Birinci yazıma bir okuyucu, “Türk ordusuna kılıç çekilmez” cümlesinde Türk yerine Kürt koyarak yazıp okuyabilir misin?” demiş. Bu teklifi çok makul buldum ve; ben de koydum ve okudum. Baktım ki, aynı mana çıkıyor. Elbette “Kürt ordusuna da kılıç çekilmez” Burada anlatılmak istenen mana tam da bu anlamdadır. Kısacası Müslüman orduların hiçbirine silah çekilmez.
Türk’e silah çekilmez de Arap’a çekilir mi? Filistin’e çekilir mi? Afgan’a çekilir mi? Yani bu gün Suriye’ye karşı konuşlanmış silahları, patriyotları tasvip edebilir miyiz?
Başbakanın veya dış işleri bakanının Suriye’ye yönelik “en etkili bir şekilde cevap verilmiştir” diye açıklama yaptıklarında bizim içimizden bir şeyler kopup gitmediyse çok yazık. İki kişiye karşı 32 Suriye askerini öldürmek bir marifet mi? Bunu yapanlar sevap mı kazandılar?
Aynı mantıkladır ki, bir önceki yazımda Bölgesel Kürt Yönetiminin Peşmerge’lerini Irak ordusuna karşı konuşlandırmasını eleştirmiştim. Doğru bulmadığımı (mealen) söyledim.
Benim bu ve benzeri ifadelerden anladığım şudur. İslam dünyasındaki problemleri çözerken hiçbir şekilde silaha başvuramayız. “Dahilde silah çekilmez” sözü bunun en veciz ifade şeklidir. “Dâhilde cihad başkadır, harice karşı cihad başkadır” hükmü de bu meselede bize ışık tutuyor.
İslam dünyasındaki bu kabil tüm hareketleri dün de, bu gün de, yarın da tasvip etmediğimizi/etmeyeceğimizi belirtmek isterim.
Peki oluşmuş mevcut İslam devletlerini bölme fikrini kabul edebilir miyiz? Her milletin kendi devletini kurmasına sıcak bakabilir miyiz? Elbette bakamayız. Çünkü karşımıza birçok hakikat çıkar ve bizi bu fikrimizden döndürür.
Öncelikle “Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.” (Tarihçe-i hayat sh. 57) sözü karşımıza çıkar.
Sonra, “Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.” (Divan-ı Harbi Örfi sh. 67) Sözü bizi durdurur.
Arkasından “Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var. Ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır.” (Kastamonu L. Sah. 206) tespiti önümüzü keser.
Yirmibeşinci sözde ki, “Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder.” (Sözler sh. 372) hakikati ile
Mektubat’ta ki dördüncü desise-i şeytaniye karşımıza çıkar.
En önemlisi Münazarat risalesinde bu mesele için açık ve net sorulan şu sual, "Şu hükûmet ve Türkler nasıl olsalar, biz rahat edemiyoruz, yükselemiyoruz. Başımızı kaldırıp onların üzerinden âleme temâşâ etmek ve ellerimizi onlarla beraber sâfi suya uzatmak, kendimizi de bir kavim olduğumuzu göstermek nâsıldır? Zîrâ hükûmet ve İstanbul daha bulanıktır." (Münazarat sh. 42) Sorusu önümüzü keser verilen cevap ise bizi bu davadan vaz geçirir. (Cevabı merak edenler yerinden okuyabilir.)
Demek ki neymiş, demokrasi içinde kalarak haklarımızı savunmamız gerekiyormuş. Bu haklar ise sınırsız olamaz, etnik bir devlet kurmaya yönelik olamaz, Kürdistan, Türkistan, Arabistan gibi etnik kimliğe dayalı devletlerin kurulmasına cevaz veremez. Kürdistan’a karşıyız da Türkiye’nin Türkistan olmasını tasvip mi ediyoruz? Elbette hayır. Ona ne kadar karşıysak diğerine de o kadar karşıyız. Şu anda böyle bir devlet varsa ve etnik kimliğe dayalı bir rejim varsa ki, Türkiye hala o kimliğini korumaya çalışıyor, kurulmuş despot rejimini devam ettiriyor. O halde biz bu rejime de karşıyız. Ama Üstadın dediği gibi sadece kabul etmiyoruz. Kabul etmemek başkadır red etmek başkadır. Demokrasi içinde kalarak düzelteceğiz.
Hah bu noktada denebilir ki, nerde demokrasi, kim demokratik haklara saygı gösteriyor ki, biz gösterelim?
Bu soruya yukarıdaki hakikatler ışığında ancak şöyle cevap verebiliriz. Biz sonuna kadar direniriz, hakkımızı alıncaya kadar mücadelemize devam ederiz. Ne zaman gerçek demokrasi oluşursa o zaman durur muyuz? Hayır elbette durmayız. Zira o zaman da elde ettiğimiz hakları korumak vazifesi hasıl olur. O zaman da bu hakları korumak için mücadele veririz. Yani cihad-ı manevi bitmez.
Hulasa “Biz ehl-i iman aşiretindeniz”, “bizim milletimiz İslamiyet’tir” Neseben Kürt de olsak yirmi milyon Kürt’e bedel bir buçuk Milyar İslam’ı kardeş olarak tercih ediyoruz.