Bismillahirrahmanirrahim
Bu defaki küçük müdafaatımda demiştim:
"Risale-i Nur'daki şefkat, hakîkat, hak, bizi siyasetten menetmiş. Çünkü, masumlar belaya düşerler, onlara zulmetmiş oluruz. "
Bazı zatlar bunun izahını istediler; ben de dedim:
Şimdiki fırtınalı asırda, gaddar medeniyetten neş'et eden hodgamlık ve asabiyet-i unsuriye ve umûmi harbden gelen istibdadat-ı askeriye ve dalaletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvve-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle, çok bîçareleri yakacak; o halette, o da ezlem olacak ve mağlûp kalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir-iki adamın hatasıyla yirmi-otuz adamı, adi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız orayı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesiyle, o ehl-i hak dahi, bir-ikinin hatasıyla yirmi-otuz bîçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.
İşte, Kur'an'ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakîki hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik. Hem madem herşey geçici ve fanîdir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor; elbette biz, sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile, icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise, insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.
Hulasa - i kelam : Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir taun-u beşerî ve maddiyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar, şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz: Değil böyle birkaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler; Kur'an'ın kuvvetiyle, Allah'ın inayetiyle kaçmayız, o irtidatkar küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silah etmeyiz.
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ASABİYET-İ UNSURİYE : Irkçılık damarı.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
EHL-İ HAK : Hak yolda olanlar.
EŞEDD-İ İSTİBDAD : İstibdâdın, baskı ve keyfî idârenin en şiddetlisi.
EŞEDD-İ ZULÜM : Zulmün en şiddetlisi.
GADDAR : Çok zâlim. Kahredici.
GAYRET-İ VATANİYE : Vatanı koruma gayreti, çabası.
HAMİYET-İ MİLLİYE : Milletin hak, hukuk ve nâmusunu koruma konusunda gösterilen gayret ve titizlik.
HODGÂMLIK : Yalnızca kendini dert edinerek.
HULÂSA-İ KELÂM : Sözün özü.
İCBAR : Mecburi, zorlama.
İNZİBAT : Âsayiş, düzen ve rahatlık; sağlamlaşmak; polis vazifesini gören asker.
İRTİDATKÂR : Dinden çıkan.
İSTİBDÂDÂT-I ASKERİYE : Askerî baskı.
İZAH : Açıklamak.
KÁİDE-İ ZÂLÎMÂNE : Zâlimce kural, kaide.
KÜFR-Ü MUTLAK : Kesin ve tam bir inkâr.
MEZKÛR : Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen.
MUKABELE-İ BİLMİSİL : Aynıyle mukabele etmek, karşılık vermek.
MÜDÂFAÂT : Savunmalar.
NEŞ'ET : Çıkma, doğma, meydana gelme, kaynaklanma, yetişme.
ŞEFKAT : Karşılıksız, samimi sevgi besleme; başkasının kederiyle alâkalı olma, acıyarak merhamet etme.
TÂUN-U BEŞERÎ : İnsanlığın salgın hastalığı.
TESLİM-İ SİLÂH : Silâhı teslim etmek.
TEVEKKÜL : Sebeplere sarıldıktan sonra neticesini Allah'a bırakma, neticeye rıza gösterme.
VEHHAM : Çok şüphe ve vesvese eden, korkak ve şüpheci.
ZÂYİAT : Kayıplar, zararlar.