Küresel düzlemde ekonomik yükseliş belirli bir merkezde gözlemlendikçe kültürün müstakil bir üretim dünyası olmaktan uzaklaştığı, belirli kesimlerce şekillendirilen ve istenildiği gibi kanalize edilen sektörel bir alana doğru kaydırıldığı bilinen bir söylemdir. Nihayetinde kültür ürünlerinin meta haline gelişi, bir kültür endüstrisinin oluşumu ve ivme kazanmasının sonucudur. Bu noktada popüler kültürden bahsetmek gerekir.
Meşhur Frankfurt Okulu’nun önde gelen isimlerinden Alman düşünür Adorno, popüler kültürün standart şekle bürünmüş, özgünlüğünü ve eleştirelliğini kaybetmiş olduğunu vurgular. Buna göre kültürün insanı özgürleştiren, bireyliğini besleyen yapısı yerine popüler kültürün toplumu sömürüp insanları yabancılaştırdığı ve onları edilgen tüketiciler kıldığı ifade edilir. (Küçükcan, 2011: 32)
Popüler Müzik, Yozlaşma ve İnanç Dünyasına Saldırı
Sanat eseri ait olduğu milletin inanç dünyası, değerleri, tarihi, gelenekleri, kültür mirası, hayat tasavvuruna dair özlerle örülen, dahası bu mayalarla yoğrulan bir kültür unsurudur.
Milletimizin yüzlerce yıllık mazisinde demlenerek neşv ü nema bulan ihtişamlı sanat hazinesi ile arasında yaklaşık bir buçuk asırdır gittikçe artan mesafeler belirir. Fert ve toplum aynasında açıkça görülen değişimler, birçok alanda ve bizzat gündelik hayatta yansıma bulur. Bunu izleyen tarihi seyirde Batılılaşmanın hız ve etkisini müzik, edebiyat, mimari gibi farklı sanat alanları üzerinden tayin etmek mümkündür.
Bu hengâmda gerek çeşitli uygulamalarla gerek telkin ve teşviklerle yürütülen faaliyetler, özünde bireyin eşya, hayat ve varlık tasavvurunu tamamen değiştirmeye yöneliktir. Bireyin inanç dünyasını ve manevi âlemini pozitivizmden beslenen dünyevi bir zemine taşımak, değişimin ana eksenini oluşturur. İşte bu süratli ve dikey yönde gerçekleşen değişim ve dönüşüm icraatlarını, dönemin sanat telakkisi ve eserleri üzerinden okumak elbette mümkündür. Genel bir bakışla Batılılaşmayla beraber sanatın adeta ruh değiştirdiğine ve bu yeni ruhun İslamî mühürlerden ve kadim mirasımızdan büyük ölçüde tecrit edildiğine tanık olunur.
Öte yandan artık popülerliğin tırmanışa geçişi standartlaşmaya doğru bir gidişatı takip eder. Malum ki, sanayi toplumlarındaki kitlesel üretim, yine kitlesel bir tüketime kapı açar. Kitlesel tüketim, çok yönlü bir kültürel zenginlikten ziyade tek boyutlu bir tüketimden beslenir.
Hâlihazırda popüler kültürün işleyiş ve dolaşım alanını çok büyük ölçüde sosyal medya mecrasından takip etmek mümkündür. Yirmi birinci asrın yeni kültürel formu olan sosyal medyanın dünyadaki boş zaman etkinliklerinden en revaçtaki olduğu belirtilir. Her yaştan insanın dâhil olduğu sosyal medya, popüler kültürü hem besler, şekillendirir hem de onun taşıyıcılığını ve dolaşımını üstlenir. Sosyal medya, epey zamandır teknolojik işlevselliğini aşmış, toplumsal, kültürel ve endüstriyel bir bağlam kazanmıştır. Popüler kültür, sosyal medya kanalıyla toplumsal alanın her uzantısında rahatlıkla yayılmakta ve yeni hayat şekillerinin benimsenmesinde öncülük etmektedir.
Sosyal medyanın bireyin ruhsal dünyasındaki birtakım boşluklara ve zaaflara uzanan yönü, onu bir cazibe merkezi kılar. Milyonlarca insanın gündelik yaşamından daha farklı bir görünümle bu kurgu içerisinde arz-ı endam etmesi, popüler kültürün muhteviyatını da böylece şekillendirmiş olur.
Modern insanın uğruna dönüştüğü ve mücadele ettiği esas meseleler, maddi refah ve zenginlik, rahatlık, haz, erk, şöhret ve narsistik doyumlar üzerine temellenir. Sanat ürünleri de –ekseriyetle- bu bağlamda bir döngüden elbette nasibini alır.
Konuyu popüler müzik üzerinden düşünelim. Müziğin birey, toplum, eğitim, siyaset, ekonomi gibi pek çok alanda etkisi olduğu bilinir. Dünyaya yeni gelmiş bir bebek dahi ailesine bağlı olarak radyo, televizyon, internet gibi kitle iletişim araçlarıyla karşı karşıya kalabilir. Böylece bebek, dolaylı olarak popüler kültür ve müzik ile tanışır. Bebek veya çocuk dimağında popüler müziğin yansıması nasıl okunabilir?
Derin manaların uzağında, anlamsız ifadelerle yüklü şarkılarda görsel içerikle desteklenen kliplerin ve ritmin öne çıktığını hemen herkes kabul eder. Revaç bulan çoğu şarkıda ağızlarda dolaşan sözlerin manaları hiç düşünülmeksizin tekrarlanır. Henüz her etkiye açık körpecik dimağların, manevi, kültürel, geleneksel, ahlaki değerlerimizden tecrit edilmiş, dahası onların kıyımını üstlenmiş içeriklerle muhatap olmaları, elîm neticeleri kabullenmek değil midir?
Üstelik birçok ifadede geçen, mukaddes değerlere yönelik hürmetsizlik, bu şarkıları benimseyen kalabalık kitlelerce fark bile edilmez, dahası önemsenmez. İnanç ve kültür değerlerini tahfif edici bu söylemler, muhataplarında ciddi yıkımlar oluşturabilir. Söz gelimi bir genç, sıklıkla dinlediği bu kabilden şarkılardaki içeriklerle bilinç perdesi ardında kişiliğini örer ise artık kutsal ile olan ilişkisini bu yönde şekillendirebilir.
Müzik vasıtasıyla şuuraltı kodlamalar yapıldığı ve bunun bilhassa çocuk ve gençler için nasıl bir tehlike arz ettiği katiyetle sabittir. Son kertede bireylerin inanç dünyaları ve dinledikleri müzikler, hakkaniyetli bir psiko-sosyal değerlendirmeye tabi tutulursa bu tespitin farklı ve maalesef acı cepheleri açıkça görülür.
Popüler müzikte anlam kaybı ve bunun yıkıcı tesirleri çeşitli açılardan izahı gereken, ayrıntılı bir husus. Yolda, ulaşım araçlarında ya da farklı mekânlarda kulaklara çalınan birçok şarkı sözleri var elbette. Bilhassa arabesk, fantezi ve pop müzikte İslam esaslarına hürmetsizlik içeren yüzlerce tehlikeli sözden bahsetmek mümkün. Fakat burada numuneler göstermeyi uygun bulmuyoruz.
Bu minvaldeki nice sözlerin hangi safsatalara hizmet ettiği, çocuk ve gençlerin kişilik gelişimlerine ya da kimlik inşalarına ne tür bir katkı(!) sundukları ortadadır. Fakat ne acıdır ki, Müslümanlıkla yoğrulan bir coğrafyanın evlatlarına sözde sanat (!) yoluyla bu tahribat reva görülür. Niçin bu yıkıma müsaade edilir? Yoksa nesilleri inanç krizlerine ve büyük buhranlara doğru sevk edenlerin sözde özgürlüğü(!) daha mı mühimdir?
Konunun vahimliği, hakikat merceğiyle incelendikçe daha ziyade belirginleşir. Müzik, fonksiyonelliğiyle bireyi grup içinde uyumlu ve iştirakçi bir alana sevk eder. Yani yönlendirici etkisi vardır. Müziğin bireye aitlik hissini kazandıran bu iştirak alanı, her zaman olumlu bir zemin teşkil etmez. Bunun sebebi, yönlendirici kaynakların esas maksatlarına dayanır. Mesela belirli kitleler arasında revaçta olan bazı müzik türlerinin melodileri ve sözleri, insanlığı asiliğe, kabalığa, nobranlığa, buhrana ve yıkıcılığa sevk eder. Kimi tüketimi tetikler, kimisi hayâsızlığı, edepsizliği… Bazısı da insanlığın şahsiyetini tarumar etme çabasındadır. Bu, basite indirgenecek bir mesele değil; yıkımın bireysel daireden toplumsal alana doğru genişleyerek küresel anlamda da ciddi bir problematik oluşturması anlamındadır.
Popüler Müzikte Cennet ve Cehennem Metaforu: Kutsalın Reddi Problemi
Çok eski zamanlardan bu yana duygu, düşünce ve hislerin ifadesinde çeşitli söz sanatları, imge, çağrışım ve metaforlardan yararlanıldığı, böylece sözün tesir gücünün arttırıldığı bilinmektedir. Gerek edebiyatta gerekse müzikte cennet-cehennem üzerinden kurulan farklı benzetme, imge ve çağrışımlar, oldukça fazladır. [1]
Popüler şarkılarda Cennet-Cehennem ilgileriyle kurulan ifadelerin, bu kavramları kutsal hüviyetten çıkararak çağrışımsal değerlerini zedelediği yani tahfif ettiği görülür. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de defalarca lafzı geçen ve temel inanç unsurlarımızdan olan Cennet ve Cehennem’den bahsetmek, bir edep ölçüsünde olmalıdır. Öte yandan bu kelimeleri basite indirgeyerek kullanmak, kutsal alana hürmetsizlik ve itikadî problemlere işaret anlamına geldiği gibi, zihinsel çağrışımların bu yönde kodlanmasını da beraberinde getirir. Başka bir deyişle, Müslümanların inanç dünyasında önemli bir yer tutan bu olguların dar ve sığ söylemlerle popüler kültüre dâhil edilişi, zihinlerde bunlara yönelik kutsi çağrışımların anlam kaybına işaret eder. Mesele birçok kere bununla da kalmaz. Ezan sedalarıyla kaim olan şu diyar-ı vatanımızda maalesef hadsizliğini edepsizliğe ve itikadımızca küfre taşıyan sözler bazı kitleler tarafından marş misali sarf edilir.
Hiç sorgulamadan sarf edilen veya hafızalara kaydedilen bazı sözler, insanın mana âlemindeki mertebesini dipsiz kuyulara indirebilir. Böylesine bir hüsranın toplumda –bilhassa gençlerde- bulaşıcı bir hastalık gibi yayılımı, milyonların dimağına yerleşip hakikatlerin incitilmesi, her ne için olursa olsun, değer midir?
[1] Cennet-Cehennem hakkındaki tasavvufi mana taşıyan ifadeler ve Klasik Türk şiirindeki mazmunlar bahsimizin dışındadır.