Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Akit tv’de yayınlanan “Yasemin Turan ile Aile” programında “Gençlik, Aile ve Eğitim” konularına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
“AİLE KİŞİLİK GELİŞİMİNİN TEMELİNİN OLUŞTUĞU ORTAMDIR”
Katıldığı canlı yayında ailede kriz var ama çaresi de var diyerek aileyi bir binanın yapı taşına benzeten Tarhan, ailelerin olmadığı yerlerde toplumun oluşmadığını kaydetti. Tarhan; “Aile birey açısından da toplum açısından da temel bir kurumdur. Bir binayı ayakta tutan yapı taşlarıdır. Toplumun yapıtaşları da ailedir. Biz bir insanın çocukluk dönemini, onun ana vatanı olarak tanımlıyoruz. Bir insanın kişiliğinin anavatanı çocukluk dönemidir. Bu durum aile ortamında oluşuyor. Ailenin olmadığı yerde çocukluk sağlıklı gelişmiyor. Aile, kişilik gelişiminin temelinin oluştuğu ortamdır. Birey ve toplum açısından da toplumunu oluşturan yapıtaşlarıdır. Ailenin olmadığı yerde toplum oluşamıyor, insan sosyal bir varlık olamıyor. Aile, sosyal dokunun en kıymetli parçasıdır. Bir çocuğun ilk öğretmeni annesidir. Ondan sonra babası gelir, daha sonra okul gelir.” ifadelerini kullandı.
“COĞRAFYA KADER DEMEK TEMBELLİĞE DAVETİYE ÇIKARMAKTIR…”
Coğrafyaya kader demenin tembelliğe davetiye çıkarttığından bahseden Tarhan; “Kadercilik, tembellik gibi anlaşılıyor. Halbuki çevrenin, doğduğu yerin kader olma rolü var. Afganistan’da doğanla, Türkiye’de doğan, Amerika’da doğan aynı şartlarda doğmuyor ama kişi isterse bu şartları değiştirebiliyor. ‘Benim doğduğum yer kaderim ben böyle kalayım.’ gibi düşünceler tamamen yanlış bir paradigma oluşturuyor. Kişi isterse onu değiştirebilir ama teslim olursa değiştiremez. İtiraz ederse değiştirir, sorgularsa değiştirir ve birçok keşiflerde zaten öyle olmuştur. Gerçek kader, insanın özgür iradesiyle yaptığı seçimden sonra ortaya çıkan kaderdir. Kabullenirsen o da bir seçimdir ama böyle olursa düşünce tembelliği olur. İnsanlar sorgulamak istemiyor, hiç sorgulamadığı için, ‘Sen bu coğrafyada doğdun, kader.’ diyerek insanları kabullendiriyorlar. Halbuki insan gelecek projeksiyonu olan bir varlıktır. Geleceğe yönelik bugünü değiştirmek ve bugünle ilgili hakları ve sorumlulukları vardır. Bu nedenle coğrafya kader demek tembelliğe davetiye çıkarmaktır.” şeklinde konuştu.
“ÇOCUKLAR HAYAT OLAYLARINI ÖRNEK ALIR…”
Çocukluk döneminde yaşanan olayların ruhta çekirdek olarak kaldığına dikkat çeken Prof. Tarhan; “Çocuğuyla oturup konuşmayan, kucağına almayan bir erkek modeli olur mu? Böyle bir erkek modeli içinde çocuk daha çok annenin etkisinde büyümeye çalışıyor. Anne de hem anne hem baba gibi çocuğu büyütür. 0-3 yaş arasında anne birinci derecede sorumludur. Baba böyle durumlarda etkisiz eleman değildir. Çocuğun babadan da alacağı çok şey var. 50 sene önce çocuk büyütürken çocuğa yarım saat ayırıyorsan şimdi bir saat ayıracaksın. Çocuklar konferansları, vaazları değil, yaşantıları örnek alır. Hayat olaylarını örnek alır. Yani o gördüğü olaylar onun bilinçaltında hayat senaryosu olarak yazılır. Mesela çocukluk döneminde hayat senaryoları yazılmıştır. Düşünce katılığı varsa çocuk hayat senaryosunu yeniden yazamaz. Çünkü aktörler değişmiştir. Bu nedenle çocukluk döneminde öğrenilen yaşantılar hayatımıza, ruhumuza çekirdek olarak atılıyor. İlerde biz onu şartlara göre uygun hale getiriyoruz” dedi.
“ELİMİZDEKİ HAKİKATLERİ BİLİMSEL METODOLOJİYLE ÖĞRETMEK GEREKİYOR”
Söz dili ile yapılan eğitim yerine gerçek hayatta deneyimlenen eğitimin daha faydalı olduğuna değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Eğitim önemli ama örnek olmak esas çözüm. Çocuğa en güzel eğitim hal diliyle yapılan eğitim. Söz diliyle değil. Kitaptan yapılan eğitimleri yaşanarak, deneyimleyerek öğrenme, ideal öğrenmedir. Bilimsel metodolojiyle elimizdeki hakikatleri bağışlayıcı olmak, şükran duygusu, minnettarlık duygusu bunları bilimsel metodoloji öğrettiği zaman, önyargısız kabul ediyor insanlar. Bilimsel metodolojiyi öğretmezsen bu zamanın yöntemini kullanmadığın için insanlar bunu anlayamaz. Çocuklara bilgiyi öğretirken resmi müfredat programı içerisinde muhakkak bilimsel metodolojiyle elimizdeki hakikatleri öğretmek gerekiyor.”
“GELECEK NESİLLERE GELECEK BIRAKMAK İÇİN İYİ İNSAN YETİŞTİRMEK GEREK”
"Ebeveyn gözetimiyle çocuklar teknolojiyi doğru bir şekilde kullanabilir. Şu anda son sığınak aile dedik ama artık ailenin de açık kapısı var. Açık kapısı da akıllı telefon. Evin güvenli ortamında çocuk en çok güvensiz yerlere giriyor. Eğer çocukta ebeveyn gözetimi olmazsa, çocuğa dijital okuryazarlığı öğretmediysen o çocuk dijital dünyanın kölesi olur. İlerde anneye babaya kafa tutan çocuk olur. Onun için burada çocuğa zaman ayıracaksın. İyi bir evlat yetiştirmek, iyi bir bina-apartman yapmaktan daha mı önemsiz? Değil. Biz şu anda gelecek nesillere gelecek bırakmak istiyorsak iyi insan yetiştirmemiz gerekiyor. İyi bir insan yetiştirmek, iyi bir yol, fabrika, altyapı yapmaktan daha önemli.”
“ESAS ÖNEMLİ OLAN EVİN SICAK VE SEVİMLİ BİR ORTAM OLMASI”
“Çocuk ters kimliğe giriyor. Bu nedenle çocuklarda kuşak çatışmasının aslında biraz olması gerekiyor. Ergenlik dönemi çocukların sorguladığı bir dönemdir. 10 yaşından sonra sorgulamaya başlar. İtiraz eder, protesto dönemidir, çete yaşı dönemidir. Ondan sonra dışardaki sahte zevklere bakar, sahte güzelliklere bakar. Televizyondaki o sahte hayatlara bakar, özenir. Anne baba bunu gerekçeleriyle birlikte artısı bu eksisi bu diye konuşabiliyorsa çocuk bir müddet sonra bir iki denese bile daha sonra anne babam haklıymış diye düşünür. Esas önemli olan evin sıcak sevimli bir ortam olması. Güven alanı olması.”
“EVLİLİK REKABETÇİ DEĞİL, TAMAMLAYICI BİR İLİŞKİDİR”
"Evlilikte orta nokta var. Bir adım biri atacak bir adım biri atacak ortada kendi çözümlerini bulacaklar. Onun için biri birini eğitiyor diye bir şey yok. Şu anda evlilikte en çok yaşadığımız savaş ego savaşları. Benim dediğim senin dediğin, benim param senin paran, benim annem senin annen gibi güç savaşları var. Halbuki evlilik rekabetçi bir ilişki değildir. Evlilik tamamlayıcı bir ilişkidir. Yani birbirlerinin eksiklerini tamamlayarak gidecekler. Bir taraf hep fedakâr olursa öbür taraf hak gibi görmeye başlıyor. Halbuki iki tarafın da adil bir denge içerisinde olması lazım. Onun için adaleti biz hep mahkeme duvarlarında zannediyoruz. Adalet evde. Aile içerisinde iletişimin sağlıklı olması için sevgi ve adalet gerekiyor.”
“SEV, DEĞER VER, PAYLAŞ”
“Anne baba, çocuğun moralini yüksek tutar. Burada bizim motto yaptığımız bir slogan var; ‘Sev, değer ver, paylaş’ anne bunu uygulasın. Sevsin, değer versin ve paylaşsın. Bunu yaptığı zaman o çocuk kendini değerli hissediyor. Aynı zamanda yanlışlarını görüp düzeltme çabası içinde de oluyor. Mesela kişiliği övülen çocuk narsist oluyor. Halbuki davranış ve çabaları övülen çocuk o davranışını pekiştiriyor. Eleştirirken de kişiliğini eleştirirsen çocuğun özgüveni düşüyor. Çocuklarla, sen dili yerine ben dili kullanmak gerekiyor.”
“ELEŞTİRİYE KARŞI AÇIK OLMAYAN BİRİ KENDİNİ GELİŞTİREMEZ”
“İnsan beyni için en iyi öğrenme metodu eğlenceli ve disiplinli bir ortam. Eğlence yoksa sadece disiplinle öğrenemiyor. Onun için deneyimleyerek öğrenme, oynayarak öğrenmedir. Yani şu andaki beyin temelli öğrenmenin aslını oluşturuyor. Mesela sağ beyin; duygular, heyecanlar, müzik, sanat estetik de ilgilidir. Sol beyin; mantık, muhakeme, analiz konuşma ile ilgilidir. Ön beyin ikisinin dengesini sağlar. İnsan olgunlaştıkça ön beyin gelişir. İdeal bir insan, akıllı insanın tecrübesinden faydalanarak kendini geliştirir. Ortalama bir insan deneme yanılmayla öğrenir ama ömür yetmez. Bir insanın entelektüel yetilerinin olması için eleştiriye ve sorgulamaya açık olması lazım. Birisi eleştirdiği zaman hakikat nedir, neden eleştirdiğini anlamaya çalışması lazım. Eleştiriye karşı açık olmayan biri kendini geliştiremez.”
“TÜRKİYE ŞU ANDA KİMLİK KARMAŞASI YAŞIYOR”
"Biraz da biz kültürel değişimi yaşıyoruz şu anda, ara kültür haline geldik. Bu ara kültürlerde örnekler çok fazladır. Yani yurdum insanı tipleri çok fazladır. Yurdum insanın oluşmasının en büyük sebebi bizim baskı kültüründen başka bir baskı kültürüne geçmemiz. Bir geçiş dönemindeyiz. Şu anda Türkiye kimlik karmaşası yaşıyor. Geçmiş kültürü marjinal bir şekilde savunanlar var. Modernizmde marjinal bir şekilde savunanlar var. Ortada büyük bir ana akım var. Bu ana akımda yalpalayıp duruyor. Kendi kültürünü koruyarak modernleşmesini gerçekleştirebilir.”