4) Bediüzzaman'ın Hürriyet Anlayışı
1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyete bağlı olarak ön plana çıkan hürriyet olgusu bir kısım radikal yorumlarla kötülenmiştir.
Konuyla ilgili Risalelerde şu bilgilere yer verilmiştir:
Bediüzzaman'a şöyle bir soru tevcih edilmiştir: "Ne diyorsun? Şu sena ettiğin hürriyet hakkında denilmiştir
حُرِّيَّةٌ حَرِّيَّةٌ بِالنَّارِ ِلاَنَّهَا تَخْتَصُّ بِالْكُفَّا
(Hürriyet ateşe layık bir haslettir. Çünkü o, kâfirlere mahsustur)
Cevabı şöyledir: "O bîçare şâir, hürriyeti Bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi zannetmiş. Hâşâ! Belki insana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyeti intac eder. Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid'e ahrardan ziyade hücum ederdi ve derdi: "Hürriyeti ve kanun-u esasîyi otuz sene evvel kabul ettiği için fenadır." İşte yahu, Sultan Abdülhamid'in mecbur olduğu istibdadını hürriyet zanneden ve kanun-u esasînin müsemmasız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur. Hem de, yirmi senelik İslâmiyet'in bir fedaisi de demiştir":
حُرِّيَّةٌ عَطِيَّةُ الرَّحْمٰنِ اِذْ اَنَّهَا خَاصِّيَّةُ اْلاِيمَانِ
(hürriyet, Rahman olan Allah'ın bir ihsanıdır, çünkü o, imanın bir hassasıdır/olmazsa olmaz şartıdır).
Soru-Cevap şöyle devam eder:
S- Nasıl, hürriyet imanın hassasıdır?
C- Zira rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat'a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tenezzül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet."(1)
5) İslam âleminde menfi hareketlerin ilacı dini değerler eğitimdir.
Bediüzzaman'ın bu konudaki tespiti şöyledir:
"(İslam âleminde) din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak verüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünkü nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasranî (olmamış ve)olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman, Bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.
Biz Nur talebeleri hem idareye, hem asayişe, hem vatan ve milletin saadetine çalışıyoruz. Karşımızdaki (muarızlarımız ise) dinsiz anarşist ve millet ve vatan düşmanlarıdır. Hükümet bize ilişmek değil, tam himaye ve yardım etmek elzemdir."(2)
6) Hakikatte güzel bir pırlanta olan İslam'ın imajını korumak
İslam'ın güzel imajını korumak her müminin görevidir. Bu imajı zedelemek İslam'a ve Müslümanlara karşı işlenen bir cinayettir. "Elin gâvuru ne derse desin!" türünden hava atanların, çalım satanların vebali çok büyüktür. Bu konuda sorumluluk duygusunun geliştirilmesi şarttır.
Bir şey hakkında konuşurken insanların zihninde menfi bir düşünceyi oluşturup oluşturmayacağı hususunu iyi düşünmek gerekir. Nitekim bir rivayete göre Hz. Ali şöyle demiştir: "İnsanlara bilecekleri/anlayacakları şeyleri anlatın. Siz Allah ve resulünün yalanlanmasını ister misiniz?(3) Elbette istemezsiniz. Öyleyse -rastgele her doğruyu değil-onların hazmedeceği, akıllarının alacağı gerçekleri anlatın. Evet, "Her dediğin doğru olmalı. Fakat her yerde her doğruyu söylemek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aks-ül amel yapar"(4)
7) İman emniyet ve güvendir. İslam ise barış ve selamettir
İslam dininin bu en önemli özelliğini göz ardı etmek, söz ve davranışlarıyla İslam'ı, taşıdığı bu özelliklerinin tam aksi bir rotada göstermek ve böylece onun bu güzeller güzeli imajını zedelemek bir hıyanet ve bir cinayettir.
Evet, bu unvanlara uygun davranışlar müspet hareket olduğu gibi, bunlara uygun olmayan davranışlar ise birer menfi harekettir. Aşağıdaki hadis-i şeriflerde bu gerçeği gösteren ışıkları görmek mümkündür.
"Müslüman; (diğer) Müslümanların elinden ve dilinden selamette kaldığı kimsedir" (5), "Komşusu zararından emin olmayan kimse cennete girmez"(6) , "Mümin, insanların canları ve malları hakkında emin olduğu kimsedir. Müslüman ise; (diğer) Müslümanların elinden ve dilinden selamette kaldığı kimsedir. Mücahid, Allah'a itaat etmek için nefsine karşı cihad eden kimsedir. Muhacir de, hatalarından, günahlarından hicret eden(uzaklaşan) kimsedir"(7)
Bediüzzaman'ın 31 Mart hadisesinde çağrıldığı mahkemede söylediği- aşağıdaki ifadeleri, bu konuya ışık tutmaktadır.
"Avrupa, bizdeki cehalet ve taassub müsaadesiyle, şeriatı -hâşâ ve kellâ- istibdada müsaid zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzib etmek için, meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım. Lâkin yine korktum ki, başka bir istibdad tekrar o zannı tasdik eder diye, ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Câmiinde meb'usana hitaben feryad ettim. Ve söyledim ki: Meşrutiyeti, meşruiyet ünvanı ile telakki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdad, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-ı şeriatla takyid ediniz. Zira cahil efrad ve avam-ı nâs kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsız olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezheb olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira hakaik-i meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhebden istihracı mümkün olduğunu dava ettim. Ben ki, bir âdi talebeyim. Ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım, demek cinayet ettim ki, bu tokadı yedim."(8)
-devam edecek-
Dipnotlar
1-Münazarat, 22-24.
2-Şualar, 516.
3-Buhari, İlim, 127.
4-Mektubat, 265.
5-Buhari, İman, 4.
6-Müslim, 73.
7-İbn Hanbel, Müsned, 3/154.
8-Divan-ı Harb-i Örfi, 16-17.