Prof. Dr. Mustafa Zerin’in yazısı
1994 yılında İstanbul Üniversitesi’nde doktoramı bitirdikten sonra, askerliğimi yapmak üzere Burdur’a gittim. 2 ay süresince yurdumuzun dört bir tarafından gelen değerli bilim insanları ile bir arada bulunduk. Akademik Dayanışma Araştırma ve Geliştirme (ADAG) Vakfı’nın temelleri de orada atıldı. Askerlik sonrası Bursa’da yapılan toplantı akabinde ADAG kuruldu.
1995 yılının Haziran ayında Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalında yardımcı doçent olarak göreve başladım. Gürbüz Hocamla ilk görüşmemiz 1995 yılında Şanlıurfa’da gerçekleşti. İlk intibam; samimiyeti, beyefendiliği, tevazuu ve müşfik tavırlarıydı. Gürbüz Hocamız, Tıp ve Veteriner Fakültelerinin eğitime başlaması için hummalı bir çalışma içerisindeydi. Harran Üniversitesini, Medreset-üz Zehra gibi (din ve fen bilimlerinin birlikte okutulduğu) bir üniversite yapmak hayali vardı. Bediüzzaman’ın; iman ilmini bu çağın insanının aklına uyumlu bir şekilde yenileyerek sunduğunu, İslam dünyası ve tüm insanlığın ana problemlerine Kur’an eksenli çözümler serisi ürettiğini, insanlara dünya-ahiret dengesini sağlamada kolaylıkla uygulayabileceği metotlar önerdiğini ifade ederdi.
Sayısız kongre, sempozyum, panel ve çalıştaylara katıldı. Katıldığı toplantılarda daima Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ı ön plana çıkardı. Amacımız “akademisyenlerimizin dikkatini Risale-i Nur’a yoğunlaştırmak” derdi ve yaşadığı sürece bu düşünceye hizmet ederek Risale-i Nur’u akademik camiaya taşıdı.
Hocamızın mesai kavramı yoktu, gece gündüz çalışırdı. Yılmak nedir bilmezdi. Hizmet ehli bir kişiliği vardı. Ekibiyle iyi anlaşır. Çalışanına güvenir. Elbirliğiyle problemleri çözmeye çalışırdı. Bir işi başarmada iki kavram çok önemliydi onun için. Taksim-ül amal ve mütesanid heyet. Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) çalışmalarına büyük önem verirdi.
Cübbenin anlamına çok vurgu yapardı. Dünyada cübbe giyen üç meslek mensubu bulunmaktadır; din adamları, bilim adamları ve yargı mensupları. Cübbe, bu üç grupta sadece mensupları tanınsın diye giyilen şekli bir unsur değildir. Çok daha farklı anlamlar taşır. Onu giymeye hak kazanmış kişiler görevlerinde o anlamlara uygun davranmalıdırlar. Aynen hekimlerin Hipokrat yeminine sadık kalmaları gibi. Meselâ cübbe, bir din adamı için ilk planda Yaratıcıya karşı sorumluluk sembolüdür. Allah’ın emirlerini bildirmede hiçbir vesayet altında kalmadan tam doğru davranır. Bir yargıç için cübbenin anlamı iç bağımsızlık demektir. Vereceği kararlara ne kendi nefsi arzularını karıştırır, ne de başkalarının dış baskılarını. Bir bilim adamı için ise cübbe, bilimsel araştırmalarında gerçekleri ortaya koyma cesaretini simgeler.
Hocamla bir hatıramı anlatmadan geçemeyeceğim. Üniversitelerin kuruluş aşamasında en çok sıkıntı çekilen hususlardan biri de dersi verecek hoca bulmaktır. Göreve başladığım sene branşımla ilgili dersleri almıştım zaten. Hocamın ricasıyla branşım olmadığı halde “Biyoistatistik” ve “Davranış Bilimleri” derslerini de ben verdim.
Gürbüz Hocamızı anlatmaya dakikaların ve kelimelerin yeterli olamayacağı düşüncesindeyim.
O, iyi bir akademisyendi.
O, iyi bir aile babasıydı.
O, iyi bir bilim adamıydı.
O, iyi bir idareciydi.
O, iyi bir Risale-i Nur Talebesiydi.
Bir insanı kalben en çok etkileyen vefat; sevdiği, saydığı, sırdaşı ve yoldaşı olan (yediği-içtiği ayrı gitmeyen, bugünkü tabir ile kankasını) yakınını kaybetmesidir. Kendi yakınlarını kaybettiğinde elbet üzülür insan. Ama kankasını kaybederse yıkılır.
6 Ocak 2020 günü Hocamız beyin kanaması geçirdi. Yoğun bakıma alındı. Doktor arkadaşlar, hayata döndürmek için ellerinden geleni yaptılar. Bizler de; yasinlerle, hatimlerle ellerimizi Mevla’ya açarak iyileşmesi için dua ettik. 19 Ocak 2020’de ruhunu Rabbine teslim etti.
Allah rahmet eylesin.
Mekânı cennet olsun.
Nur içinde yatsın.
Allah ailesine, yakınlarına ve sevenlerine sabırlar ihsan etsin.