Kitabı neresinden açmalı? Kapanmamış sayfalar var. İlk onlar açılır. Her pişmanlık ayraç gibi. Aralara bırakılmış. Kapanmayı engelliyor. Geçmişi 'unutulmaz' kılıyor. Çılgınca mutlu olduğum zamanları bile onlar kadar kolay hatırlamam. Pişmanlıkları tutuyorum ama. Tutması kolay geliyor. Hafızamın eline yakışıyor. Demek buna yetenekli yaratılmışım. Demek tutmam isteniyor. İnsanım. Pişman olmaya yatkınım. O kadar şiddetle ka(l/n)ıyor ki mazi ondan pişman olduğum zaman. Sanki hiç gitmemiş gibi.
Sermayem o benim. Neden gitmesini isteyeyim? Anları biriktiriyorum pişmanlık kumbarasında. Dünüm ölmüyor pişmanlık sayesinde. Anımsayarak çoğaltıyorum. Hayvan değilim. Varlığın dördüncü boyutunu da algılıyorum. Zamanın içinde daha uzun boylu kalıyorum. Daha çok canım yanıyor belki. Ama daha çok da hissediyorum. Öyle ya. Hiçbir şiir tek kişiye/yaraya yazılmaz. Demek yaralarımı biriktirmeye de ihtiyacım var. Yazmaya ihtiyaç duyduğum gibi. Hem mürşidim de musırrane hatırlatıyor:
"Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. (...) Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. (...) Fakat, ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz'î lezzetini hiçe indirir."
Setr-i gaybdan bir derece kurtulduk. Başa gelen şeyleri setredemiyoruz. Geleceklerden kaçamıyoruz. Geçmişten çıkan teessüfler bitmiyor. Fakat yine de bu pişmanlık dediğin az nimet değildir. Çünkü pişman olmayanın tevbesi olmaz. Keşkesi olmayan da pişman olmaz. Sende olan ama şeytanda olmayan birşey bu. İnsansın çok şükür. Zamandaki izin kurşunkalem. Yanlış cevapların içini ne kadar doldurursan doldur, yüzün Rabb-i Rahim'in silgisine dönükse, giderebilirsin. Tevbe kapısı açık.
Kalbi mühürlenenin elinden kurşun kalemi de alınıyor. Yerine tükenmez kalem veriliyor. O bu şüphesizliği bir kemal sanıyor. Değil halbuki. Bir 'kendine güven'dir bence tükenmez kalem. Ama kör, ama sağır, ama hissizdir. Ebu Cehil özgüveni tehlikelidir. "İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir..." Yani: O kadar emin ki artık ettiklerinden geri dönüp bakmıyor.
'Acaba' diyemiyor. 'Acaba' deme nimeti ellerinden alınmış. "Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar." Demek, eylediğinden bu kadar emin olmak da iyi değil. İnsanî bir tereddüt hepimize lazım. Bütünü göremeyen yapboz parçalarının her uydukları yeri konak bilmemeleri bahtlarına fayda verir. Böylece 'tevbe'lerini bütünün sahibine yol kılabilirler. O da onlara yerlerini söyler. Aleyhissalatuvesselam da buyurmuyor mu: "Kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi, Allah, o kulun ümid ettiği şeyi mutlaka verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar."
Allah'ın kişi ile kalbi arasına girebildiğini Enfal sûresi söylüyor bize. Elhamdülillah. Bazı yansımalarını aynelyakin görüyorum. Mesela: Hava kapalı oluyor fakat kalbim sanki ondan önce kapanıyor. Allah istediği gibi evirip çeviriyor bendeki arşını. Yani kalbimi. Dilediği herşeyle araya giriyor. O kadar acizim. Ansızın kulağıma dokunan hüzünlü bir şarkıya bile karşı koyamıyorum. Anlıyorum ki: Kalbim yönetim alanım değil. Yönetilme/etkilenme alanım. Ve Allah'ın kudreti elbette onu etkilemeye benden daha layık. Daha da muktedir. Bu sefer hâkimi olamadığım bu aynayı da Allah'a bırakıp seyretmeye başlıyorum. O hüzün bende neler yapacak? Bu neşe bakalım beni nasıl değiştirecek? Şu pişmanlık bana neler öğretecek? Kişi ile kalbi arasına Allah giriyorsa epey bir mesafe var demektir. İzleyebilirim. Yüzümü ondan çevirmemeye çalışırım. Ama onu yönetmeye çalışmam. İçlerine girmeden seyrederim.
Eminim senin de sık takıldığın taşlar var. Kurtulmak istediğin ince sızılar var. Aşamadığın duvarlar var. Unutamadığın yüzler var. Kulağından gitmeyen sesler var. Sızının anlamsızlığı taştan kurtulman gerektiğini düşündürüyor sana. Fakat bir de böyle düşün: Pişmanlık kadar mevhum Rububiyeti kıran birşey olabilir mi? Keşke acizliktir. Keşkesi olan ilah olur mu? Keşkelerimizden bu nedenle razı olmalıyız. Zira 'hata yaptığımızın' ve dolayısıyla 'kemal sahibi olmadığımızın' en çıplak şahidi onlar oluyor.
Zannının bir hakikati olsaydı böyle şeyler yapar mıydın? Dikkat et, en çok kibirli insanlardır, hatalarını kabul etmeyenler/göremeyenler. Pişmanlıklarımız bu yönüyle bizi iddialarımızdan da soyunmaya zorluyor. Hakiki insan ediyor. Öyle ya. Hatasını kabul edenler eninde-sonunda hakkı da kabul ederler. Bir dua-i Yunus (a.s.) sırrıdır bu.
Nefsine zulmettiğini, yani zulmedicinin hâşâ Cenab-ı Hak değil kendisi olduğunu, kabul edenler ancak Allah'ı tenzih eder. Sorumluluğunu kabul eden de elbet şifasını bulur. Durumumuz bu açıdan Fatiha sûresinde buyrulduğu gibidir: "Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." Keşkelerin sana diyor ki arkadaşım: "Pişman olduğun anın Rabbi sen değilsin. Çünkü sancısına rağmen değiştiremiyorsun. O halde âlemler Rabbi de sen değilsin. Övgüden sana pay düşmez. Kibirlenecek birşeyin yok. Kendine gel. Hatta kendine düş. Çünkü asıl yerin aşağılardadır."