rızka kavuşmam için bana dua etti.”
Fiziksel temasın bir türü olan öpmek, Hz. Peygamber’in sık sık başvurduğu bir sevgi ifadesidir. Gerek kendi kızı Hz. Fatıma’yı, gerekse torunları Hasan ve Hüseyin’i öptüğünü belirten kaynaklar bize O’nun aynı zamanda bunu tavsiye ettiğini de ortaya koymaktadır.
Torunu Hasan’ı (veya Hüseyin) öperken gören Akra b. Habis isimli kişi, tahmin etmediği bu davranışı yadırgamış ve şöyle demişti: “Doğrusu benim on çocuğum var. Ama hiçbirini öpmedim.” Bunun üzerine Hz. Peygamber şu anlamlı uyarıda bulunmuştu: “Şefkatli olmayana merhamet edilmez.”
Peygamberimiz “çocuklarınıza yedi yaşında namaz kıldırınız, bu ibadete alışsın” dermiş. Namaz onun elinden cennet şerbeti içmektir.