Son çeyrek asırda birçok hadise adeta planlı ve programlı olarak Batıyı ve geri kalan dünya nüfusunu İslamdan ve Müslümanlardan soğutmak için gerçekleştirilmiş gibi gözükmektedir; 11 Eylül Saldırısı, Londra Eylemi, Madird Saldırısı ve daha bir çokları. Itiraf etmeliyiz ki Müslümanlar arasında azınlıkta da olsa bu tür hadisata (ki hem vicdan, hem hikmet, hem terbiyeyi İslamiye hem sünneti seniyye ve hem şeri serif kerih, katil, anarşi ve bed nazarla bakmıştır) şöyle veya böyle bulaşmışlardır. Müslümanların üzerine düşen en mühim vaziefleriden birisi kuşkusuz bu radikal elementleri susturmak ve kendi çizgisinin sesiyle alemi insaniyete islamiyeti duyurmak olmalıdır.Asırlardan beri teraküm etmiş olan zihni ve ruhi bulanıklıkların ve perdelerin açılmaya başlandığı asrımızda, nazarlar Kurana ve islama müsbet olarak çevrileceği hengamede bu oyunlar oynanmaya başlıyor. Bir adamın on senede inşa ettiği sarayı saadetler bir gafilin veya bir ahmak dostun yahut bir münafığın kibritiyle ateşe veriliyor, bu yangını söndürmeye vazifedar itfaiyeci herbirirlerimiz kendimizi bilmemiz icab eder. Islam alemi olarak son asırda kazanımlarımız çok büyük, bir inayeti ilahi eseri olarak 3 öldük 300 dirildik, bu kazanımların kaybedilmesi çok kolay ve fakat kaybedildikten sonra tamiri ve yeniden o manlaarın inkişafı çok zor olacaktır.
Dünyaca bilinmiyor amma aşırılık sadece batı dünyasını tehdit eden bir fitne değildir. Terörizm gayri müslümlerden ziyade islam dünyasına bela ve musişbet getirmiştir. 11 eylül ABD’de 3000 yahut biraz daha fazla insanın hayatına mal olmuşken islam dünyasına faturası çok ağır olmuştur. Iki bina harab olmasıyla koskoca bir devlet ve o devletin vatandaşları perişan ve helak edilmiştir.
Maddi yaralar şöyle veya böyle sarılabiliyor velakin ruhi, kalbi, psikolojik yaraların sarılması hiçte kolay olmuyor. 11 Eylül sonrası ABD medyası öyle bir dil kullanmıştır ki hususan Müslümanlar ve bahusus Arapların tamamı töhmet altında bıraktırılmıştır.
Yeni Hükümet programları mesela Patriot Kanunu (vatanperverlik) öyle maddeler içermiştir ki ABD’deki müslümanlara hayatı zehretmekle kalmamış azımsanmayacak derecede çok büyük bir nüfus travma geçirmiştir.Mahalle baskısı öyle noktaya varmıştır ki bir çok Arap asıllı ABD vatandaşı ortadoğuya dönmek veya zorla dönderilmek zorunda bırakılmıştır. Bu konuda Toledo Üniversitesi raporlarını incelemiş Psikiyatrist Joseph Hovey’in 600 ün üzerinde müslümanda olaylar sonrası yüksek depresyon tesbit ettiğini görmüştüm.[American Psychological Association Journal, 09/2011 Vol. 42. N0.8]
2009 senesinde 102 müslüman denek üzerinde yapılan çalışmalar ile ise travmaya sebep olan hususun çevreden kaynaklanan baskının neticesi olduğu anlaşılmıştı. Çevreden nasıl bir baskı alıyorlardı; araştırmaya gore müslüman nüfusun %25’i söz tacizine uğramış, %22’si işyerinde ayrımcılık, %19’u hükümet güçleri tarafından mütemadiyen rahatsız edilmiş ve yine %19’u ise fiziki müdahale ile karşılaşmışlardır. (Traumatology (Vol. 15, No. 3),
Bunların neticesinde elbetteki kendine güven yok veya sıfıra yakın, güven ile alakalı şunu da yeri gelmişken ifade edelim; 11 Eylülden once yapılan araştırmaşlarda güvenlik mevzuları gündeme getirilmiş ve araştırmada büyük çoğunluk ABD’nin güvenli olduğuna inanıyor gözüküyordu halbuki 11 eylülden sonra %86’lık bir kesim Amerikayı güvensiz olarak tesbit ettiğini gördüm.[American Psychological Association Journal, 09/2011 Vol. 42. N0.8]
Sessiz Olduğu Düşünülenler
Batıda büyük bir çoğunluk Ehli Sünnet vel Cemaat adı verilen İslamın cadde-i kubrası topluluğun terrorist saldırılarda sessiz olup gözyumduklarını iddia etmektedirler. Bu islamın caddie kübrası olan Ehli Sünnet ve Cemaate yapılan büyük bir haksızlık ve iftiradır esas itibariyle. 2001’den çok öncesinde dahi, bir çok islami cemaat, cemiyet ve eşhas terrorist faaliyetlerinden dolayı fanatic meczub grupları suçlamış ve İslam namına çıkan bu insanları İslam namına yerden yere vurmuşlardır. Buna bir çok misal getirebilirim; Ezher Üniversitesi Şeyhi Muhammad Sayyed Tantawi, Suudi Arabistan Müftüsü Abdul-Aziz Ali, Pakistan’nın son devir meşhur uleması ve evliyasından; Tahir-ul Qadri ve İslam Fıkhında ve Hukukunda bir ekol Yusuf al-Qaradawi. Ne yazık ki bu efkar primetime zamanları olan medyanın haber saatlerinde yer edememiş ve medya hala El-Cezireden yayına girecek saçı sakalı birbirine karışmış, arka planda yeşil bayrak üzerinde kılıç ve kelimei tevhid olan yanında kaleşnikoflu adamları sahneye çıkarabilmek için yarışır hale gelmişlerdir ve durum hala bu minval üzeredir. Islama bu vesile ile saldıranlara islam namına söz sahibi olanlar cevap vermek istediklerinde malum medya güçleri tarafından kollektif amnesia hastalığına tutulmuş gibi bir tavır sergilenmektedir.
Bundan daha beter olan durum ise medya öylesine yanlış ve hakkı batıl ile karıştıran bir tavır sergilemekte ve yalanlar ile yanlış malumat ve kasıdlı haberler ile adeta islam aleminin bu terrorist faaliyetlere sessiz kaldığını isbat edebilmek için uğraşmaktadır. Ne de sinsilerdir mösyö naşiri efkar efendileri! Mesela Newyork Times Gazetesi yazarlarından Thomas Friedman 8-Temmuz-2005 tarihli köşe yazısında ‘Bugüne kadar ne bir islam alimi ne de bir islam cemaati Usma Bin Ladin aleyhinde en cüzi bir karşıt fetva çıkaramamıştır’ demektedir. Friedman biliyor olmalı ve hatta bir Ortadoğu Uzmanı olarak bilmek zorundadır ki bu yazdığı cümle hakikatten ve hakikat-i halden gayet uzaktır ve esasen yazısının tamamını sıksanız ancak ve ancak yalan süzülecektir.Evet bu yalancı naşir-i efkarın neşrettiği yazısından üç ay evvel mesela İspanya İslam Komisyonu Usama bin Ladin aleyhine fetva çıkartmıştı. Hiç mümkün müdür ki kendisini Ortadoğu uzmanı ilan eden bir gazeteci böyle bir fetvadan habersiz olsun! Newyork times’ın gazetecilik kredisinin(!) arkasına sığınarak böylesine yalanları neşretmekten geri durmadı Freudman.
Bu gibi hadisat ve hakiki vukuatı kaydetmekten hassasiyetle uzak duran medyanın mevcudiyeti bizleriislam ve müslümanlar aleyhinde uluslararası bir medya gündeminin varlığı şüphesine hızla çekmektedir. Evet biliyoruz ki derin medya kuruluşları içerisinde islamı düşman olarak görmek ve göstermek isteyen derin siyasi gündemler yer almaktadır. Müslüman komşularınız sessizce terörizmi destekliyor saklı haberi gazeteleri sattırıyor.Gece haberlerinin takipçilerinin dikkatini çekmeye yetiyor bu haberler.Müslümanlarda da şu kanaat gittikçe korku ile karışık alemlerinde yer ediyor ki, bu tarz kendisini müslüman addedenlerin terrorist aktiviteleri, sivil toplumun kollektif kanaat ve kollektif şuurunda İslamın muhlis bütün takipçilerine bulaştırılıyor ve umumiyet kesbediyor.
Hatime
Zaman ve hadisat isbat ediyor ki batıda var olan bir koalisyon her ne pahasına olursa olsun İslamı ve Müslümanları hedef almaktan geri durmayacak ve islam ile anılan ne kadar değer var ise hepsi bu kirli oyun ile kirletilmeye çalışılacak. Batı medyasında İslam dünyası islama ait güzellikler ile gayet zaif bir şekilde temsil edilebilmektedir. Değilmi ki batı ve batının borozanını çalan onun medyası islama ve islamın hakiki temsilcilerine ya imkan ya değer vermiyor, müsbet Müslümanlar ve bu hususta gayet mualla bir mevkiyi tutan Risale-i Nur eksenli cemaatler seslerinin işitilmesi için ki onların sedası kemalatı islamiyenin asrın minaresinden ilanının aksi sedasıdır, her müsbet yola başvurmalıdırlar. Bizler bu yolda mesuliyet bilinciyle, kurmay vari bir yaklaşımla, asrı derinlemesine analiz ederek islamı ve islamiyete layık güzelliği temsil ve tebliği kendimize vazife bilmeli ve islamın şu istikbal inkılabatı arasında en yüksek gür sadası olacağı yakın günler için gece ve gündüz demeden çalışmamız icab etmektedir.
Son 10 seneyi geçirdiğim Filipinler Asyanın tek hıristiyan ülkesidir. Filipinler Coğrafi olarak hernekadar uzakdoğuda yer alıyor olsada Uluslararası İlişkiler Bölümünde ‘soğuk savaş devri Batı-Doğu Münasebetleri’ dersinde öğrencilerime de ifade ettiğim gibi, Filipinler ideolojik, sosyolojik ve politik olarak bir Batı ülkesidir. Dolayısıyla kendimi 10 senedir bir Batı ülkesinde kalmış biri olarak tanımlasam hata etmiş sayılmam.Asyanın tek katolik ülkesi olan Filipinlerde de defaatle İslam, Efendimiz, Kur'an, Risale-i Nur konulu konferanslar verdim. Bunların sayısı beşyüzü geçiyor. Bu konferanslarda da müşahede ettiğim husus hep islamın ne kadar noksan, ne kadar yanlış bilindiği ve tanındığı oluyor. Ve ben acizane şu kanaata varıyorum; herbirimiz yani her bir Nur talebesi ve hatta her bir müslümanın önünde bugün iki büyük tehlike var;
-Batı’nın İslam anlayışı ve bu anlayışın toplu iletişim araçlarıyla hızla bütün dünyaya propagandası
-Ve islam aleminin İslamiyeti tebliğ ve temsil problemi.
Batıda ki derin güçlerin iç hesapları, felsefe düzenbazlıkları, mantık oyunları, hilekar nifakları, taşaron faaliyetleri, fasıkane fitneleri, münafıkane şerleri velhasıl akılalmaz satranç oyunlarına fili olarak ne yapabiliriz bilemiyorum, ve belki de yapacak çok fazla bir şeyimiz de yok gibi. Fakat, kesinlikle ikinci madde olan İslamiyete layık güzelliği efalimizle izhar meselesi, tebliğ ve temsilde üzerimize düşeni yapabilme meselesi bizim için yapmamız gereken en büyük bir vazifedir diye düşünüyorum.
Risale-i Nur gibi bu asrın fehmine münasip bir ders-i Kurani olması gereken mevkiyi muallada değilse bu evvel emirde benim neslimin en muhim meselesi olması icab etmektedir. Bugün hıristiyan dünyasına takdim edilecek islam ancak ve ancak islamın risalei nurda kemalini bulduğu yorumudur. Bunu kesinlikle kör bir taklid saikasıyla ve meşrebperestlik sevkiyle söylüyor değilim.Bunu 10 senelik tebliğ ve dava çalışmalarımda yaşamış olduğum tecrübelerim neticesinde söylüyorum. Risale-i Nur bu asrı ve gelen asrı tenvir eden ve edecek olan bir nurdur.