Varlık aleminin her birinin emir altında hareket etmesi, vazifesine mutlak surette riayet etmesi, “ulûhiyet” ve “mabudiyet” sıfatlarının varlığına delalet eder. Uluhiyet ve mabudiyet sıfatları ise, İlah ve Ma’bud isimleriyle müsemma bir Zât-ı Akdes’in vücub-u vücud ve vahdetine şehâdet eder. İşte insan bu dünyaya O İlah ve Mabud’u bulmak ve sair mevcudat gibi O’na ibadet ve itaat etmek için gönderilmiştir. İbadet ise hukukullah ve hukuku’l-ibadı hakkıyla yerine getirmektir. Yani İlâhî hükümleri hayatın bütün safhalarında hakim kılmaktır. Demek ibadet tabirinden, sadece şahsî ibadetler anlaşılmamalıdır. Belki ibadet, şahsî, ailevî, içtimaî, idarî, iktisadî, hukukî gibi pek çok alanlarda, kısaca hayatın her safhasında, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmaktır. İlmî, amelî ve edebî sahalarda ahkam-ı İlahiyeyi icra ve tatbik etmektir. İşte peygamberler bu vazife ile görevlendirilmişlerdir.
***
Evet Peygamberler, yeryüzünde iki hukuku birden te’sis etmek için irsal olunmuşlardır: Biri Allah’ın hakkı , diğeri de kul hakkıdır. Yani peygamberler, sadece köşede bayırda namaz kılmak için gönderilmemiştir. Belki hukukullah ve hukuku’l-ibadı bütün dünyada hâkim kılmak için gönderilmişlerdir. Demek Peygamberlerin en birinci vazifesi, ahkâm-ı İlahiyeyi icra ve tatbik etmektir.
***
İlk insan olan Hazret-i Adem (a.s)’ın, peygamber olarak seçilmesi, yeryüzünün halifesi kılınması ve yeryüzünde ahkâm-ı İlahiyeyi icra ve tatbik etmekle mükellef tutulması gayet manidardır. Ulûhiyetin, risaletsiz olamayacağının delilidir. Gelecek ayet-i kerime, başta Hazret-i Adem (a.s) olmak üzere insan nev’inin yeryüzünde ahkam-ı İlahiyeyi icra ve tatbik etmekle mükellef olduğunu şöyle ifade etmektedir:
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلئِكَةِ اِنّى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَليفَةً
“Resulüm! Yadet o zamanı ki; Rabbin meleklere hitaben, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım diye buyurdu.” (1)
***
Keza peygamberler kafilesinden olan Hazret-i Davud (a.s) da gelecek âyet-i kerimenin açık hükmüyle yeryüzünde ahkâm-ı İlahiyenin icra ve tatbikiyle mükellef tutulmuştur:
يَا دَاوُدُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَليفَةً فِى الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبيلِ اللّهِ اِنَّ الَّذينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَبيلِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَديدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
“ (Ey Dâvud!. Şüphe yok ki, biz seni yeryüzünde halife kıldık) Sana mülk ve saltanat ihsan buyurduk, senin ahali arasındaki hükümlerin geçerlidir, sana itaat etmeleri lazımdır, (Artık) Sen de (insanlar arasında hak ile hükmet) sana Allah tarafından bildirilmiş olan ilahi hükümlere riayet eyle. Zira dünya ve ahiret saadeti bununla mümkündür, (ve hevaya tâbi olma.) Gerek insanlar arasında hükmetmek hususunda ve gerek diğer dinî ve dünyevî işlerde nefsin hevasına uyma. (Sonra) öyle nefsin hevasına uymak (seni Allah yolundan saptırır.) (Muhakkak o kimseler ki, Allah yolundan saparlar) Hakkı bırakarak bâtıla sarılırlar (Onlar için hesap gününü unutmuş oldukları için) kıyamet gününün mes'uliyetini düşünmeyip gafilce yaşadıklarından dolayı (şiddetli bir azap vardır.)” (2)
***
Keza, bütün cin ve inse meb’us olan Ahirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed (a.s.m) da gelecek ayet-i kerimenin açık işaretiyle insanlar arasında ayn-ı hak ve adalet olan ahkâm-ı İlahiyeyi icra ve tatbik etmekle mükellef tutulmuştur. Şöyle ki:
اِنَّا اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا اَريكَ اللّهُ
“Resulüm! (Şüphesiz biz sana kitabı) Kur'an-ı Kerim'i (hak olarak) bütün açıklamaları adalete, hak ve hikmete uygun bulunarak (indirdik ki, insanlar arasında) meydana gelen davalarda, anlaşmazlıklarda (Cenab-ı Hak'kın sana) gösterdiği (bildirdiği) vahyeylediği (şekilde hükmedesin,) hükmü açık olan o kitabın hükümlerine muhalefette bulunmayasın”(3)
***
Demek peygamberlerin gönderilişinin en mühim sebebi, yeryüzünde ahkam-ı İlahiyeyi icra ve tatbik etmektir. Böylece tekvinî olarak bütün mevcudat Allah’a ibadet ettikleri gibi; teklifen dahi cin ve insi ibadete sevketmektir.
Bu kâinatın sahib ve maliki tekvinen ve teklifen her şeyi emrine musahhar kılmıştır. Nasıl ki; Cenab-ı Hak, kâinatta tekvinî olarak her şeyi bir emre bağlamış ve her şey kendi emîrinin emriyle hareket eder. Meselâ; arıların ana emiri ya’subdur (Arı beyi). Karıncaların da bir ana emiri vardır. Onlar, emir’siz hareket etmezler. Seyyeratı da bir emire bağlamış ki, o da güneştir. Keza göçmen kuşlar, başlarındaki emir’lerinin emriyle hareket ederek aynı anda bir emirle geliyorlar ve bir emirle gidiyorlar. Yani uçarken hep başlarındaki emir’i dinliyorlar ve onsuz uçmuyorlar. Kuşların, karıncaların, arıların, seyyaratın nizamını tekvinî kanunla bir emire bağlayan Allah (c.c), elbette insanı başıboş bırakmayacak ve insanın fiil, söz ve davranışlarını teklifî olarak düzenleyen ahkâm-ı ilahiyeyi tebliğ ve tatbik edecek peygamberleri gönderecektir.
***
Evet, tekvinî olarak zerreden arşa kadar her bir mevcudu bir kanuna bağlayan ve o kanuna göre idare eden ve her bir nev’e bir emîr tayin eden bir Zat-ı Zülcelâl, hiç mümkün müdür ki; kâinatın özü ve eşref-i mahlûkat olan insanı başıboş bıraksın ve teklifî olarak onu mes’ul tutmasın. Elbette tekvinî olarak arıları ya’subsuz (arı beyi), karıncayı emirsiz bırakmayan bir kudret-i ezeliye, insanı da teklifî olarak peygambersiz ve kitapsız bırakmaz.
***
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri , bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Karıncayı emirsiz, arıyı ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz.”(4)
***
Özetle: Başta Hazret-i Adem (a.s) olmak üzere bütün peygamberler, yeryüzünde ahkam-ı İlahiyeyi icra ve tatbik edip ubudiyet vazifesini yapmakla ulûhiyet-i İlahiyeye karşı mukabelede bulunmuşlardır.
Nev-i beşerin aklî, gadabî ve şehevî kuvvelerine fıtraten bir had konulmadığından, insan nihayetsiz zulmü işlemeye müsait bir yaratılışta yaratılmıştır. Peygamberlerin gönderiliş gayesi ise, ahkâm-ı İlahiye vasıtayla nihayetsiz zulme sebeb olabilen bu kuvveleri ifrat ve tefritten kurtarıp hadd-i vasata getirmektir. Her bir kuvveyi, ona münasib ubudiyet vazifesine sevk etmektir. Demek peygamberler, nev-i beşeri zulümden kurtarıp ahkâm-ı İlahiye vasıtasıyla adaleti hâkim kılmakla görevlidir.
İnsan, tek başıyla bu küllî ubudiyet vazifesini bilemez ve anlayamaz. Kendi içlerinden birisinin onlara imam olması ve ders vermesi lazımdır. İşte O Ma’bud-u Bilhak, ulûhiyet ve mabudiyetini bildirmek, uluhiyet ve mabudiyet sıfatlarına karşı külli bir ubudiyetle mukabelede bulunmak için peygamberleri göndermiştir. O peygamberler ise yeryüzünde ahkam-ı İlahiyeyi tebliğ ve tatbik etmek suretiyle o uluhiyet ve mabudiyete karşı mukabelede bulunmuşlardır.
DİPNOTLAR :
1.K.K., Bakara Sûresi: 2/30
2.Sad Sûresi: 38/26
3.Nisa: 4/105
4.B. Said Nursî, Mektubat, Hakikat çekirdekleri, (16.) S. 434.