Mansur
Mercan, mercan, uçuk dudağında kan
İnci inci soluk şakağında ter
Ne baş yedi, ne kan içti bu meydan!
Bu meydan aşıktan canını ister
Tatlıydı akrebin sana kıskacı,
Acıya acıda buldun ilacı
Diyordun, geldikçe üst üste acı;
Bir azap isterim bundan da beter
Sana taş attılar, sen gülümsedin
Dervişin bir çiçek attı , inledin
Bağrımı delmeye taş yetmez dedin,
Halden anlayanın bir gülü yeter!...
N F Kısakürek
***
Kocakarı ile Ömer
Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e
Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..
O sahabiyi dinleyin, şimdi:
"Bir karanlık geceydi pek de ayaz..
İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a'râbî!
Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
Geliyor muttasıl mehîb mehîb.
Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
Durmadan karşıdan selâmlaştık.
Düşünürken selâm alan sesini,
O heyûlâ uzandı tuttu beni:
Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?
- Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?
- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...
Gel beraber, benimle, üç beş adım.
***
Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
Uhrevî bir sükûn içinde civâr.
Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...
Şu yatan beldenin huzûruna bak!
O semâlar kadar yücelmiş alın,
Çakarak sînesinden âfâkın,
Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
Necm-i sâhirde sanki bir hâle!
Duruyor her evin önünde Ömer,
Dinliyor bî-haber içerdekiler
Geçmedik en harâb bir yapıyı,
Yokladık sağlı sollu her kapıyı.
Geldik artık Medîne hâricine;
Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.
***
Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
"Açız! Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,
Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;
Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:
-Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...
Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...
Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.
Selamı aldı kadın pek beşuş bir yüzle.
-Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
-Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...
-O halde, neden
Biraz yemek komuyorsun?
-Yemek mi? Çömleği sen,
Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var
Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!
Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.
-Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...
Tek erkeğin de mi yok?
-Hepsi öldü... Kimsem yok.
-Senin midir bu küçükler?
-Torunlarım.
-Ne de çok!
Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?
Ah!
Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
-Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?
-Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu'llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?
-Haklısın, yalnız,
Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.
-Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de civârında inleyen elemi,
Medâne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...
Gaza! Gaza! diye git, soy cihânı, gel paylaş!
Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,
Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;
- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,
Ömer! Savâik-i tel'in olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:
O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!
"Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... "
"Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"
Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!
Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,
Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..
Ömer vuruldu bu son sözle...
- Haklısın, teyze!
Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.
***
Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;
Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!
Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
Arandı her yeri, bir mum yakıp ale'l-acele.
- Şu tek Çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;
Dedim ki:
- Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?
- Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?
Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in
Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.
Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
Bir ihtiyar kan bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!
Yetîmin, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
Ömer halife iken başka kim çıkar mes'ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?
Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,
Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
Beşer, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,
Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.
Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!
Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!
Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,
Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
- Uzak mı yol? Daha çok var mı?
- Ancak üç beş adım.
Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:
Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!
Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
- Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
Hemen çakılları çömlekten indirip attı,
Uzandı testiye, yağ koydıı, sonra un kattı.
Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak
Hemen sönüp gidecek...
- Teyze, yok mu hiç yakacak?
Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;
Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;
Zemîni lihye-i beyzâ yı târumârıyle,
Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;
İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nurundan!
Ocak tutuştu, yemek pişti;
- Var mı teyze kabın?
Getir de indirelim...
- Var büyükçe bir kap, alın.
Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!
Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl
Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i süıûr;
Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.
Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...
Dedim:
- Sabâh oluyor kalkalım...
- Evet, haydi!
Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;
Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.
***
Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
Biz de çıktık vedâ edip artık
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Doğru indik Halife'nin evine.
"Şimdi nerdeysegün doğar, kalıver."
Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.
Etti az sonra subh-i velveledar
Uyuyan şehri kamilen bidar
Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
-Galiba, teyze, uykusuz kaldın!
İşte bağlanmak üzredir nafakan,
Alacaksın her ay gelip buradan.
Şimdi affeyledin değil mi beni?
-Böyle göster fakat adaletini.
Mehmet Akif Ersoy
***
Meçhul Asker
Hangi tarlayı sürmeye kalksam
Sapanıma takılan bu kemik
Bir pırıl pırıl ki güneşte
Alnımızdan ak
Göğe çıkar gibi düştüğün yerdedir
Çanakkale , Sakarya , Dumlupınar
Haktın vazifeydin namus ve şeref
Mert kapılarında Varşova’nın
Bir yanda yaptıkları destanlar dolusu
Bir yanda sürüp giden nankörlüğümüz
Doğrusu yüzüm yok çiçek getirmeye
Dağ taş bellediğim mezarına
Cahit Sıtkı Tarancı
Hz Muhammed asm
sevinç sevinç berraklık
yıldız yıldız parlaklık
o ki bir dağ pınarı
bulutlar üstü aklık
yücelikler eşiği,
yamaçlar, loş kuytular.
melek sallar beşiği,
nur içinde uyuklar...
semada bir coşkunluk
dar geçitler vadiler...
her pınar oluk oluk,
o pınar'a erdiler.
nefesiyle yeşermiş,
çimenler ve çiçekler.
gümüş ışıklar sermiş,
onun yolunu bekler.
pınarlar haykırıyor:
"sakın bırakma bizi!
çöller kızgın, akmak zor,
kum yutar hepimizi."
peki, der dağ pınar'ı
toplayıp pınarları.
kabarır, coşar, taşar
yeni ülkeler aşar.
doğar geçtiği yerde
şehirler, mamureler
nakışlar mermerlerde,
alev uçlu kuleler.
bağlılarını taşır,
eteğin rahman'a...
yürür, gider, karışır
o ilahi ummana..."
Goethe
***
Aşık Veysel’e Selam
İki gözünde iki zindan
On parmağında on çeşme nur
Yüreği yanmış tutuşmuş
Sivas’tan bir aşık gelir
Kara diken tırmalama yüzünü
Deli poyraz köstekleme hızını
Dağlar taşlar incitmeyin dizini
Yedisinde kaybetmiş iki gözünü
Sivas’tan aşık Veysel gelir
Sekizinde düzenlemiş sazını
Dokuzunda düşmüş garip yollara
Sazına banmış sözünü
Acısını , sızısını ekmeğine katık etmiş
Pençe vurup sarı teli inletmiş
Dağlar çeçek açmış Veysel dert açmış
Elinde sazı var dut dalından
Bir kara gün dostu tutmuş elinden
Dağlar daşlar hoşnut kalmış d ilinden
Yol verin ağalar yol verin beyler
Bu gelene Veysel derler
Saz petek misali söz de bir arı
Beraber uğraşıp yapmışlar balı
Veysel bu sırra mahzar olmuş
İki sanat bir gönülde birleşmiş
Samanlık seyran olmuş
Ama sadece sanat sevgisi mi dersin?
Veysel’i Veysel eden?
Usta olmak yeter mi dersin sazın sapına kadar?
İşin içinde zokayı yemek var
Yedisinde kaybetmese iki gözü
Ne tadı kalırdı şu beytin ne tuzu
Kuş olsaydın kurtulmazdın elinden
Eğer görse idim göz ile seni
Bedri Rahmi Eyuboğlu
***
Naat
Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit mü’min, minber mü’min…
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere “âmin!”
Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı…
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı.
Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü’min döndüler kapından!
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi…
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi…
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı…
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün…
Elçi geldin, elçiler gönderdin…
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi…
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği…
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir…
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi…
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi…
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar…
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar…
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı…
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!
Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir…
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
Şu kuytu cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva -ki, bilinmez-
Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu?
Ey Abvâ’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hâtıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!
Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
“Yaleyl!” susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!
Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar…
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar,
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de
Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar…
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh… kanatlıydı.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler
“Hû hû”lara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdem oğullarına!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır…
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır…
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad…
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya
***
SEYYİDİNA MUSTAFA-Naat-ı Şerif
Tac-ı ser-i enbiya pişrev-i evliya
Seyyidina Mustafa salli vesellim aleyh
Şah-ı kureyş-neseb alim-i ümmi –lakab
Hazret-i Muhbub-ı Rab salli vesellim aleyh
Gevher-i alinijad merc-i halk-ı bilad
Avn ü melaz-ı ibad salli ve sellim aleyh
Hayl-i rüsul hatimi sırr-ı ezel alimi
Muttalib –i Haşimi salli ve sellim aleyh
Meyve-i nahl-ı vefa maden-i sıdk u safa
Menba-ı cud-ı seha salli ve sellim aleyh
Nur-ı uyun-ı kerem nur-ı gusun-ı kerem
Ud –ı fünun-ı kerem salli ve sellim aleyh
Serv-i hıram-ı kerem sadr-ı kiram-ı kerem
Emn ü selam-ı şilem salli ve sellim aleyh
Bülbül-ı boşta-ı kuds verd-i gülistan-ı kuds
Murg-ı hoş-elhan-ı kuds salli ve sellim aleyh
Natık-ı sıdk ü sevab küşif –i Ümmül Kitap
Sahib-i fasl ül hitap salli ve selim aleyh
Menba-ı cud-u ata asl-ı vücud-ı seha
Şah-ı cünud –ı vefa salli ve sellim aleyh
Dürr-i Kureyşi-sadef sahib-i izzü şeref
Ersele ebhen Necef salli ve sellim aleyh
Subh-ı cemal-i sabih vech-i cemal-i melih
Kulları Hırz u Mesih salli ve sellim aleyh
Yusuf-ı Mısr-ı cemal meh yüzü kaşı hilal
Menba-ı ab ü zülal salli ve sellim aleyh
Meyve-i bostan ı lutf lülu –i ümman-ı lutf
Bahr-ı kerem kan-ı lutf salli vesellim aleyh
Malik-i mülk-i azim şari-i şeri kavim
Merd-i cahi müstakim salli ve sellim aleyh
Nasıh-r edyan-ı gayr hadim –i asnam ü deyr
Bani-ı bünyan-ı hayr salli ve sellimm aleyh
Din ona muhsustur sabit ü mansusdur
Muhkem ü mansüdur salli ve sellim aleyh
Çat-ı makarr-ı şeref bab-ı melaz ü kenef
Efdal-ı mimma selef salli vesellim aleyh
Mushaf-ı ayat-ı hüsn mecma-ı gayat-ı hüsn
Raff-i ayat –ı hüsn salli ve sellim aleyh
Şems-i saadettir ol bedr-i celalettir ol
Necm-i hidayettir ol salli ve sellim aleyh
Mahr-ı sipihri cemal matla-ı mihr-i kemal
Sahib-i i zz ü celal salli ve sellim elayh
Mahzen-ı Sırr-ı Hüda kan-ı seha ve ata
Gevher-i gen-i Hüda Salli ve sellim aleyh
Mahrem-i esrar-ı gayb vakıf –ı ahbar-ı gayb
Matla-ı envar-ı gayb salli v e sellim aleyh
Taht-ı dile han odur din ile iman odur
Hulk-ı beden can odur salli ve sellim aleyh
Maksem-i lutf-ı ilah sahib-i tac ü külah
Halka melaz-ı penah salli ve sellim aleyh
Mihr-ı sipihr-ı kerem Sırrı arab ve acem
Hafız ı levh ü kalem salli ve sellim aleyh
Neyyir-i misbahtır zikri dile rahtır
Rahat-ı ervahtır salli ve sellim aleyh
Sırr-ı ezelden habir sahib-ı fazl-ı kebir
Halka Beşir ü Nezir salli ve sellim aleyh
Şah-ı şeff-i usat ayet-i lütf u necat
Ruhuna yüz bin salat salli ve selim aleyh
Zıll-ı zalil-i Hüda mihr-i münir-ı Hüda
Yoluna canlar feda salli ve sellim aleyh
Maden-i tahkik odur mahzen-i Tevfik odur
Sahib-i Sıddık odur salli ve sellim aleyh
Natık-ı güftar-ı Hak alem-i halk-ı tebak
Sahib-ı Faruk-i hak salli ve sellim aleyh
Maden-i ihsandır ol merdüm i insandır ol
Sahib-i Osmandır ol salli ve sellim aleyh
Ahmed-i Muhtardır o l Seyyid-ı Ebrardır ol
Sahib-i Kerrardır o salli ve sellim aleyh
Cedd –i Hüseyn i Hasan mihr-i sipihr i kühen
Sahib-ı hulk ı hasen salli ve sellim aleyh
Gör se cemalin gözüm payine sürsem yüzüm
Yok sana layık sözüm salli ve sellim aleyh
Taht-ı dilin hanı kıl haci-i kurbanı kıl
Onu beden canı kıl salli ve sellim aleyh
Efdal-ı halk-ı Hüdu eyle salatı O ‘na
Hassasahullahu biha salli ve sellim aleyh
Bağdatlı Ruhi
***
Kitabe-i Seng-i Mezar
I
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını
Günahkar da sayılmazdı
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye
II
Mesela falan değildi öyle
To be or not to be kendisi için
Bir akşam uyudu
Uyanmayıverdi
Aldılar götürdüler
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü
Duyarlarsa öldüğünün alacaklılar
Haklarının helal ederler elbet
Alacağına gelince
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin
III
Tüfeğini deppoya koydular
Esvabını başkasına verdiler
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı
Ne matrasında dudaklarının izi
Öyle bir rüzigar ki
Kendi gitti
İsmi bile kalmadı yadigar
Yalnız şu beyit kaldı
Kahve ocağında el yazısıyle
Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı
Orhan Veli Kanık
***
Naat-ı Şerif-i Cenab-ı Nebi
Sultan-ı rûsül şâh-ı mümeccedsin efendim
Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim
Divân-i ilâhide ser-âmedsin efendim
Menşur-ı “le-amrük”le müeyyedsin efendim
.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammedsin efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
.
Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda
Gülbank-i kudümün çekilir arş-ı Hudâ’da
Esmâ-i şerifin anılır arz ü semâda
.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
.
Ol dem ki velilerle nebîler kala hayrân
“Nefsi” deyü dehşetle kopa cümleden efgân
Ye’s ile usâtın ola ahvâli perişân
Destur-ı şefaâtla senindir yine meydân
.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
.
Bir gün ki dalup bahr-ı gama fikrete gittim
İlden yitürüp kendümi bî-hodlıga yitdim
İşyânım anıp âkıbetimden hazer etdim
Bu matlaı yâd eyledi bir seyyîd işittim
.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
.
Ümmideyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz
Sermaye-i imanı tebâh eylemeyiz biz
Babın koyup agyâre penâh eylemeyiz biz
Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz
.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim
.
Bîçâredir ümmetlerin isyânına bakma
Dest-i red urup hasret ile dûzaha yakma
Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim
.
Şeyh Galib
***
Naat-ı Şerif
Bela-yı masivaya müptelayım ya Resullallah
Zebun-ı pençe-i nefs ü hevayım Ya Resullallah
Kerem kıl ben fakire el aman ey Rahmet-i Alem
Serapa mahz ı isyan ü hatsayım Ya Resullallah
Sen evreng-i şefaat şahısın , Sultan-ı Rahmetsin
Kapında ben de bir kemter gedayım Ya Resullallah
Şefaat kıl meded, yoksa o rütbe çok günahım ki
Ne rütbe yansam ol rütbe sezayım Ya Resullallah
Zebun-ı derd-iisyana tabib-i Mihriban sensin
Alilim ben muhtaç-ı devayım Ya Resullallah
Ne gam mücrim isem de bana beştir bu saadet kim
Kapında bir kemine hak-i payım Ya Resulllah
Beni reddetme evladın başiyçün bab-ı lütfundan
Ziya’yım bende-i al i abayım Ya Resullallah
Ziya Paşa
***
Mevlana’nın Yollarında
Yine yola düşmek gerek
Hasretin yaman , efendim
Köz oldu sinede yürek
Ah duman duman , efendim!
Şüpheler bağrımda yara,
Ellerim boş, yüzüm kara…
Çağır beni ışıklara
Mevlana! … Aman , Efendim!
Şaşırmışken sağı solu
Buldum sana iden yolu.
Artık hep seninle dolu
Zaman ve mekan , efendim
Her yaprakta gül nefesi
Rüzgarlarında ney sesi
Bu yer aşıklar kabesi
Aşkıma vatan , efendim.
Halide Nusret Zorlutuna