Nükte kelimesi ne anlama gelir? Nükte bir konuda herkesin görmediği inceliği, yakalama ve anlatma demektir, herkes nükteyi göremez. Bediüzzaman nükte derken geleneksel anlatımların ötesinde bir kelime ameliyesi, kavram ameliyesi, tema şerhi yaptığının farkındadır. Farkedilsin ister ama “farkedin” demez.
Ramazan ve oruçla ilgili taradığım metinlerde, olayın teknik tarafının dışında derinlik psikoloji ile manaların mahzenine giren bir bakış görmedim desem doğrudur. Bediüzzaman sınırları belli olmayan bir azametli kuldur ve yaptığı da kul yetiştirme sanatıdır. Bu altıncı nüktede bu yetiştirmenin safhaları anlatılır, şerhedilir. Nurun büyük avukatı Bekir Ağabeyi rahmetullahi aleyh, Bediüzzaman “kardeşim seni bana Allah gönderdi” demiş. Birisi İstanbul’daki yazıhanesinin bulunduğu yeri görür, yerin haşmeti hoşuna gider, “oh ağabey ne güzel” der. Bekir abi üstadın kendine verdiği vekalet kağıtlarını gösterir, “benim servetim bunlar kardeşim“ der.
Nereden nereye geldik çağrışımlardan kurtulmak ne mümkün. Altıncı nükte şöyle başlar, ”Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’an-ı Hakim’im nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakim’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki…“ Bu cümlede iki defa nüzul kelimesini kullanmış biri nüzül, diğeri en mühim zaman-ı nüzulü.
Kabe’deki yaşayışı insanların behimi tavırlarından çok rahatsız olan Nebiler Nebisi (asm) bu kalın dalalet duvarını yıkmak ister. Neler düşünmüştür? Çok aradım o dönemdeki düşüncelerini. Bana rastlamadı belki de. Koca kainatın en mukaddes mekanının kutsallık adına pes bir şekilde kirletilmesine razı değildir ama bir şey yapmaz. O ancak bir büyük kapıyı çalmakla bu esrarı çözeceğini bilir. Hira mağarasına çekilir, aylarca orada Hanif dininin bakiyeyi kutsalı ile amel eder. Kapıyı çalar, kimbilir neler dedi? “Ey kainatın Rabbi, bu alemi bu kadar harika yarattın ve bizim emrimize verdin, biz ne yapalım, bize ne yapılması gerektiğini göster” demiş başını secdelere sürmüştür.
O nuru gönder ilahi asırlar oldu yeter
Daraldı milletin afakı bir güneş ister.
Ansızın vahyin altın meleği görünür. Madde kaydından azade bir şaşırtıcı ışık kümesi içeri girer. Ne sahne ama! İrkilir kainatın esrarını merak eden, tılsım-ı kainatın keşşafı, ona “oku” der. Vahiy ilk defa nüzul etmiştir semanın yüksek tabakalarından. Cebrail ile Allah arasında neler cereyan etti? Vahyi götürmesi konusunda habercisine neler dedi? Belki de artık gözyaşları ve ısrar hakikatın kapısını açmaya yeter. “Ey Cebrail götür Habibime, yeter varlığın esrarını merak etti, yeter gördükleri pes ahval.” Böyle söylemese de böyle şeyler söylenmiştir. Utancımı, hadsizliğimi mazur görün. Nebiler nebisi “ama ben okuma bilmem ki“ dedi. O tuttu ve sıktı tekrar “oku” dedi. Koşarak evine geldi, vahyin mukaddes rüzgarı onu Hatice’nin yanına ulaştırdı, “üzerimi ört” dedi.
Esbab-ı Nüzul diye bir eser var, her surenin iniş nedenlerini anlatıyor. Ama bir de ahvali nüzul vardır ki acaba ayetler geldiğinde Peygamberimiz’in (asm) ruh hali ve fiziki hali nasıl oluyordu, bu yolda da tesbitler var.
Bir nüzul nedenini anlatalım. Bir gün Kureyşliler Hz Peygamber’le (asm) konuşurken “Ey Muhammed sen bize, Musa’nın asası olduğunu, onunla taşa vurduğunu, taştan on iki pınar fışkırdığını, İsa’nın ölüleri dirilttiğini, Semud’un kavminin dişi bir devesi olduğunu haber veriyorsun. O halde sen bize de mucizeler göster ki seni tasdik edelim” dediler. Hz. Peygamber (sav) “Size hangi mucizeyi gösterme mi istersiniz” dedi. Sonra “Safa’yı altına çevirmeni” dediler. Hz. Peygamber (sav) “Eğer Safa’yı altına çevirirsem beni tasdik edecek misiniz” dedi. Onlar “Evet Safa’yı altına çevirirsen, Allah’a yemin ederiz ki hepimiz sana tabi oluruz” dediler. Hz. Peygamber (asm) duaya başladığı sırada Cibril gelip ona “Ey Muhammed (asm) dilersen Safa altın olacak, tasdik etmezlerse onların hepsini azaplandıracağız, dilersen onları bırak da içlerinden tövbe edecekler tövbe etsinler” dedi. O zaman Hz. Peygamber (asm) “öyle ise onları kendi başlarına bırakalım da tevbe edenleri tevbe etsinler“ dedi. Bunun üzerine Allah Enam suresini “yechelune” nazm-ı celiline kadar inzal buyurdu. (Esbab-ı Nüzul s, 184)
Burada yer ve göğün tasarımı, insanlara göre biçimlendirilmesi, faydaları, buna bağlı ilahi nizam büyük bir mucize olduğunu söylüyordu. Bir dağın altın olması onların yanında çok da anlamlı değildi. Peygamberimiz vahiy geldiğinde farklı bir hale girer. Bir keresinde yere kapanır ve ağlar.
Bediüzzaman, Ramazan Risalesi boyunca şükre vurgu yapar. Şükrü hakiki ve sairleri. Peygamberimiz (asm) bir şükür peygamberiydi. Yataktan kalkar su kırbasının yanına gider abdest alır ve ısrarla organlarını yıkar, namaz kılmaya başlar. Ağlamaya başlar, o kadar ki gözünden dökülen damlalar göğsünü ıslatır. Sonra rükûa varır, ağlamaya devam eder. Başını kaldırır ve ağlamaya devam eder. Bilal sabah ezanını okumak için gelinceye kadar ağlar. Hz. Aişe “Ya Resulallah seni bu kadar ağlatan şey nedir? Allah Senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmedi mi?” diye sorar. Şöyle buyurdu “Allah’a çok şükreden kul olmayayım mı, Allah bana şüphesiz yerlerin ve göklerin yaratılışındakı sırları anlatan (İbrahim 7) ayetini indirmiş iken nasıl olur da ben böyle yapmam.”
İbrahim suresinin yedinci ayeti inince ağlar ağlar. Hz. Aişe taaccüb eder. Ya ne yapsın? Her sure ve ayet için dökülen yaşlar. Şimdi Bediüzzaman maveranın penceresini aralar kendi hayatının sırlarını verir. Kur’an ı dinlerken kaç boyutlu bir dinlemedir bak;
1-Ve bir surette, O Kur’an’ı yeni nazil oluyor gibi okumak. (Hergün huzuru ilahide okuduğumuz ayetlerde o ayetlerin yeni nazil oluyormuş gibi taravetini ruhunda hissetmek. Ramazanda Kur’an okurken aynı şeyi tahir bir beden ve ruhla dinlemek.)
2-Ondaki hitabat-ı ilahiyeyi güya geldiği an-ı nüzulünde dinlemek. (Cümleye bak Tanzimattan beri gelen üdebamız böyle bir cümleniz olsaydı, Allah’a daha şirin görünürdünüz. Allah’ım “Risale-i Nur’a kalpleri ve akılları musahhar eyle.” Hayalen git şu cümleye, “hitabat-ı ilahiyeyi güya geldiği an-ı nüzulünde dinlemek.” Arştan yere tenezzül eden ayeti sen de onun geldiği noktaya hayalen ruhen tırman ve hissset. Böyle okumalar ve namazlar bize nasib et Allah’ım. Sana bunları anlatan, tırman oralara öyle hisset, öyle kıl, öyle yaşa, demiyor mu? İşte kul yetiştirme sanatının ayrıntısı.)
3-Şu cümle nasıl? “Ve o hitabı Resul-i Ekrem’den (asm) işitiyor gibi dinlemek.” Yani sen ayet tebliği ve tebellüğü anında Nebiyi Zişanın yanında ol ve onun femi mubarekinden duy. Anam Mevliddeki doğum kısmını okurken hüngür hüngür ağlar, çarşaflı kadınlar, ihramlı bacılar hüngüre hüngüre ağlardı. Çocuk halimde ben de ağlardım.
Ashab ayet tebliğ edilirken Cenabı Ömer, Osman, Ebubekir neler hissettiler? Yandı yürek yar aşkına hepimiz döndü şaşkına. Cenabı Ömer dinledi Cenab-ı Nebi’nin yanına gitti. Ne dedi ellerine kapandı, ağladı ağladı. Kurmaca anlatıyorum ama başka olmaz ki. Hz. Ömer “Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu” demiş. Ya Cenab-ı Nebi? Çıkar Yarabbi levhi mahfuzdan Kur’an’ın iniş ve karşılanış ve saadet asrının olaylarını bize bir filim gibi seyrettir.
Sonrakilere bak;
4- Belki Hazret-i Cebrailden
5- Belki Mütekellim-i Ezeliden dinliyor gibi.
Kur’an’ı okumak ve dinlemek ve kudsi merdivenden ta Mütekellim-i Ezeliye kadar gitmek… Ne hayal ama. Bediüzzaman böyle Kur’an dinlemiş, böyle namaz kılmış, işte kulluğunun maverası bu değil mi? Vallahi Bediüzzaman’ı bilmiyorsunuz. Ne olur şu adamı okuyun. Ahirette böyle büyük bir derin teneffüsü, tezekkürü okumadığınız için size ne derler? Bu kimsenin malı değil dini mübinin malı, Kur’ın‘ın malı, Nebiyyi Zişanın malı öyle değil mi?
Bir cumhurbaşkanı bir şehre gelmeden ayla önce geleceği söylenir, hazırlıklar yapılır, inceden inceye. Şu cümleye bak kim geliyor, kelamı ilahi, vahyi Rabbani, Kur’an-ı Azimüşşan: “O Kur’an’ın zaman-ı nüzulünü istihzar, o semavi hitabı hüsn-ü istikbal etmek için…”
Hani güzel elbiseler giyilir iyi insanlar karşılanır, aynen öyle de Kur’an indiği ay için gününden önce hazırlıklar yapmak, kirli bir ruh haleti içinde, o bahası anlatılmaz metni ve taşıyanlarını tebliğ edenlerini karşılamak insana yakışır mı?
“Kur an-ı Hakim madem şehr-i Ramazan‘da nüzul etmiş, o Kur’an’ın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavi hitabı hüsn-i istikbal etmek için Ramazan-ı Şerif’te nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat halattan tecerrüd, ekl ve şerbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’an’ı yeni nazil oluyor gibi okumak ve dinlemek…”
Şehri Ramazan sözü bir şehir olarak da anlaşılır. Hakikaten Ramazan bir ay ama bir büyük şehir anlamında da anlaşılabilir. Bizim edebiyatımızda şehir anlamı da anlaşılmış. Baki; “Bu şehr-i stanbul ki bi mislü bahadır/Her sengine binler acem mülkü fedadır.” Yunus Emre, “Ahdim odur şehre varam/Feryadü figan koparam” demiş.
Hakikaten şehirlerde feryad figan koparacak kadar var. Ankara’da hava alanında yirmi kişiye kıbleyi sordum bilen yok, gel de üzülme. Namaz kılmamak bir hastalık hem de kanser, kıbleyi dahi bilememek nasıl bir kanser. Üniversiteyi bitirene kadar çocuklarımıza okutturmadığımız kitap yok. Misisipi nehrinin uzunluğu dahil ama kendine kitap gönderen Allah’ın eserini okuyan yok. Nasıl bu acaip telakkiyi hazmetmişiz.
Bediüzzaman bunu görmüş Kur’an‘ı günümüz insanına bütün bir eser külliyesi ile anlatmış. Kur’an diye kıyamet koparanlar kime hangi hakikatı anlatmış. Bunu Yunus da hissetmiş çıkıp feryad figan koparmak istemiş. Bin türlü debdebe ile insanlara görünmek “ne kadar güzel giyinmiş“ dedirtmek için hiçbir masrafı fazla görmeyen insanlar günde kendini beş defa çağıran Allah’ın huzuruna gidip ona görünmek gibi kudsi bir mülakatı nasıl anlamaz? Görsellik asrı anladık da Allah’a karşı yok mu?
Hüsn-i istikbal etmek, güzel karşılamak, Hz. Peygamberi (asm) Mekke’ye dönerken Talaal bedrü Aleyna ile karşılayanlar. Yakup aleyhisselam Kenan’dan Mısır’a dönerken karşılayanlar… Daha neler neler.
Ve bahsin ahiri.
“Evet Ramazan-ı Şerifte güya alem-i islam bir mescid hükmüne geçiyor, öyle bir mescid ki milyonlarla hafızlar o mescid-i ekberin kuşelerinde o Kur’an’ı o hitab-ı semaviyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan “Şehri Ramazan ellezi ünzule fihil Kur’an“ ayetini nurani parlak bir tarzda gösteriyor. Ramazan Kur’an ayı olduğunu isbat ediyor, o cemaat-ı uzmanın sair efratları, bazıları huşu ile hafızları dinlerler, diğerleri kendi kendilerine okurlar.
Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddesde nefs-i süflinin hevesatına tabi olup yemek içmek ile o vaziyet-i nuraniden çıkmak ne kadar çirkin ise o mesciddeki cemaatin manevi nefretine ne kadar hedef ise öyle de Ramazan-ı Şerif de ehl-i sıyama muhalefet edenler de o derece umum o Alem-i islamın manevi nefretine ve tahkirine hedeftir.”
Bu son paragraf yukardaki teşrihatı kayda almayanların durumunu anlatır. Öyle ya Allah’ın kelamı bir ayda inmiş, bir Peygamberlerin sultanına, semadan o mukaddes miraçtan, onu ve o mukaddes tabiatı ve kainatı hesaba katmayıp o nurani ve parlak ortama oruçsuzluk ile mukabele ne kadar ruhsuzluktur.
Bediüzzaman İslam’ın bütün temalarına başka bir izah ve açıklama getirmiş, mukayeseli olarak bakılsa ortaya çıkacaktır, işte Ramazan risalesi.