Ramazan Şehr-i Ramazandır. O ayda şu kitab-ı kainatın tercüme-i ezeliyesi yeryüzüne inmiştir. İnsanlar kainat denilen bu büyük metin, ilahi metin karşısında şaşkın iken birden bire Cebrail ile Fahr-i Resul’e bu kitabın dilini ve lisanını açıklamıştır. ”Elif lam mim zalikelkitbülaareybe fi hüdenlil mut tükkin…” Çok harikalıkları olan bir sure.
Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece hurma yığınının yanında Kur’an (Bakara sûresi) okurken atı birkaç kere ürküp heyecanlanmıştı. Üseyd, atın çocuğu Yahyâ b. Üseyd’i çiğnemesinden kaygılanarak kalktığında başının hizasında (gökte), ışıklarla donatılmış bir tavan gördü. Tavan gözünün alabildiğine, semanın derinliklerine doğru uzayıp gidiyordu. Üseyd, Resûlullah’a gelerek durumu anlattı. Resûlullah ondan Bakara sûresini okumaya devam etmesini istedi. Fakat çocuğuna bir şey olmasın diye okumaya ara verdi. Sabahleyin durumu Hz. Peygamber’e söyleyince şöyle buyurdular: “Onlar seni dinlemeye gelmiş meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi.” (Müslim, “Müsâfirîn”, 242)
Bu kitap Allah’tan layıkı ile korkanlar için bir rehberdir. Faziletleri çok.
“Bakara sûresi okunan evden şeytan kaçar.” (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Bakara sûresinin değerini ve özelliklerini anlatan sahih hadisler de vardır:
“Evlerinizi (içinde Kur’an okumayarak) kabirlere çevirmeyiniz. Şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürker ve uzaklaşır.” (Müslim, “Müsâfirîn”, 212)
“Kur’an’ı okuyunuz; çünkü o, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaat edecektir. İki nur yumağını, yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyunuz; çünkü onlar, kıyamet gününde iki büyük bulut veya gölgelik ya da kuş sürüsü gibi gelerek kendilerini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyunuz; çünkü ona sahip olmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlık sebebidir; ona sihirbazların güçleri yetmez.” (Müslim, “Müsâfirîn”, 252)
“Bakara sûresinin sonundaki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet –o gece– ona yeter.” (Buhârî, “Fezâil”, 10)
Kur’an’ın kapağını açınca dalalet vadilerinde mütehayyir olan insan kendine yol gösteren kitabı görür. Bir kitap ve tercüman gelmiştir insanoğluna. İşte Ramazan bu kitabın indirildiği aydır. Bediüzzaman gibi bir Kur’an yorumcusuna bu ayın okyanuslar gibi tefeyyüz ikliminden büyük eserleri ilham edilmiştir. Bu tesadüfi bir ilham indirilmesi değildir. Esmai Sitte risalesi insanın hayal ve ilham mekanizmalarının tesbit edemediği boyutta bir eserdir. Ramazan ayında, Eskişehir hapishanesinde büyük zulmün altında bu altı esma risalesini ilham etmiştir.
İman üzerinde o kadar etkisi vardır ki Bediüzzaman bunu anlatır: ”Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azimdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması bir hazinedir.“
Bu azim hakikatler hakkında yine konuşur: “İsmi azama ait mesellerin ihata edilemeyecek derecede genişleri olduğu gibi akıl görmeyecek derecede inceleri de vardır.“
Hem geniş hem de ince bahistir, onları bir zulmün ve ilahi kitabın gönderildiği bir mevsimde Allah ona ilham etmiştir.
“İsm-i Hay Eskişehir hapishanesinde uzaktan uzağa aklıma göründü” diyor. O büyük manevi iklimde ve emsalsiz zulümde ancak uzaktan uzağa aklıma göründü, diyor. Nasıl iş akla görünmek? Onu yakalamak ne, anlatmak ne? Hayret ne hayret.
Adl ismi de yine uzaktan uzağa görünmüştür. Hayy ismini kudsi bir kuşa benzetir: “O kudsi kuşu avlayamadık, tebaud ettikten sonra hiç olmazsa bazı remizlerle o hakikat-i ekberin ve nur-u azamın bazı şualarını muhtasaran göstereceğiz.”
Asırlardır kalemin yazamadığı, muhayyilenin tesbit edemediği bu hakikatlere o kadar önem verir ki, eserin farklı yerlerinde bu önemi anlatır. İnsan bu eserleri hayatının ayrılmaz parçaları görmeli ve sürekli okumalı.
Hareket halindeki şeylerde mizanı, dengeyi sağlamak neredeyse imkansızdır. Allah neredeyse tamamı hareket halinde seyyal, cevval olan dünya ve yarattıklarında mizanı sağlıyor. Bu tavrı aklın haricindedir.
Çalkalanan, kaynayan, yuvarlanan… Üç fiil de denetimi imkansız olan şeylerdir ama Bediüzzaman Allah’ın, bu üç kararsız fiil içindeki efalini nasıl dengede tuttuğunu anlatıyor. Anlatım harika, dile hakimiyet ondan harika, helal olsun adama.
"Şu kainat öyle bir saraydır ki, o sarayda sürekli olarak tahrib ve tamir içinde çalkalanan bir şehir var ve o şehirde her vakit harb ve hicret içinde kaynayan bir memleket var."
"O memlekette her zaman ölüm ve hayat içinde yuvarlanan bir alem var. Halbuki o sarayda, o şehirde, o memlekette, o alemde o derece hayretler içinde bırakan bir muvazene bir mizan bir ölçülülük hükmediyor, bilbedahe ispat eder ki; bu hadsiz mevcudatta olan değişim, gelir, gider her bir anda umum kainatı görür teftiş-i nazardan geçirir bir tek zatın nizamiyle ölçülür, tartılır."
"Yoksa balıklardan bir balık bin yumurtacık ile ve bitkilerden haşhaş gibi bir çiçek yirmi bin tohum ile ve sel gibi akan unsurların, inkılapların hücumu ile şiddetle dengeyi bozmaya çalışan ve istila etmek isteyen sebepler başıboş olsaydı veyahut maksatsız serseri tesadüfe ve mizansız ölçüsüz kör kuvvete ve şuuruz, zulmetli tabiata havale edilseydi, o eşyadaki ölçü, o kainattaki denge öyle bozulacaktı ki; bir senede belki bir günde karmakarışık olurdu. Yani deniz karmakarışık şeylerle dolacaktı; kokuşacaktı; hava zararlı gazlarla zehirlenecekti; zemin ise bir mezbele, bir mezbaha bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı."
Risale-i Nur milletler üstü bir umumi dildir. Kur’an’dan alınan bu dil her din mensubuna, her millete ebedi hayat noktasında elzemdir. İşte bu altı harika ismin izahı Ramazan ayında tahattur etmiştir Bediüzzaman’a. Zulüm, bu eserleri netice vermiştir. Bütün büyük eserler olağanüstü zamanlarda meydana getirilmiştir.
Dostoyevski, Sibirya’daki büyük sabır şiken zulümden sonra Karamazof’u yazmıştır. Sibirya sürgününde nice kapasiteli dehaların bir hiç yüzünden öldüğünü görmüş ve kabili ifade olmayacak kadar üzülmüştür. Rahat koltuğunda, keyfi yerinde yazarlar ile mezarlar arasında fark yoktur. Eserleri doğduğu gün mezara atılmışlardır.