Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), İbrahim Suresi 34-41. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
34 . Ve size, kendisinden istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Bununla berâber, Allah’ın ni‘metini sayacak olsanız, onu sayamazsınız.(1) Muhakkak ki insan, (Allah’ın bunca ni‘metlerine rağmen) gerçekten çok zâlimdir, çok nankördür.
35 . Bir zaman da İbrâhîm şöyle demişti: “Rabbim! Bu beldeyi (Mekke’yi) emniyetli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!”
36 . “Rabbim! Çünki onlar (o putlar), insanlardan birçoğunu dalâlete düşürdüler. Bundan sonra kim bana tâbi‘ olursa, artık muhakkak o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık şübhesiz ki sen, Gafûr (çok bağışlayan)sın, Rahîm (çok merhamet eden)sin.”
37 . “Rabbimiz! Doğrusu ben zürriyetimden bir kısmını (oğlum İsmâîl ile annesi Hâcer’i), senin Beyt-i Harâm’ının (Kâ‘be’nin) yanında, ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim; Rabbimiz! Namazı hakkıyla edâ etsinler (sana hakkıyla kulluk etsinler) diye (emrin üzere, böyle yaptım)! Artık (sen) insanlardan bir kısım gönülleri onlara meylettir ve onları mahsûllerden rızıklandır! Umulur ki şükrederler.”
38 . “Rabbimiz! Şübhesiz ki sen, neyi gizler ve neyi açıklarsak bilirsin. Çünki ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz!”
39 . “İhtiyar hâl(im)de bana İsmâîl’i ve İshâk’ı ihsân eden Allah’a hamd olsun! Şübhesiz ki Rabbim, elbette (her) duâyı hakkıyla işitendir.”
40 . “Rabbim! Beni, namazı hakkıyla edâ eden bir kimse eyle; zürriyetimden de (böyle kimseler yarat)! Rabbimiz! Duâmı kabûl buyur!”
41 . “Rabbimiz! Hesâbın görüleceği gün, bana, ana-babama ve (bütün) mü’minlere mağfiret eyle!”
1- “Cenâb-ı Hakk’ın, insana karşı şu koca kâinâtı nasıl bir saray hükmünde halk edip (yaratıp), semâdan zemîne (gökten yere) âb-ı hayâtı (hayat veren suyu) gönderip, insanlara rızkı yetiştirmek için zemîni ve semâyı iki hizmetkâr ettiği gibi, zemînin sâir aktârında (diğer köşelerinde) bulunan her bir nevi‘ meyvelerinden, her bir adama istifâde imkânı vermek, hem insanlara semere-i sa‘ylerini mübâdele edip (çalışmalarının mahsûllerini birbiriyle değişip) her nevi‘ (çeşit) medâr-ı maîşetini (geçim yolunu) te’mîn etmek için gemiyi insana musahhar etmiştir (hizmetçi kılmıştır). (...)
İnsanları gemi vâsıtasıyla bütün zemîne (yeryüzüne) münâsebetdâr (alâkadâr) etmekle berâber ırmakları, büyük nehirleri, insanın fıtrî (yaratılışa uygun) birer vesâit-i nakliyesi (nakil vâsıtaları) hükmünde teshîr (emri altına vermek); hem güneş ile ayı seyrettirip, (gezdirip) mevsimleri ve mevsimlerde değişen Mün‘im-i Hakîkî’nin (ni‘metleri gerçekte verici olan Allah’ın) renk renk ni‘metlerini insanlara takdîm etmek için, iki musahhar (itâatkâr) hizmetkâr ve o büyük dolabı çevirmek için iki dümenci hükmünde halk etmiş. Hem gece ve gündüzü insana musahhar, yani hâb-ı râhatına (rahat uykusuna) geceyi örtü, gündüzü maîşetlerine ticâretgâh hükmünde teshîr etmiştir. (...) İsti‘dâd ve ihtiyâc-ı fıtrî (kābiliyet ve yaratılışı îcâbı olan ihtiyaç) lisânıyla insan ne istemiş ise, bütün verilmiş. İnsana olan ni‘met-i İlâhiye, ta‘dâd (saymak) ile bitmez, tükenmez.” (Zülfikār, 25. Söz, 48)