Ramazan insan-ı kâmili inşâ ediyor *

Funda DEMİRER

Bismillahirrahmanirrahim

“O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, ap açık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.” (2:185) ayetiyle başlar Ramazan Risalesi. Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetlerini Bakara suresinde ki bu ayete dayanarak anlatır Hz.Bediüzzaman. Ayetin vurguladığı, Kur’ân’ın Ramazanda nüzulüne bakan sırlarıyla sıralar orucun hikmetlerini.

Rabbin kendine muhatap olarak kabul ettiği, yeryüzünde halife olsun diye gönderdiği insanın, bütün esmaya mazhar olan ve bütün kâinatın kendisine teveccüh ettiği insanın "insan-ı kâmil" mertebesine Kur’ân’ın inzal ettiği ay da nasıl çıkabileceği ve bu hali bütün ömre nasıl yayacağının sırlarını verir.

 

Dünya insanın imtihanı. Her türlü nimete vasıl olan insan dünyanın oyun ve oyalamasıyla çoğu kez gafletten nimeti nimet olarak görmez. Ramazan ayında tüm İslam âleminin birlikte ifa ettiği oruç ibadeti ile insanlar emir gelinceye dek elini uzatamadıkları nimetleri daha iyi görür, dağılan gaflet ile yapılan külli bir ibadet, külli bir ubudiyeti netice verir.Rububiyetin karşısında alınacak tavır ancak ve ancak ubudiyet ise, Ramazan orucu ile o ubudiyetin nihai noktası hedef alınıyor...

 

Tesbih, tahmid, tekbirle ulaşılıyordu ubudiyete. Birinci nükte de anlatıldığı gibi insan, çoğu kez gafletten nimetleri nimet olarak görmediği için, ancak onlara ulaşamadığında, elini uzatamadığında hakiki kıymetlerini anlayabilir. İşte sair vakitlerde bu kadar nimetin değerini anlayamayan ve karşılığını veremeyen insan onlara en çok ihtiyaç duyduğu vakitte, bütüncihazatları-duyguları ile acizliğin umumiyetle en fazla hissedildiği ramazan savmı ile “ bu kıymettar harika-i san’at olan nimetlerinEhad, Samed’in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünüp ve derk ederek” Mün’im-i Hakikîyi tanıyıp, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarını elde eder, hakiki vazifesini yerine getirir.

 

Her fert kendinden daha fakir olana şefkatle mükelleftir diyor Bediüzzaman Hz. leri. İnsanın hakiki vazifelerinden biri şükür ise,  elindekini muhtaç olanla paylaşması da bir şükr-ü hakiki olur.

İnsan toplum içinde vardır, toplum içinde kendini gösterir, kişiliği şekillenir. Doğru yola giren ya da doğru yola girmek isteyen insanın belki de en önemli imtihanıdır, kendisi de muhtaç olduğu bir vakitte muhtaç olanları görüp - gözetmesi. Kendisine ihsan edilenleri paylaşarak, karşılıklı manevi paylaşımlarında yaşanmasına vesile olarak ve “İnsanlara teşekkür etmeyen Allaha şükretmez” hakikatinden yola çıkarak yapacağı, ubudiyetin esaslarından biri olan şükür, fert ile beraber toplum hayatını da düzenler.Ayette geçen  "insanları doğru yola götüren" Furkan-ıHakîm 'in inzal edildiği Ramazanda, kulluğu ile o yolun taşlarını döşer.

 

Apaçık hidayet delillerini taşıyordu Kuran-ı Kerim.İnsanın hidayetinde ise en büyük engeldi nefsi. Peki, ne istiyordu nefis, ta Rab'lık davasına kadar götürecek serbestiyet, her istediğini yapmak, emanet olanları gasp etmek. Oysa kendisinin değildi ki hiç bir şey. Maliki değildi ki dünyada belki diğerlerinden daha fazla eline geçen malın, mülkün.  Ama imtihandı ya bu dünya, bütün bu nimetlerin karşılığını vermek suretiyle kazanacağı bir imtihanın içinde olduğunu düşünmek istemiyordu. Ta ki nefsi dizgin edecek tek yol olan açlıkla karşı karşıya kalacaktı ki, o zaman anlayacaktı kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir.

 

Aciz olduğu kadar Kuvvete dayanır insanoğlu, fakir olduğu kadar Rahmete. Risale-i Nur’da Birinci Söz'den başlar bu hakikat anlatılmaya. Ama gafletle mahiyetini unutmuş olan nefs, ölümsüzmüşçesine dünyaya bağlanır. Her istediğini almaya çalışır. İşte Ramazan-ı şerifte;  Halık’ını unutuncaya dek devam eden bir ahlak-ı seyyie içinde yuvarlanan nefis, bütün heveslerini dizgine çekeceği, süfli haletten sıyrılacağı, ne kadar aciz ve fakir olduğunu anlayıp mahiyetini bulacağı bir terbiye edilişle, Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır.

Ramazan orucunun hikmeti Birinci Nükteden başlayarak Cenab-ı Hakkın Rububiyetine, Rububiyetin fiillerinden biri olan inzale dayanıyor. İnsanın hem şahsi, hem toplum hayatını düzenleyecek, hem gafletini dağıtıp, hem nefsini terbiye edecek hikmetleri içinde barındıran bu ayın en önemli özelliğidir ki,  İnsanlara rehber olan Kitab’ın inzalinin vakti olmasıdır. Arş’tan nüzul eden -maddi manevi ihtiyaçların karşılandığı- her türlü rahmetin en fazla tecelli ettiği vakit.Ubudiyetin sırlarını da, sınırlarını da muhtevasında toplayan Kur’ân-ı ’Hakîm’in, külli yapılan bu tazim-terbiye-tezkiye-tekeffür sürecinde bütünarzi duygulardan sıyrılmış nefislerin âlemine nüfus etmesinin hürmetindendir belki de bütün o Ramazanı bereketlendiren haller.

 

Öyleyse Ramazan ayı, Rububiyetin fiillerini insana en fazla ihsas eden vakt-i mübarek olarak insana hem Rabbinin kendisinden nasıl bir abd olmasını istediğinin işaretlerini gösterir, hem nefsi “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim” diyecek kıvama getirir, hem onu insan-ı kâmile götüren kapıları aralar ve bütün bir ömrün Rabbin huzurunda nasıl huzur bulacağını öğretir.

 

Nasiplenmek duasıyla…

 

(* Bir Ramazan Risalesi çalışmasıdır. Şahsıma ait eksik ve kusur fazladır, affola…)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.