Niyazi Hocamızla ne şifahen ne de vicahen bir tanışıklığımız, hasbihalimiz yoktur. Kendisini çeşitli kitaplarından, denk geldiğim bazı konuşmalarından, yine bu sitedeki ilgiyle takip ettiğim yazılarından ve son olarak da bizzat alıp okuduğum iki kitabından tanıyorum. Nasıl haberim olduğunu hatırlayamıyorum ama bir Tenvir Neşriyat markası olan Fütuhât Yayınlarından neşredilen, 510 sayfalık "Yaratılıştan İmana" ve yine 330 sayfalık "Sosyal Hayatta İslamî Ölçüler" adlı iki kitabını, çok yakın zamanda temin edip okuma şansımız oldu.
Öncelikle, değerli Niyazi Hocamın da "milletin imanını selamette görme" derdiyle dertlenmiş olduğunu gördüm, iki kitabında da. Özellikle "Yaratılıştan İmana"nın sayfalarında ilerlerken, bunu daha da iddialı cümlelere döküyor. Asrın tefsiri Risale-i Nurlarla beslendiği için olacak ki; ayrıca sahasında ilerlediği tefsir ve hadis, fıkıh ve siyer ilminin ona verdiği rahatlık, emniyet ve itminanla, defalarca yaptığı ilânatı biraz daha sesli olarak tekrar ediyor.
"Defalarca ilân ettik, yine de ilân ediyoruz ki Allah'ın varlığı ve birliğini, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'ın hak peygamber olduğunu, Kur'an'ın Allah'ın hak sözü olduğunu bütün dünyaya karşı ispat etmeye hazırız. Gerçekten ön yargılardan uzak, samimi olarak, bulaştıkları iman zafiyetini tedavi etmek isteyen insanlarımıza- Allah'ın izniyle- her türlü katkıyı yapacağız. Yeter ki samimi olarak gelip bizimle görüşsünler. Çünkü biz, hayatımızı bu işe vakfetmiş bulunuyoruz. Yegâne gayemiz, insan olarak, hepimizin cehennemden kurtulmasına vesile olmaktır. Bunun dışında hiçbir maddî, dünyevî referansımız yoktur, olamaz da inşallah."
Tebrikler değerli hocam. Hepimiz, keşke tüm ilahiyat camiası böyle ulvi bir gayeye vakf-ı hayat edebilsek. İnsanların cehennemden kurtulmasını gaye edinmekten daha yüce ve değerli ne olabilir ki?Kitap baştan sona işte bu yüce gayeyi temin adına, kafalardaki şüpheleri süpürmek, vesveselere cevap vermek için hazırlanmış. Özet cevaplar, net bilgiler, hikmetle yoğrulmuş izahlar insanın kanaatlerini daha da pekiştiriyor, zihnini berrak hâle getiriyor.
Aslında hocamızın yukarıdaki "İslam'ın hak bir dava olduğunu ispata hazırız." ilânı, yine kitapta yer verilen üstadın "İşte ben Kur'an-ı Hakîmin kuvvetine istinâden dava ediyorum ki çok alçak olmamak ve yılan gibi dalâlet zehrini serpmekle telezzüz etmemek şartıyla, en mütemerrid bir dinsizi, birkaç saat zarfında ikna etmezsem de ilzam etmeye hazırım. Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek, hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele eder derecede münafıklığa girmiş, insan suretindeki yılanlara hakaiki söylemek, hakaika karşı bir hürmetsizliktir." ilânından mülhem. Buradan anlıyoruz ki Bediüzzaman Hazretleri Kur'an'ı referans alıyor ve Kur'an'ın gerçek mânada bütün problemleri çözebilecek bir mahiyette olduğunu göstermek istiyor.
"Yaratılıştan İmana" üç bölüm şeklinde tanzim edilmiş. "Yaratılış" ismiyle Birinci Bölüm'de, Allah'ın yaratma eyleminden tut, yok olacak türlerin yaratılış hikmetlerine kadar, birçok mevzu işlenmiş ve alakalı sorulara cevaplar verilmiş. İkinci Bölüm'de ise, beş kısım şeklinde iman esasları işleniyor. Bu kısımlarda da çok önemli başlıklar ele alınmış. Allah'ın varlığı ve kusursuzluğunu aklen ispat etmekten tut, Allah'ın ruhu var mıdır, sorusuna kadar, epeyce sualin cevapları üzerinde durulmuş. Mü'min ile münafık arasındaki fark, başlığı altında anlatılanlar çok önemli. Ezberlenmesi gereken kısım bence. Bölümler, bana tekfiri değil tefkiri (tefekkürü) ve hikmetli bir tefekkuhu (fıkhı)öğretti gerçekten.
Allah'a İman üst başlığı altında anlatılan, "İmanın Dereceleri" bölümü var ki sıkça karşılaştığımız, "İman artar mı eksilir mi", sualinin cevabını hikmetli bir şekilde veriyor. İman, imtihanın ve zorlamamanın gereği, aklın elinden alınmamasını gerektiriyor. Bu da zayıf da olsa farklı bir ihtimalin varlığına ihtiyaç gösteriyor. Değerli hocamız, buna bir misal olarak da Hazret-i İbrahim Aleyhisselam gibi imanın zirvesinde olan bir peygamberin aklını ve nefsini tatmin adına, öldükten sonra dirilmenin bir delilini görmek isteyişini örnek gösteriyor. "Aklın ihtiyarının elinden alınması durumunda, herhangi yeni bir delile ihtiyaç duyacak bir tatminsizlikten söz edilemez. Bu ise alternatif bir ihtimalin vehmini bile ortadan kaldırır. Tekrar edelim ki aklın ihtiyarının elinden alınmaması, konuyla ilgili delil yetersizliği anlamına gelmez. Yalnız aklına telkinde bulunan nefis, vehim ve hayal gibi tasavvurlara da fırsat vermek mânâsına gelir. Hz Musa Aleyhisselam'ın asasının gösterdiği harika mucize, Hz Muhammed Aleyhisselam'ın gösterdiği Ayın yarılması gibi müthiş bir mucize bile, insanların akıllarının iradesini ellerinden almamıştır. Çok zayıf bir vehimle, bunun bir sihir olduğuna yormuşlardır.
Demek ki iman edip etmemekte özgür bırakılan insanoğlu, en kuvvetli bir delili gözardı edip en zayıf bir vehmin peşine düşebilir. Hz. Peygamberin hemen yanıbaşında olan ve ona iman etmeyenlerin varlığı, bu serbest hareket etmenin bir göstergesidir. Ancak iman edenler, hiçbir tereddüde kapılmadan iman etmişlerdir.
Netice itibariyle denilebilir ki iman edenler 'zayıf bir vehmî ihtimal' yerine, kuvvetli delilleri esas almışlardır. İman etmeyenler ise, 'kuvvetli deliller' yerine, 'zayıf bir ihtimalin' ürettiği vehme kapılmışlardır."
Geçenlerde, böyle zayıf bir vehme kapılarak inkâr çukuruna yuvarlanan bir oyuncu ile yapılan röportajı dinledim. Arkadaş, yerinde bir soruyla soruyor:
-Torunlarınızı çok özlediğini söylüyorsunuz. Onlardan ebedî ayrılık düşüncesi sizi ürkütmüyor mu? Siz ahiretin yokluğuna bir delil mi buldunuz, söyleyebilir misiniz?
Cevap veriyor:
-Ebedî ayrılık ürkütüyor elbette. Ahiretin, Allah'ın yokluğuna bir delil bulamadım. Var da diyemem. Varlığına da bulamadım.
İnsanın nefsine yapışan küfür mikrobunun, aklı tahrip etmesi sonucu, binlerce delili bırakıp sadece hayaline takılan, delilsiz "Belki yok" vehminin peşine takılmanın ve böylece ebedî hayatını berbat etmenin tipik bir örneği.
Evet, iman, elbette ki iman edilecek esaslar yönüyle, artmaz, eksilmez. İman ettikten sonra, şüphe yönüyle de azı çoğu olmaz. İman, kesinlik ister. Ama iman, derecesi yönüyle artar ya da azalır. İlmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîni de içine alan, zerreden güneşe kadar mertebeleri vardır.
Niyazi Hocam, mezhep imamlarının bu konudaki görüşlerini özetle verdikten sonra, özellikle Enfal Suresinin "Mü'minler, ancak Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, kendilerini Allah'ın âyetleri okunduğunda, 'imanları artan' yalnız Rablerine güvenen kimselerdir." mealindeki 24. Âyetiyle; "İman yetmiş küsür şubedir. En en yükseği 'La ilahe illallah' sözü, en aşağısı da eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmaktır." hadîsini örnek veriyor. Zaten bu âyet ve hadîs bile, 'İman artar mı azalır mı?' konusunu aydınlatmaya kâfi ki Tevbe Suresinin 24. Âyeti de ayrıca taklidi ve tahkiki imanın derecelerini gösteren önemli delillerdendir.
Bunun risalelerde geçen çok örnekleri de var. "...ve mâdem bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi, bir batman marifet ve kemalattan daha kıymetlidir." tespitinin mânası ne kadar mühimdir değil mi?
Bir zerre kuvvetli imanın, ebed âlemindeki karşılığı ebedî olduğu için, bunun kıymeti de hadsizdir. Elbette bunu temeli de marifet-i tasavvuriyeden çok kıymetdar ve bürhanın(delillerin) neticesi olan ilim denilen tasdiktir. Yani tahkikle, ilimle, delillerle güçlendiren imandır.
İmanın, özellikle maddecilik hastalığının arttığı, aklın göze inebildiği bu asırda, tahkiki bir seviyeye yükseltilmesinin daha bir önemli olduğu muhakkaktır. Üstad buna: "Umumî ve mücadele suretindeki hadiseler kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir iman lazım ki her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlahî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün. Tâ o zulm-ü zulmette kalp boğulmasın, iman sönmesin. Akıl ve kalp, tabiat ve tesadüfe sapmasın." ikaziyle işaret ediyor.
Niyazi Hocam, yetiştiği Doğu medreselerindeki muhit alışkanlıklarından olacak ki dini kitaplarda pek rastlayamadığımız, sevimli argo da diyebileceğimiz "zır cahil, komplo kurmak, bulunmaz Hint kumaşı" gibi deyimleri de kullanıyor. Kulağı bazen tırmalayan bu gibi deyimlerin yerine, daha hoş sadalı deyimler kullanmasını tavsiye edebiliriz. Ayrıca yine bu sitede, ateistlerin bazı suallerine cevap olarak yazdığı seri yazılarını kitaplaştırmasını, daha sık yazmasını, nurlar üzerine yaptığı çalışmalarını kitap hâline getirmesini tavsiye edebiliriz. Özellikle iman hakikatlerinin izah ve ispatına yönelik öz ve kısa broşürlerini, daha tanımış yayınlardan bekliyoruz.
Evet dostlar, sadece kısa hem de çok kısa bahsedebildiğim bu iki değerli kitapları, tam değerlendirmek bizim kalemimizin kapasitesinin biraz üstünde. Birer damla ile tattırabildiysek ne mutlu bize.
Selam ve dua ile.