Hicri takvime göre; yıl: 1400, Ramazan-ı Şerifin 19uncu günü
Miladi takvime göre; yıl 1980, Temmuz ayının 31inci günü
Yer: Ankaranın eski otogarı
Yaşı müsait olanlar için bu günlerin ne demek olduğunu izah etmeye hacet yok. Sonraki kuşaklar da o talihsiz tarihleri, yakın tarih sayfalarından çok güzel etüt etmişlerdir, diye düşünüyorum.
Evet, o günler; anarşinin kol gezdiği ve bütün canlılığıyla gündemdeki yerini koruduğu günlerdi. İhtilalin olgunlaşmasını bekleyen devletlûlarımız, henüz idareye el koymamışlardı. Akşamları kötü maksatlı kimseler ile susamışlara iman hizmeti götüren nur talebeleri dışında sokakta hiçbir ferde rastlamak mümkün değildi. İnsan hayatı o kadar ucuzlamıştı ki, öldürülenlerin hesabını tutmak neredeyse imkânsız hale gelmişti.
Her neyse
O günlerin acı anılarını bir tarafa bırakarak biz Ankaranın eski otogarına dönelim.
Efendim, âcizane âdetimden idi ki: Ankaradan İstanbula; ya da O zamanki Topkapı garajından Trakya tarafına gitmek istediğimde bilet kesme yoluna gitmeden her iki otogarın da çıkışında bekler, ilk çıkan otobüsle yolculuk yapmayı tercih ederdim. Böylece, hem zaman kazanır, hem de pratik bir yolculuk yapma şansını yakalardım.
İşte, yine Ankaradan İstanbula doğru yapmayı düşündüğüm böyle yolculuk için Ankara eski oto garında beklemekteyken birden karşımda Mustafa Sungur ağabeyi gördüm. Beni görür-görmez:
Keçeli, ne yapıyorsun burada, dedi. Ben de:
Ağabey, İstanbula gideceğim inşallah, dedim. Bu kez:
Ben de İstanbula gidiyorum, beraber yolculuk yapalım; yalnız bize radyosuz-teypsiz bir araba bul! dedi. Ben de, gayr-i ihtiyari ve tam teslimiyet içerisinde:
Baş üstüne ağabey, hemen! Siz, burada bekleyin; bakıyorum, karşılığını verdim ve her zamanki gibi otogar çıkışına doğru yöneldim.
Kontaş firmasına ait Man marka, dışı komple gri ve siyah kuşaklı bir otobüs çıkış yapmaya çalışıyordu. Ben hemen işaret ederek boş yerlerinin olup olmadığı sordum. Kaptan iki kişilik yerlerinin olduğunu söyleyince; ben de:
Kaptanım, affedersiniz, radyonuz-teybiniz var mı? diyerek, üzerimdeki vecibeyi yerine getirmeye çalıştım. Kaptanın kendince hayıflanarak mahcup bir edayla verdiği cevap şu oldu:
Kusura bakmayın, delikanlı; radyomuz çekmiyor, teybimiz de arızalı!
Bunun üzerine ben, hemen:
Hayır, sevgili kaptanım! Kusurluk bir durum yok; tam aksine ben sizi arıyorum, karşılığını verdim ve azıcık beklemesini rica edip biraz geride bekleyen Sungur ağabeyimizi çantasıyla birlikte almaya gittim ve:
Ağabey, tamam! Tam istediğiniz otobüsü buldum, dedim.
Gerçekten Sungur ağabeyimin o zamanki sevinci görülmeye değerdi.
Otobüse bindiğimizde farklı ikili koltuklarda oturan ve her birisinin yanında birer boş koltuk bulunan iki vatandaşımız da ayağa kalkarak istediğimiz yere beraber oturma imkânı sağlayabileceklerini açıkça ifade ettiler. Sungur ağabeyimizin uygun gördüğü ikiliye beraber oturduk.
Kuşkusuz, bütün bu yaşananlar birer güzel tevafuk, ihsan-ı İlahi ve ikram-ı Rabbani idi.
Seyahatimiz boyunca evrad-zikir ve okumayla meşgul olan ağabeyimizin yanında bulunan orijinal ve Hz. Üstadın kalemiyle tashih edilmiş ya da Onun mübarek kalemiyle dua eklenmiş çok güzel Risale nüshalarını görüp koklama ve doyasıya seyretme imkânı bulduk. Çokça güzel hatıralar dinledik.
O seyahatin güzel bir hatırası olarak da abd-i acize bir Arabi Mesnevi-i Nuriye hediye eden Sungur ağabey, kitabın iç kapağına da kendi el yazısıyla layık olmadığımız şu ibareyi yazdı:
Muhterem kardeşimiz Cüneyde
Hediyesi okumak ve okutmaktır
Cenab-ı Hak bu eserin feyzine ve
Hakaikina mazhariyet ihsan buyursun
Cümlemizi amin. Bi hurmeti seyyidil-
Mürselin. Aciz
M.Sungur
1980
Fi tariki İstanbul
(31.7.198019 Ramazan 1400)
Efendim, o günden beri çok tatlı bir hatıra olarak sakladığım ve saklamaya inşaallah devam edeceğim bu çok değerli hediyeyi haza min fadli Rabbi pek çok kere okumak ve değerli öğrencilerimle müzakere etmek nasip oldu.
Dua ve muhabbet ile efendim