Anadolu insanı oruç ve ibadet ayı olan Ramazan’ı çok sever. Bu sevgisinden dolayı da Ramazan ayı içerisinde doğan çocuklarına Ramazan ismini vermeyi ihmal etmez. Bu isim zikredildikçe gönüller ferahlar, yüzler tebessüme durur, feyiz ve faziletinin nuru insanların ruhlarını sarıp sarmalar. Dolayısı ile Ramazan ismini alanlar kendilerini şanslı hissederler, başkaları da onlara gıpta ile bakarlar. Yeter ki, Ramazan’a ve ondaki pek çok hikmetli oruca layık olsunlar.
Fakir ve ihtiyaç sahibi şanslı Ramazan’lardan birisi, bir müminin kapısına varır. Kapıyı tıklatır. İçeriden evin hanımı; “Kim o!” diye seslenir. O da; “Ben Ramazan efendim. Allah rızası için biraz sadaka verin.” der. Kadın; “Demek adın Ramazan. Biraz bekle öyle ise.” Diyerek beyinin “Hanım bunu Ramazan’a sakla!” dediği bütün erzakı paketleyerek Ramazan’ın eline tutuşturur. Ramazan da çok sevinir tabi.
Efendim Ramazan’lar her zaman şanslı olmayabilir. Zaman ve mekâna göre değişen şartlarda Ramazan’ın azizliğine uğrayan Ramazan’lar da olmuş. Atabeyli Ramazan Efendi gibi.
Son Şahitlerden Refet Barutçu; “Isparta'da ani yapılan baskın ve araştırmalarda ele geçirilen Risale ve mektuplar arasında bir kitabın üzerinde 'Ramazan'a aittir.' diye bir yazı vardı. İslam yazısını okuyamadıkları için; “Kimdir bu Ramazan?” diye aradılar, taradılar, nihayet Isparta Atabey'in köylerinden Ramazan isimli bir vatandaşı da ellerini bağlayarak Eskişehir hapishanesine yolladılar. Aradan iki ay geçtikten sonra kitabın Ramazan Efendiye ait değil, Ramazan ve orucun hikmetlerini anlatan Bediüzzaman'ın Ramazan Risalesi olduğu anlaşıldı. Mazlum ve masum Ramazan Efendi tahliye edildi. Hapishanede Bediüzzaman tebessüm ederek 'Kardaşım Ramazan hakkını helal et!' diye Ramazan'ı teselli ederdi.” diyor.
Ramazan Efendinin başına gelen bu musibet, belki günahlarına kefaret olmuştur ve ahireti kurtulmuştur. Bu noktadan bakıldığında yine şanslı olduğunu söyleyebiliriz.
Ramazanın orucu, insanı cismanilikten uzaklaştırıp ruhani bir havaya sokar. Nefis bir süreliğine de olsa bağlanmış olan şeytandan rahat bulur. Az bir gayretle süfli arzulardan uzaklaşır. Nefis, arınmışlığın hafifliği ile derece derece yücelmeye başlar ve yalnızca Allah’ın değer biçeceği ulvi bir nur ve sevaba nail olur. Böyle bir müminin gözünde dünya, zahmetleri ile beraber hiç olur.
Peygamber Efendimiz; “Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez.” buyurmakla Rabbimiz katındaki derecemizi muştular.
Ramazan ayında ibadet bir bakıma zahmetli, bir bakıma azizliğe uğratan, bir bakıma da müştak gönülleri teshir eden nuruyla da zahmeti hiçe indiren bir hususiyet vardır. Boşuna on bir ayın sultanı denmemiş. Gerçekten de sultanlar gibi anlı şanlı bir şehametle hayatımıza girip bizleri arındırmakta, yeniden doğmuş gibi hafifleştirerek ve nur vagonuyla nurlu erzaklarını bırakarak gitmektedir.
Adımız ister Ramazan olsun, ister olmasın, Ramazan’a layık bir hayat tarzını benimseyip yaşıyorsak, zahmeti, sıkıntısı ve musibeti ile birlikte yine de kendimizi çok şanslı saymamız gerekiyor. Çünkü Ramazan, yüzde doksan dokuzu şans olan bâkî bir saadetin müjdelerini, nurlarını, güzelliklerini ve hoş kokularını taşıyor.