Bilimler Işığında Peygamberlik Müessesesi-3
Peygamberler, öncelikle insandır. Onlar insanlar arasından insanlar ve cinler için gönderilmiş kişilerdir. Bu manada psikolojik konular onlarda çift taraflı olarak tahakkuk etmekteydi. Hem kendi iç dünyaları açısından, hem muhatapları…
Tecrübeyle sabit ki Hakikatle tanışana kadar her insan, kendi hayatında bir prensipler silsilesi oluşturur. Kişisel bir algı, duygu ve düşünce dünyası onda şekillenir. Bunda tarihin, toplumun, tabiatın, gelenek ve göreneklerin, kişinin içe dönük ve dışa dönük karakterinin, ailesinden aldığı kültür, terbiye, din ve manevi mirasın etkisi muazzamdır. Peygamberler yaşlısından gencine, kadınından erkeğine, yetişkininden çocuğuna toplumun her kesimiyle muhatap olarak onlara doğruları ve gerçekleri anlayacakları dille ve delillerle anlatıyorlardı.
Bu noktada peygamberlerin tebliğiyle muhatap olanlar arasında Hakikat ve Fıtrat Algısına en yakın halk kesimi gençlerdir. Keskin zekâları, enerjik yapıları, kalıplaşmamış düşünceleri ile Hakikate açık bir arazi gibidirler. Hz. Peygamber’e (ASM) iman edenlerin ekseriyetinin gençler olması, Hz. Musa’ya (AS) iman edenlerin çoğunun genç olması[1], Hz. Musa’yı (AS) Mısır ve sonrası dönemde en çok uğraştıranların yaşlılar ve orta yaşlı, kalıplaşmış duygu ve düşünce sahibi kişiler olması, Hz. Peygamber’in (ASM) Mekke ve Medine’de en büyük düşmanlarının hep yaşlı ve yaşı 40 üzeri kişiler olması psikolojik bir gerçeği gösteriyor: “Bilgi ve algı, 40 yaş sonrasında artık duygulaşır, sabitleşir.”
Hz. Peygamber’in (ASM) Mekke’deki önde gelen yaşlı düşmanlarından birisi olan Nadr bin Hâris’in psikolojik dünyasını anlatan Kalem suresindeki şu âyetler insanın Hakikat ile karşılaştığında sergileyeceği inkâr psikolojisini adım adım sunar:
10,11,12,13,14. Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
15. Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, "Öncekilerin masalları!" der.
16. Yakında biz onun hortumunu (burnunu) damgalayacağız.
Bu psikolojik süreci şöyle açabiliriz: Kendi düşüncesinin Hakikate uygunluğunu delillerle ispat edemeyip muhatabını ikna edemeyen kişi yemin kalkanına sığınır. Yeminler ederek düşüncelerinin doğruluğunu savunur. Peygamberlerin karşısında fikren âcizliğini hissettikçe kendi içinde ve özünde küçülür, alçaklaşır. Çünkü bu eziklik ve mağlubiyet psikolojisi onda hırs, intikam, hased ve çekememezlik duygularını uyandırır. Bu duyguların sevkiyle muhatabının kusurlarını araştırmaya başlar. Bulduğu kendince kusurları toplumda yaymaya çalışarak peygamberleri kınayarak toplumsal bir cephe oluşturmaya çalışır. Söz taşıyıp durma safhası… Peygamberin, sahip olduğu köklü ilim ve güçlü irade gereği yaptığı her fiil bir “iyilik” olacağı ve bu onun üstünlüğünün ispatı olduğu için onun iyilik yapmasını engellemeye çalışır ta ki kendisiyle aynı seviyesinde gözüksün. Bunu sözle engelleyemezse gücüyle engellemeye ve gerekirse saldırıganlığa başlar. Bu kişi bencil nefsinin ve benmerkezci benliğinin esiri olduğu için kendi özünde ve fillerinde günahkârdır. Günahların verdiği yaralı duygu modu ve hasta ruh haliyle hırçınlık, gerginlik ve kaba bir yapı taşır. Merhamet ve şefkat onda görünmez. Bu manada Hakka sadakat, Hakikate dürüstlük, âcizlere şefkat, muhtaçlara merhamet, akrabaya himaye gibi asalet alametleri kendisinde görünmeyen bir soysuzluk derekesine düşer. İnsanı yücelten ve asîl bir ruh kazandıran İlahî âyetler kendisine okununca gurur ve kibrinden “Eskilerin masalları, hurafeler, düzmece hikayeler” diye vahyi eleştirir. Tam manasıyla Hakikat Kâbesi’ne saldıran Ebrehe’nin filine dönüşür. Bu hususu ifade için Kur’an “Onun hortumunu damgalayacak ve Onu rezil edeceğiz” der.
Oysa bir bilgi ve bilgelik insanı olan peygamberler ruhlarından fışkıran şefkatle bütün halkı bir baba gibi kucaklayarak onlara hak ve hakikati tebliğ ediyorlardı. Peygamberler halkla irtibata geçişlerinde halka bütün fizik-metafizik yönleriyle muhatap olduklarından peygamberlik sistemi ve halkla sağlıklı iletişim gereği taşımaları gereken bazı özellikler bulunuyordu.
Hz. Peygamber (ASM) bu manada resullerin 5 temel sünnetini şöyle belirtir:
“Resullerin sünneti 5 şeydir: Haya, hilim, hacamat, misvak ve güzel koku.”[2] Misvak ve güzel koku, peygamberlerin görselliğin halkın nazarında önemine riayet ettiklerini gösterir. Haya ve hilim ise, halkın yanlışlarına karşı tahammül ve yanlış tekliflerine karşı uzak durma noktasında iç donanımı sağlar. Hacamat ise, fiziksel sağlık açısından faydasıyla beraber kirli kana bulaşan habis ruhların etkisinden kurtulma noktasında da korunma sağlar. Bu şekilde resuller fizik-metafizik denge sahibi bir duruşla halka Hakkı tebliğ ediyorlardı. Ruhlarındaki ihlas ve şefkat en büyük güçleri, dillerindeki ilim ve hikmet en keskin ve etkili silahlarıydı.
Her ne kadar onlar hilim, şefkat ve sabırla insanlara ulaşmaya çalışsalar da muhatapları peygamberleri ölümle tehdit ettiklerinde, Allah’ın âyetleriyle alay edip onları öfkelendirdiklerinde peygamberlerin dilleri bir kılıç gibi keskin, ruhları ise güneş gibi yakıcı bir hale bürünüyordu. Bu konuda Hz. Hûd’u (AS) örnek verebiliriz:
53. Dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz."
54,55. Biz sadece şunu söyleriz: "Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış." Hûd, dedi ki: "İşte ben Allah'ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın."
56. "İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onu alnından tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir."
57. "Eğer yüz çevirirseniz; bilin ki ben, benimle gönderileni size tebliğ ettim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz O'na bir zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir."[3]
Hilkaten yumuşak, fıtraten halîm-selim olan Hz. Şuayb (AS) kavminin tehditleri ve küfürde inat eden tavırları karşısında celallenerek şöyle der:
91. Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz.[4] Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin."
92. Şu'ayb, şöyle dedi: "Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah'tan daha mı itibarlı ki, O'na sırt çevirdiniz. Şüphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır."
93. "Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım. Rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum."
Bütün peygamberler tek başlarına kavim ve kabilelerinin bozuk düşünceleri, saplantıları, kemikleşmiş hakka zıt gelenek ve görenekleri, yanlış algıları, endişe-korku ve üzüntüleri ile savaş başlattılar. İlim ve hikmetle, onları aydınlatıp sevgi, ilgi, merhamet ve şefkat ile onları tedavi ediyorlardı. Bu süreçte peygamberlerin karşısında fikir ve bilgi noktasında kabileleri ve kavimleri âciz düştüler. Kabile ve kavimleri sözle mücadelede mağlup oldukları için para-kadın-makam gibi psikolojik tatmin içeren tekliflerle onlara geldiler.[5] Bunlarda da başarısız olduklarında baskı, işkence, ambargo, açlık, tehdit, yaralama, öldürme ve göçe zorlama gibi yollara başvurdular. Peygamberlerin bu vakalarla karşılaşmalarına rağmen yollarından döndürülememeleri, hiçbir şekilde duygu-düşünce-fizik algı noktasında mağlup edilememeleri gösterir ki, peygamberler psikoloji bilimi noktasında mucize şahsiyetlerdir. Ömrü boyunca bu tarz durumlarla karşılaşan kişiler ve toplumlar açısından varlıkları elzem bir modeldirler.[6]
[1] Yunus suresi, 83.
[2] Taberânî.
[3] Bakınız, Hûd suresi… Muhyiddin-i Arabî, 56. Âyetteki Hz. Hûd’un (AS) sözlerinden “ Ehadiyet-i İlahiye ” ile her şeyin Allah’ın bizzat yed-i kudretinde olduğunu okumuştur. ( Füsusu’l-Hikem, Hz. Hûd fassı ) Bediüzzaman Said Nursi ise, Hz. Hûd’un hiddetli ve şiddetli ârifâne beyanından “ heybet ” hakikatini istihraç etmiştir. ( Hizbü’l-Envâri’l-Hakaikı’n-Nûriye, Tazarru ve Niyaz-3 )
[4] Burada halk yalan söylüyor. Çünkü peygamberler çocukların dahi anlayabileceği seviyede konuşmak mecburiyetindedirler. Ayrıca Hz. Şuayb (AS), Hz. Peygamber’in (ASM) ifade ettiği üzere “ Peygamberlerin en güzel hitabet edeniydi. ” (Taberî, Târîḫ, I, 327; İbn Ebû Hâtim, VIII, 2814; Kurtubî, VII, 248) Bu durumlar gösteriyor ki, insan anlamak istemeyince konuşmacı ne kadar mükemmel olursa olsun, insan yine anlayamaz.
[5] Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e (ASM) yaptıkları meşhur teklif gibi…
[6] Ahzab suresi, 21; Mümtehinne suresi, 4.