Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Yusuf Sûresi 99-101. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
99-Nihâyet (hep berâber Mısır’a gidip) Yûsuf’un yanına girdikleri zaman, (onları şehrin dışında karşılayan Yûsuf) ana-babasını bağrına bastı ve: “(Buyurun!) İnşâallah güven içinde kimseler olarak Mısır’a girin!” dedi.
100-Böylece (sarayına geldiklerinde) ana-babasını (kendi) tahtın(ın) üstüne çıkardı ve (derken hepsi) onun (Yûsuf) için secde ediciler olarak, secdeye kapandılar.(*) (Yûsuf) dedi ki: “Ey Babacığım! İşte bu, evvelki rüyâmın ta‘bîridir. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Hem şüphesiz bana ihsanda bulundu; çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Muhakkak ki Rabbim, ne dilerse çok hoş tedbîr edendir. Şüphesiz ki, Alîm (hakkıyla bilen), Hakîm (her işi hikmetli olan) ancak O’dur.”
101-“Rabbim! Bana mülkden (bir nasib) verdin ve bana rüyâların ta‘bîrinden (bir ilim) öğrettin. Ey gökleri ve yeri hakkıyla yaratan! Sen, dünyada da âhirette de benim velîmsin (gerçek dostumsun). Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlih kimseler arasına kat!”(**)
(*) Yûsuf (as)’ın ebeveyninin ve kardeşlerinin kendisine secde etmeleri, meleklerin Âdem (as)’a olan secdeleri gibi olup, ona selâm ve hürmet içindir. Bu tarz, hürmet için yapılan secde onların şeriatında câiz olmakla berâber İslâmiyet bunu kaldırmıştır. İbn-i Abbâs (ra)’dan gelen bir rivâyete göre de onlar Yûsuf için, yani ona kavuştukları için Allah’a şükür secdesine kapandılar. (İbn-i Kesîr, c. 2, 262; Râzî, c. 9/18, 216)
(**) “Şu âyet, kıssa-i Yûsuf’un (as) (Yûsuf Aleyhisselâm’ın hikâyesinin) en parlak kısmı ki, Azîz-i Mısır olması (Mısır’da yüksek bir makāma gelmesi), peder ve vâlidesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saâdetli ve ferahlı bir hengâmda (anda), Hazret-i Yûsuf’un (as) mevtini (ölümünü) şöyle bir sûrette haber veriyor ve diyor ki: ‘Şu ferahlı ve saâdetli vaziyetten daha saâdetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yûsuf kendisi Cenâb-ı Hakk’tan vefâtını istedi ve vefât etti, o saâdete mazhar oldu. Demek o dünyevî lezzetli saâdetten daha câzibedar (çekici) bir saâdet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi hakīkat-bîn (hakīkati gören) bir zât, o gāyet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gāyet acı olan mevti istedi, tâ öteki saâdete mazhar olsun.’ ” (Mektûbât, 23. Mektûb, 108)