Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), A'raf Sûresi 65-72. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
65-Âd (kavmin)e de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibâdet edin; sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! Hiç (Allah’dan) sakınmaz mısınız?”
66-Kavminden inkâr eden ileri gelenler: “Şübhesiz ki biz, gerçekten seni bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve doğrusu biz, gerçekten seni yalancılardan zannediyoruz” dedi(ler).
67-(Hûd) dedi ki: “Ey kavmim! Bende hiçbir akıl zayıflığı yoktur; fakat ben âlemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir peygamberim.”
68-“Size Rabbimin (vahiy olarak) gönderdiklerini teblîğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir nasîhatçiyim.”
69-“Sizi (tahammülü pek müşkil bir azâb ile) korkutmak için içinizden bir adam vâsıtasıyla, Rabbinizden size bir nasîhat gelmesine hayret mi ettiniz? (*) Hem hatırlayın o zamanı ki, (Allah) sizi Nûh kavminden sonra (yeryüzünde) halîfeler kılmış ve sizi yaratılışta bir genişlikle (kuvvetçe ve boyca) üstün kılmıştı. Öyle ise Allah’ın ni‘metlerini hatırlayın; tâ ki kurtuluşa eresiniz.”
70-Dediler ki: “(Sen) bize, ‘Bir olan Allah’a ibâdet edelim ve atalarımızın tapageldiklerini bırakalım’ diye mi geldin? Eğer (iddiânda) doğru kimselerden isen, haydi bizi (kendisiyle) tehdîd etmekte olduğun (azâb)ı bize getir!”
71-(Hûd) dedi ki: “Hiç şübhesiz, üzerinize Rabbinizden bir azab ve bir gazab hak oldu. Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın (uydurarak) kendilerini adlandırdığı birtakım isimler(e sâhib putlarınız) hakkında mı benimle mücâdele ediyorsunuz? Öyle ise (azâbı) bekleyin, şübhesiz ben (de) sizinle berâber bekleyenlerdenim!”
72-Bunun üzerine onu (Hûd’u) ve onunla berâber olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayanların ve mü’min olmayan kimselerin kökünü kestik.
(*) “Hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabûl eder mi ki, ulûhiyet ve ma‘bûdiyetin (ilâhlığının ve ibâdete lâyık oluşunun) tezâhürü (görünmesi) için bu kâinâtı öyle bir mücessem (cisimleşmiş) kitâb-ı Samedânî yapmış ki, her sahîfesi bir kitab kadar ve her satırı bir sahîfe kadar ma‘nâları ifâde eder ve öyle cismânî bir Kur’ân-ı Sübhânî etmiş ki, herbir âyet-i tekvîniyesi (yaratılış âyeti olan her mevcud) ve herbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mu‘cize hükmündedir.
Ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla (âyetlerle) ve ma‘nîdar nakışlarla tezyîn edilmiş (süslenmiş) bir mescid-i Rahmânî kılmış ki, her bir köşesinde bir tâife, bir nevi‘ ibâdet-i fıtriye (yaratılışından gelen bir ibâdet) ile iştigâl eder (meşgûl olur) bir şekilde halk eden (yaratan) bir Allah, bir Ma‘bûd-ı bi’l-Hakk (ibâdet edilmeye hakkıyla lâyık olan Cenâb-ı Hakk), o kitâb-ı kebîrin (büyük kitâbın) ma‘nâlarını ders verecek üstadları ve o Kur’ân-ı Samedânî’nin âyetlerini tefsîr edecek müfessirleri (tefsir ve îzâh edecek kimseleri) elçi olarak göndermesin. Ve o mescid-i ekberde (kâinât denilen en büyük mescidde) hadsiz tarzlarda ibâdet edenlere imamları ta‘yîn etmesin. Ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları (kitâb ve suhufları) vermesin? Hâşâ, yüzbin hâşâ!” (Şuâ‘lar, 11. Şuâ‘, 228-229)