Bediüzzaman Yirmi Altıncı Mektup’ta şeytanın müthiş bir desisesinden bahseder. Ramazan-ı Şerifte, İstanbul’da, Bayezid Cami-i Şerifinde hafızları dinlerken mânevî bir ses işitir gibi olur ve sesi hayalen dinler.
O ses; "Sen Kur’ân’ı pek âli, çok parlak görüyorsun. Bîtarafâne muhakeme et, öyle bak. Yani, bir beşer kelâmı farz et, bak. Acaba o meziyetleri, o ziynetleri görecek misin?" der.
Bediüzzaman bir an beşer kelamı farzeder. Kur’an’ın parlak nuru söner ve ruhen karanlıkta kalır. Bunun şeytanın bir oyunu olduğunu anlar, hemen Kur’an’a sarılır, ondan imdat ister, ona dayanır, savunma gücünü artırır.
Küfürle imanın ortası yoktur. Ya inanırsınız ya da inanmazsınız. “İman ve Kur’an noktasında tarafsız muhakeme, tarafsızlık değildir, karşı tarafın görüşüne dahil olmaktır, hatta geçici bir dinsizliktir, batıl görüşü kabullenmek ve tarafgir olmaktır” der.
Şeytan pes etmez. Kelime oyunlarına girişir. Bu sefer de; "Öyleyse ne Allah’ın kelâmı, ne de beşerin kelâmı deme. Ortada farz et, bak" teklifinde bulunur.
Kur’an nazil olmaya başladığı, edebiyat ve belagatin zirvede olduğu dönemde, bir sözü ile savaşa gidilen koca koca şairlere, ediplere meydan okumuştur. “Mislini getirin” denmiştir. Bırakın mislini o asırda bir ayetine bile bir nazire yapılamamıştır. Bu meydan okuma bugün için de geçerlidir.
Saadet asrındaki itirazlar günümüzde kılık ya da format değiştirerek Kur’an’ın karşısına tekrar tekrar çıkmaktadır. Kur’an’ın Allah kelamı olmadığını ispatlayacak tek bir delil bulamadıkları gibi, sağlam delillerin birisini bile çürütecek bir babayiğit bugüne kadar da çıkmamıştır.
Bediüzzaman şeytanın bu şekildeki bîtarafâne muhakeme sureti altındaki desiseleri yüzünden şu zamanda, çoklarının imanlarını kaybettiklerini söylüyor. Bu çok doğru ve isabetli bir tesbittir. Kuzeyden gelen kızıl komünizmin şeytanın büyük desiselerinden biri olduğunu bilmeyen ve 1960-1980’li yıllara şahit olup da çoklarının imanlarını kaybettiklerini görmeyen yoktur.
Çok şükür Risale-i Nurlar, Kur’an’ın etrafına sur olmuş, kızıl küfrün, büyük desisenin ve imansızlığın belini kırmıştır. Fakat desise imansızlık noktasından olmasa bile tarafsızlık noktasından devam ediyor.
Şeytanın özellikle ayaklarının bağlı olduğu, Kur’an’ın çok okunduğu, namazların ve sair ibadetlerin oruçlu ağızla yapıldığı muhteşem bir ibadet ayı olan Ramazan ayında saldırıya geçmesi ayrıca çok manidardır. Şeytan sinsi bir şekilde mümini ibadetlerinden alıkoyacağı gibi imanından da etmeye çalışmaktadır.
Bu bitarafane muhakeme bize aynı zamanda Türkiye laikliğini hatırlatıyor. Ne dindara, ne de dinsize karışmamak, fikir ve vicdanları hür bırakmak olan asıl laiklik, hep dinsizlik olarak ya da dinsizden taraf olarak algılanmış ve uygulanmıştır. Bu nedenle de dindar insanlara büyük baskılar ve eziyetler yapılmış, istikballeri söndürülmüştür.
İster gerçekten tarafsızlığı, isterse taraflı davranmayı kendine şiar edinen laiklerin hedefinde hep dindarlar, onu da geçelim din olmuştur. Dine karşı tarafsızlık da dinsizden yana olmak demektir.
Dindara kızacağım veya dini vecibelerden uzak duracağım diye laikliğin ağına düşenlerin çokları, oyuna gelip ya da makam ve mevkiye tevessül edip imanlarını kaybetmişlerdir. Bu tarz düşünceye sahip olanların imanlarını gözden geçirmeleri elzemdir.
Allah nasip etti Ramazan-ı şerife eriştik. Nefis ve şeytanların desiselerine kulak asmadan bu mübarek günlerin feyiz ve bereketinden hakkıyla istifade ederek imanlarımızı kuvvetlendirmeye, Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunun bilinciyle manevi şualarından bol bol istifade etmeye bakmamız gerekir.
Bütün İslam âleminin Ramazan-ı Şeriflerini tebrik ederim.